İMTİHANLAR KAİNATTA sadece insana has kılınmış özel hallerdir. Toprak, su, hava, bitki derken, insan dışındaki her bir varlık ve her bir canlı bunun dışındadır. Dünya hayatını bizler için anlamlı kılan imtihanlarımızdır. Ancak bazen öyle imtihanlar yaşarız ki; hiç kazanılamayacak bir sınav gibi gelir hayat.İnsan nazenin bir varlık ve sıkıntılara duçar olmamak istiyor, ancak her bir şeyle de çok alakalı. Bu sebeple karşılaştığımız olaylara nasıl bir davranış sergilediğimiz önemlidir. İmtihan karşısındaki tavrımız, ebed yolculuğumuzda önemli bir duruştur. Bu duruşumuz kimi zaman gelecek hayatımızın önemli ipuçlarını verir, kimi zaman ise kemal yolculuğumuza giden adımlarımız olur.
Her yaşanan imtihanla kendini biraz daha tanır insan ve algılarına olan ilgi de artar. Yaşanan süreçte bizlere düşen en önemli tavır, imtihan sırasında mülkün sahibine yönelip sabredebilmektir. Sabır; Hz. Yakub’un göz pınarlarını kurutan ferahlığı ve sükunetidir. Sabır; belki de ilmek ilmek dokumaktır hayatı.
“Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. ” (Bakara suresi, 155)
Hz. Âdem ve Hz. Havva’dan itibaren imtihana ve zaaflara açtı gözlerini insan nesli. Kimimiz yaşanan imtihan anında mülkün Sahibine yönelmeyi unutup sıkıntıların içinde kalabiliyor, kimimiz ise en zor anlarda dahi mülkün Sahibine yöneliyor, Rabbinin rahmetine iltica ediyoruz.
Tohumun toprağa düşüp neşv ü nema bulması gibi, bizler de hayattaki duruşumuz ve hayata yüklediğimiz anlamlar ile neşv ü nema buluyoruz. İmtihanlarımız yaşam serüvenimizde ta ki; ruh bedenden ayrılana dek devam ediyor. Bazı imtihanlarımız diğerlerinden daha ağır ve zor olabiliyor... Böylesi zor bir imtihanı yaşayan, sabrıyla duruşuyla karçiçeğinin hikâyesinden bahsedeceğim...
*Kar çiçeği*, elim bir trafik kazasında tüm aile üyelerini (anne, baba, iki erkek kardeş) kaybetmişti. Ağır yaralı olarak ona hayat yeniden bahşedilmişti. Üç hafta yoğun bakım ünitesinde kalmış ve bazı ameliyatlar geçirmişti. Üç hafta sonrasında yoğun bakımdan cıkmış, genel durumunda iyileşme kaydedilmiş, kendine tahsis edilmiş normal bir hastane odaya yerleşmişti. Henüz ayağa kalkamıyordu, fakat konuşabiliyordu. Geçirdiği beyin travmasından dolayı kazaya dair birşey hatırlamadığı gibi, hayatına dair de çok az şeyi hatırlıyordu.
Bir haftalık süreyi ne kendine, ne de ailesine olanları bilmeden geçirir kar çiçeği. Bu süreçte sevenleri, arkadaşları ve akrabaları yanındadır. Ona her daim sabrın önemi, Rabbinin sonsuz merhameti, şefkati ve Rabbi tarafından ne kadar çok sevildiği telkin edilir. Henüz bilmediği kalbî yaraları için sabır dilenir.
Birkaç gün sonra bilincindeki kısmî iyileşmeyle beraber kendine ait soruları başlamıştır. “Bana ne oldu, neden ağrılarım var, niye buradayım ve vücudumdaki ameliyat izleri niye, neden hiçbir şey hatırlamıyorum…” Neden sorularının içinde tek bir isyan cümlesi yoktur. Sorularına verilen cevaplar aynıdır. Bir rahatsızlık geçirdiği, zamanı gelince yavaş yavaş herşeyi hatırlayacağı söylenir.
