Muhabbet istilacıların en güzelidir

Mona İslam

İNSAN DÜNYADA yaşar, arzlıdır, ama dünyevi bir varlık değildir. Dünya evimizdir, misafirhanemizdir, ancak insan gözünü yıldızlarla yazılı semaya dikmiştir. Hayali onun melekutuna erişir. Aklı neden sonuç ilişkisi içerisinde eşyanın hakikatine nüfuz etmeye çalışır, kalbi daima ayan-ı sabite olan esmaya rabt edilmiştir. İnsan bu isimleri başkalarına verse dahi onları hissetmektedir. İnsan ceseden bir dabbe sayılsa da, manen kevni, yani kozmik bir varlıktır. O ruhu ile ötelere hasret, cismi ile dünyaya çakılıdır. Tüm çelişkisi, tüm karmaşası, ait olduğu yeri bulmaktır. İnsan her yerlidir. Zira yaratılmış her alemin bir cüz-ü insanın içine derc edilmiştir. Bu yüzden ünsiyet ehlidir, her ortama kolayca uyum sağlayabilir. Bu da onu aslında nereye giderse gitsin evinde kılan büyük bir nimettir. O kendini nispet ettiği Zat’ın tüm dairelerinde gönlünce gezebilir, ferahla yaşayabilir.

İnsanın maddi varlığı cesedinin bittiği yerde bitmez. İnsan bitkilerle, hayvanlarla, ateşle suyla, toprakla, havayla ve ışıkla alakadardır. Onlardan yaratılmış görünen görünmeyen ne kadar varlık kategorisi varsa insanla etkileşim halindedir. Bir yerde bir kuş türünün tükenmesi bizi incitir, hayvanlara eziyet edildiğinde bizim de canımız yanar, bir yunus yolunu kaybetse onun evini bulması bizim derdimiz olur, bir yerde kıtlık olsa, ağzımızın tadı bozulur, bir çöpte atılı ekmekler görsek içimiz cız eder, bir yaramaz hoyratça bir çiçek koparsa içimizden bir şey kopar, komşumuz karısını dövse bizim de yüzümüze bir tokat vurulur. Bir kaç gün güneşi göremesek huzursuz oluruz, bulutlar çekilsin diye gözümüzü intizarla göğe dikeriz. Bir süre yağmur yağmasa, hasretle o rahmeti bekleriz.

İnsanın manevi vücudu da alakadar oldukları kadardır. Birine duyduğumuz samimi sevgi bizi ona bağlar. Bir dostun derdini dinlemek bizi onun hayatına dahil eder. Bir filmde, bir romanda, ruhumuz bir kahramanın karakterine hulul eder , onun yaşadıklarını yaşar gibi olur, onun acısını, sevincini paylaşır, kurtulduğunda ferahlar, düştüğünde “ah!” ederiz. Biz sevdiklerimiz kadar varlığımızı genişletiriz. Her muhabbette içimizde sevilenin bir izdüşümü var edilir , ve biz sevdikçe çoğalırız. Sevdiklerimiz doyunca biz de doyarız, biri onları sevdiyse bizi de sevmiş gibi hissederiz, biri onların bir ihtiyacını giderdiyse biz de rahatlarız. Onlarla beraber ağlarız, yalnızlıkları ruhumuza dert olur, dua ile yardım etmeye çalışırız. Başlarına bir şey gelse hissederiz. Gözlerimiz onların cesedine bakmaz, onların ruhuna nüfuz eder. Bir ağacın yaprakları düşmesin, bir çiçek boynunu bükmesin, bir kedi aç kalmasın, bir köpek taşlanmasın, kimse üşümesin, hiç üzülmesin isteriz. Herkes için adalet, herkes için rahmet, herkes için ferah dileriz. Bir dostumuz yanlışa düşse biz düşmüş gibi oluruz. Bir derdine deva olamamak, bir hakikati anlatamamak bizim de ruhumuzu daraltır. İsteriz ki bize verileni paylaşalım. Zira insan vermeden rahat edemez, vermeden alamaz da üstelik. Gayra verdiklerimiz sayesinde Sonsuz Hazine Sahibinden alırız, bir elimiz Ona bir elimiz kainata bakar. İkisi de daima açık tutulmalıdır.

İnsanın elini kapatması ile kalbini kapatması arasında fark yoktur. Sadaka vermekte cimrilik etmekle, sevgi vermekte cimrilik etmek arasında da fark yoktur. Bu yüzden gülümsemek sadakadır. Bu yüzden selam vermek sadakadır. İnsan sevdiği birine uzun uzun baktığında, eğer Rabbine şükredebiliyorsa, hiçbir şey söylemeksizin de sevdiğine yardım eder. Hatta uzaklarda dahi olsa, berzahta dahi bulunsa duası dünyalar arası perdeleri yırtar, girilmez dünyalara girer, sevilenin elini tutar. Sevgi sevilene daha bu dünyada şefaat eder. Sevgi külli bir dua olur. Rabb sevenin hatırına sevilene müstehak olduğu cezayı vermeyebilir. Siz olsanız sevdiğiniz birinin sevdiğine kıyabilir misiniz?

Muhabbet istilacıların en güzelidir. Şeytan insanı fakirlikle korkutur, cimriliğe sevk eder. Bu insanın varlık hakikatinden gafil oluşudur. Rabb hazinelerinin anahtarlarını insana teslim etmiştir. İnsan Rabbimdendir demek şartı ile sonsuz zengindir. Sonsuz verebilme kapasitesine sahiptir. Himmeti kainatın tamamını kuşatabilir. Her bir isimle kainatta Rabbini temsil eder derecede icraatta bulunabilir.