Aklı ikna olmamış, ancak sıradışı bir teslimiyet sergilemiştir. “Peki, hamdolsun, hayırlısı inşallah, Mevlam yardım edecek biliyorum,” dilinden düşürmediği latif cümlelerdir. Bunların geçeceğini, herşeyi hatırlayacağını, hayatın bir imtihan olduğu, ayette belirtildiği gibi başımıza gelenlerin, sınanmak için olduğu hatırlatır kendisine.
“O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” (Mülk suresi, 2)
Hayatımızdaki bazı şeylerin hatırlatılmamasının ne denli hikmetli olduğunu göstermişti Rabbimiz. Kar çiçeği henüz hatırlayabileceklerine hazır değildi ve Rabbi letafetle işlenmiş kalbini zaman içinde bunlara hazırlıyordu. Esasında büyük acıya teselli hazırlanışıdır bu. Bu acı karşısında güçlü olabilmesi için ön hazırlıktır ayetler ve tüm konuşmalar...
Başımıza gelen en ufak bir musibetlerde, her birimiz teslimiyetsizce adım, adım çöküşler yaşıyorduk. Dünya cihetinden ve nefis hesabına baktığımız için imtihanlarımızı sadece musibet olarak algılıyor, hikmetsiz bir bakışla yaşadığımız olayları daha derinden acı duyar hale getiriyorduk.
Tanıdığınız birilerinin ölümüne ilk başta inanamıyorsunuz. Çoğu zaman ölümü görmezden geliyorduk, yokmuş gibi davranıyorduk. Halbuki ölüm; aldığımız nefes kadar yakındı. Ölüm haberi ile tüm benliğiniz sarsılmaya başlıyor. Ölümün soğuk yüzü önce herkesi üşütüyor ardından kendimizi ve hayatı yeniden sorgulatıyor. Neden var olduğumuzu, niçin gönderildiğimizi ve hayatın faniliğini yüzümüze çarpıyor, kısaca hayatın gerçeğini hatırlatıyordu...
Kar çiçeğinin aynasından kendi aynamıza yansıyan hakikatlerdi bunlar. Kuvvetli İmanı, sükunetli teslimiyeti karşısında adeta kendi hallerimiz ile yüzleşiyorduk.
Kar çiçeği, yoğun bakımdan çıkalı bir hafta olmuştu. İyice hatırlamaya başlamıştı, artık cevaplar onu ikna etmiyordu. Herkesin yanına gelmesine, gördüğü yoğun ilgiye şaşırdığını söylüyordu. Derinden gelen, bir hüzün ve göz pınarlarında ıslanan tebessüm bakışlarıyla “Neden annem, babam, kardeşlerim yanıma gelmiyor, onları çok özledim?” Bu kilit soruya cevap vermek zordu. Doktorun izin vermediği, iyileşince onları göreceği söz birliği ile söyleniyordu. Söylenenlere direnmemesi, teslim olması, yumuşak ahlâkının göstergesiydi. Muhtemelen durumuna ait birşeyler hissediyordu.
Bazı zamanlar cep telefonu ile olsa ailesinin sesini duymak istiyordu. Beynindeki ödemden dolayı olumsuz etkileneceğini söyleyerek, telefonu daha sonra kullanabileceğini belirtip geçiştiriyorduk. Henüz bilincinin yerinde olmadığını o da müşahede ediyor, zira söylediklerini unutup yeniden soruyordu. Biraz hüzünle de olsa peki deyip, her bir söylenen cümleye yüzündeki beyaz tebessüm ile teşekkür ediyordu.
İnsan; sorumluluk sahibi bir varlıktı. O Allah’a karşı sorumlu olduğunu bir an bile unutmadığı gibi, insanlara karşıda sorumluluğun bilinciyle hareket ediyordu. Bu sorumluluk bilincinden olsa gerek, kar çiçeği, ne ibadetlerini aksatıyor, ne de beşeri ilişkilerinde kontrolünü kaybediyordu. Bazı insanlar vardır; hal dilleri ve sözleri ile yanında aynı havayı solumanız, hikmetli dersler almanıza kafidir. Kar çiçeği böylesi insanlardan biriydi.
Bir de kar çiçeğinin sıradışı nezaketi vardır. Kendi yaralarının üstünü örterek ziyaretine gelenlerin halleriyle ve ikramlarına bizzat ilgilenirdi. Hal dilinden Muhammedi ahlakın incileri dökülürdü. Teşekkür, onun her cümlesinin noktalı virgülüdür.
Kar çiçeği, sıcak bakışlarını gözlerime çevirip, ”Çok ilginç şeyler hissediyorum; hem içsel hem de dışsal, ve anlamaya çalışıyorum, fakat bir türlü tanımlayamıyorum bazı şeyleri” diye sormuştu bir keresinde bana. Adeta boğazımda koca bir düğüm kalmış, ne söyleyeceğimi bilememiştim. Hani sözlerin sükût ettiği anlar vardır ya, öylesi bir andı. Aniden kazayı hatırlamasından korkmuştum.
Zihnini hatırlamak için zorladığını söylüyordu. Şu ana kadar hatırlatılmamıştı. Fiziksel ve ruhsal olarak kar çiçeği henüz ailesine olanları öğrenmeye hazır değildi ve hatırlatılmayarak kalbi hazırlanıyor olmalıydı. Herşeyi elinde tutan Rabbimiz onun zihnini de elinde tutuyordu.
Birkaç gün sonra bir kaza geçirdiği söylenmişti. Rabbine yeniden hayatını bahşettiği için hamd ediyor, dualarla içine sindirmeye olanları anlamaya çalışıyordu.
Galiba kar çiçeği için artık gerçeği öğrenmenin zamanı gelmişti. Akıllarda hep aynı soru; nasıl söylenecek? Nasıl bir tepki verecek? Zor olan bu imtihanı nasıl kaldıracak?
Kazayı artık biliyordu, ancak detaylar henüz söylenmemişti. Endişesi belirgin şekilde artmış, “Annem babamlar iyi mi?” sorularını sürekli tekrarlamaya başlamıştı. Artık cevaplar yeterli değildi ve geçiştirilemiyordu. Çünkü, bir önceki söylenenleri hatırlayacak kadar fiziksel yaralarında iyileşme başlamış ve hatırlama sürecine girmişti. Anlamıştık, birşeyler hissediyordu. Sevenleri için en zor olan buydu. Doktoruna danışarak, yanında olan teyzesi ve amcası kendine ve ailesine olanları anlatmaya karar vermişlerdi. Olanları, amcası anlatacaktı.
Acı haberi alacağı akşam Ramazan ayının ilk teravih akşamıydı. Rahmetin oluk oluk yağdığı bereketli günler geceler hürmetine, kalbine sükunet ihsan etmesi için dua ediliyordu. Pazar günü ziyaretçileri varken amcası hastaneye gelir. Seçilebilecek cümleler yoktu bu acıyı anlatmaya. Amca, kendi acısının sesini kısarak, dilinde toparladığı cümleleri biraraya getirerek zor olsa da söyler gerçeği.
Kar çiçeği; kesik kesik hıçkırıklarla ağlamaya başlamış, böylesi edepli bir ağlamaya yanındakiler ilk defa şahit olmuşlardı. Şaka mı? Doğru mu? Gözyaşları süzülür dilindeki sorularla beraber. Amcasının elini tutarak, “Amca beni bırakma” der. Amca; onun için o anda insanın köküne işaret ediyor olmalıydı, zira hiç bırakmayacak kadar sımsıkı tutuyordu. Bu tablo, bir anlamda ruhun ve fıtratın dayanak noktasına işaret ediyordu. Yaralı kalbi bunları hissetmiş olmalıydı.
Dilinden ne Rabbine karşı, ne de yanındakilere karşı tek bir isyan veya şikayet cümlesi çıkmamıştı. İmtihanı geçeceğinin ilk sinyallerini vermeye başlamıştı. Çünkü böylesi zor bir andan sonra namaz kılması gerektiğini hatırlayıp, söylenen teselli cümlelerine teşekkür edecek kadar aklı başındaydı...
Acısı gözlerinden okunabiliyordu. Aynı zamanda hal diline, aklına, kalbine, ruhuna, duygularına ve sair diğer azalarına ve tarif edilmez bir sükunet hakimdi. Ailesini çok özlüyor, üzüntüsünü Rabbine niyaz ediyordu.
Ayrılığın insan ruhunda derin bir hüznü vardır. Yüzündeki derin hüzne rağmen simasındaki tevekkülü okumak mümkündü. Ölüm; rahmet-i Rahman’a, şifaya gönderildiğinin göstergesiydi. Orada yenilenme denen bir vakit vardı ve yenilenmeye gitme vaktiydi ölüm. Kar çiçeğinin ailesi Rahman’ın şifasına, yenilenmeye gönderilmişti.
Ertesi gün yanına gittiğimde ayaklarım titriyordu. Herşeyi biliyordu, ne söylenebilirdi ki! Hangi cümleler kalbine dokunabilirdi! Bu durumda nasıl hissedebilinirdi ki! Bu düşünceler ile odaya yöneldim, derin bir nefes alıp kapıyı açtım ve gözlerine baktım. Bir süre hiç konuşmadan sarıldık ve o hayran kalınacak edepli ağlamasıyla, durumunu kendisi anlatmaya başladı. Anlatırken dilinden “Annemi, babamı, kardeşlerimi kaybettim, onlarla cennete inşallah görüşeceğiz, artık onlar bu dünyada yok, Rabbim böyle istemiş” cümleleri döküldü. Dilimde teselli cümleleri; ama aklımda nasıl bir yalnızlık duygusu yaşayabileceği düşüncesi...
Kar çiçeğinin gözleri bu alemde sevdiklerinin cemalini görmeyi istiyordu. Kalbi ise; onların ebediyete ve yenilenmeye gittiğini görmeyi istiyordu. Çünkü insan kalbi ancak bu durumda teskin olabiliyordu.
Gerçeği öğreneli bir gün olmuştu. Sakinleştirici herhangi bir ilaç kullanmıyordu. Üzülüyor ve ağlıyordu, kendisini ziyaretine gelenlere durumunu gözyaşlarıyla anlatıyor, ancak sözcükleriyle de teselli ediyordu. Üzüntüsüyle beraber tümüyle Rabbine teslim olmuştu, şükrü dilinden düşmüyordu. Bakışlarındaki derin ve anlamlı sükuneti görmek mümkündü. Yalnız olma duygusunu yaşadığını düşünerek ne kadar yanıldığımızı bir kere daha bizlere göstermişti kar çiçeği...
Bizler yalnızlığı etrafımızdaki şahıslara yüklüyorduk. Oysa etrafında ailesi, eşi, arkadaşları olmasına rağmen kendilerini oldukça yalnız hisseden insanlar vardı. Yoksa asıl bizler mi yalnızdık, bu yüzden miydi üşümelerimiz? Yalnız olmadığının eminliği okunuyordu sıcak bakışlarında. Bu sebepten mi kar çiçeğinin gözlerindeki tebessüm? Tebessümden yansıyan sıcak bakışlarıyla ısınıyordu üşüyen ruhum... Karçiçeğinin yanında olduğum anlarda adını koyamadığım çekim bu muydu? Bakışlarında gördüğüm tevekkül ve teslimiyet üşüyen ruhumu ısıtıyor orda olduğum süre zarfında tevekkül lambasıyla içimdeki en kuytu karanlıkları aydınlanıyordu.
Her acı kendi yüreğinde büyüktür. Acısı kadar büyüktü yüreği. Öyle ki, ona baktığımda, Hz. İbrahim’in kayıtsız şartsız tevekkülünü hatırlıyordum.
Ona söylenen her bir teselli cümlelerine karşılık, “Dua edin, sadece dua” diyordu. Bu duruşu onun çok özel, güçlü biri olduğunu ve içsel donanımın kalitesini gösteriyordu. Her halinden bir veli misali hikmet dersleri alıyorduk.
Bir arkadaş hastane odası mı yoksa evliya gölgesi mi belli olmayan bu odaya mutlaka gitmeli demişti. Evet, hakikaten öyle bir hava vardı, oraya gelen tarif edilmez bir sükunet bulup çıkıyordu. Hayatın faniliği dair derslerle çıkılıyor, bildiğiniz her şey farklı renkler alıyordu hastane odasında ya da evliya gölgesinde. Kalbi ve diğer hasseleri öylesine gelişmiş biriyle muhatap olmak alışık olmadığımız duyguları hissettiriyordu.
Hastanedeki geçirdiği zaman içinde her gün yanına gidiyor, yaralı kalbinde ki sükunet bakışlarını, duru beyaz bakışlarında cennet tebessümünü uzun, uzun seyrediyordum. Çok güçlü bir imana sahip olduğunu düşünüyordum; bu olaydan herkes gibi çok etkilenmiş, kendimi ve hayatı yeniden sorguluyordum.
Çoğu zaman böylesi teslim olma ve tevekkül halini yaşayamıyorduk. Bilhassa bu konuda sıkıntıları olan biri olarak bu zayıf yanlarımı onun yaralı kalbi onarıyordu ve beklide onda tarif edemediğim çekim buydu. Rabbim beni ona karşı çok şefkat ettirmiş ve çok sevdirmişti. Muhabbet cemalî isimleri görmeye yardım etmek için verilen ayna idi. Tüm esmaların sahibi, bu vesile ile ondaki esmayı okutuyordu.
Bana bakan yönüyle her gün farklı dersler aldığım bir süreçti. Hastane kapısından her çıkışımda “benim” dediklerimi, dünyaya ait sıkı bağlarımı düşünüyordum. Benim ailem, benim işim, benim… benim…! vs... Kavramlar içersindeki anlamlar tümüyle değişmişti. Esasında bize ait olan hiçbir şey yoktu. Sadece Rabbim yanımıza olanları kendini tanıttıracak vesileler kılmıştı. O varsa herşey vardır hakikatini zihnim tekrarlıyordu.
Hakikate dair bu dersleri, hastane odasında ve yaralı bir kalpte Rabbim yeniden, yeniden okutuyordu. İçim çok acıyordu, neleri dert ediyor, nelere üzülüyordum. Böylesi bir imtihanın yanında öylesine silikleşiyordu ki, tüm bunlar sanki dünyadan çıkmış uzay boşluğundan bakıyordum, dünyaya ve hayatıma. Hayatın içindeki herşey küçülmüş, hızlı bir film şeridi gibi hayatın faniliği okunuyordu.
Ve ben üşüyordum. Kar çiçeğinin güçlü duruşu benim zayıf hallerime ayine olmuştu. Farkında değildi; kendi yaralarıyla başkalarının yaralarına merhem olduğunun.
İmam-ı Rabbani’nin dediği gibi: “Bu dünyanın en kıymetli sermayesi, üzüntü ve yaşadığımız sıkıntılardır.”
Şimdi kar çiçeği, sevdiklerinin de desteği ile sarmaya çalışıyor yaralarını. Kaldığı yerden hayata tutunmak üzere…
İnanç baharın bir gün geleceğine duyulan çok güçlü bir duyguydu. Kardelenler baharı müjdeler ve sabırla bekler. Ve kar çiçeği, zor ve soğuk zamanda imtihana açtı gözlerini. Hiç ümitsizliğe düşmedi, kime yöneleceğini bir an olsun unutmadı. Şimdi üşüyordu ve inanıyorduk Kainatın Sahibi onun üstüne en sıcak güneşlerini doğduracaktır.
Kar çiçeğinin kökleri çok sağlamdır, en zor rüzgarlara dayanıklıdır. Ta en derinden kök salmıştır toprağın içine. Bu imtihanı da geçecektir biiznillah.
Rabbim; Şâfi isminle kalbi yaralarımızı sar. Yaralarımızı rahmetinle, şefkatinle terbiye et, iyileştir. İmtihanlarımızı kolay eyle. Yüzümüzü her daim kendine çevir... Rabbim; ona ve bize teslim olmanın ve tevekkül etmenin en yükseğini güzel sabırla ihsan et…
Not: Gerçek bir hayat hikâyesinden bahsedilmiştir. Şimdi kar çiçeği işe başladı ve her geçen gün daha iyi oluyor.
© 2021 karakalem.net, Sinay Avşar