İnsanın yaşadığı hayat anından ibaret değildir. Zira insan cesetten ibaret değildir. Cesedin derce-i hayatından, kalbin, ruhun, hayalin derece-i hayatına geçildikçe zaman bast eder. Biz mazideki anılarımızla mesrur oluruz, gelecekte bizi bekleyenlere gülümseriz. Hayra duamıza amin diyen meleklere muhabbet besleriz. Berzahtaki yakınlarımıza selam göndeririz. Hiç tanışmadığımız, ama ruhen tanış olduğumuz enbiyayı, evliyayı aşk ile severiz. Birini bile görmek için ölmeyi seve seve tercih ederiz. Onların adı ağzımızda tat bırakır. Zikri kalbimizde huzuru çoğaltır. Evleri evimiz olur, berzah şehirlerine sıla hasreti duyarız. Biz onları sevdikçe onları bünyemize dahil eder, biz dahi onların bünyesine dahil oluruz. Onları kendimizle alakadar ederiz. Zira İsm-i Vedud iki daima iki taraflı çalışır, birini ihlas ile severseniz, fıtraten sizi sevmemesi mümkün değildir. Aksi halde ya sizin ihlasınızda bir gedik vardır, yahut onun fıtratında bir bozukluk. İhlasın açamayacağı kapı, giremeyeceği gönül yoktur.

İnsan zamanda ve mekanda bast ile altı vechesini de nur eder, adem vücuda inkılab eder. Adeta bir küre içinde gibi olur. Her yere bakan bir gözü, her varlığı hisseden bir kalbi, her şeye gülen bir yüzü olur. Yağmur damlalarında dolaşır, meleklerle söyleşir. Yıldızlara göz kırpar, geçmişi anı ve geleceği bir arada yaşar, cennete elleri uzar, maksuduna ulaşır. Zamanda ve mekanda sonsuz genişleyen, muhabbetle tüm varlık alemini içine alan küçücük insan Rabbine külli bir ubudiyetle muhatap olur. İnsanın biricik maksudu Zat-ı Zülcemale vuslattır. İnsan kainatın göz bebeğidir, ve gözü sadece Rabbine bakar. Rabbine bakan bir göz de ne şaşar ne şaşırır. Gayra bakan göz ne görür ne mesud olur.

Denilir ki, bir kamil insana muhabbetle, amellerinde nakıs dahi olsa insan onun cezbesine kapılır, o yavaş yavaş onun üzerinde tasarruf eder. Meyl arzuya, arzu muhabbete, muhabbet aşka, aşk incizaba dönüşür. Aşk şedid muhabbetin adıdır. Nefsin halleri ile rabıtası yoktur. Aşk sizi nefsin her mertebesinde öldürür, her rolden soyar, dizinizi titretir, belinizi büker, secde ettirir. Aşkın her hasreti, her acısı, nefsin can çekişmesinin alametidir. İncizap ise ism-i Vedud’un arşıdır. O vakit insan gezegenler misali o insan-ı kamil güneşinin etrafında döner durur. Bu tıpkı Mescid-i Haram’ın etrafını tavaf gibidir. Tüm varlık alemi Hakikat-i Muhammediyenin varislerinin etrafında döner durur. Elektrik yüklü parçacıklar gibi manyetik alanda harekete geçer. Muhabbet bizi elektrikle yükler, bizi mukarrebunun kutlu dairesine rabteder.

İnsanın ünsiyeti ve dostluğu onu ya haliliyet ya habibiyet makamına ulaştırır. Bizi ya atası İbrahim’e ya Muhammed-i Arabi’ye vasıl eder. Dostluk makamı Hz. İbrahim’in, aşk makamı Efendimizindir(sav). Sevgi dostlukta da aşkta da karşılıklıdır, zira ikisi de Vedud’un tecellisidir. Aralarında sadece muhabbette mertebe farkı vardır. Dünyamızı dostlarımızın yahut maşukumuzun dünyası kadar büyütür, lezzetimizi onların lezzetine tutturur. Bizi onların sofrasından havariler gibi yedirip içirir. Bu yüzden sinek de olsak Üstadımız sayesinde kartallar kadar yüksek uçabiliriz. Hz. İnsanı sevmek bizzat Allah’ı sevmektir. Zira halifesi aslının işaretidir. Bu yüzden melekler Adem’e secde etmişlerdir.

İnsan fıtraten mükerremdir. Ancak bir gün o kainat kadar dolu hazinesini kaybeder. Bu adeta Karun servetini kumarda çar çur etmek ve iflasa çıkmak elde kalan bozuklukla yetinmek zorunda kalmak gibidir. Hiçbir insan fakir değildir. Hiçbir insan eksik değildir. Onun tüm eksikliği kemalini görmemektedir. Ona tüm kainat musahhar edilmiştir. O hem müşahiddir, hem nezaret eder, korur ve gözetir. Varlığın “sebbaha lillahi ma fissamavati ve ma fil ard” nidasını işitir. Onların tesbihatını görür, bundan hoşlanır, bir müjdeli haberi yetiştirir gibi Rabbine sunar. “Nahnu” sırrıyla tasavvurunun, himmetinin, muhabbetinin, niyetinin genişliği nispetinde varlığı arkasına alır, onlara imam olur. Namaza böyle koşar, duayı böyle eder. İsterken herkese birden ister. Zira bilir ki kendisi herkestir. Ve herkes kendisidir. Herkes mutlu olmadan mutlu olması mümkün değildir.

İnsan acizdir, zayıftır, mahlukatın en naif, en kırılgan olanıdır. Her şeyi öğrenmeye muhtaçtır, zira hiç bir şey bilmez iken dünyaya gelir. Ancak insan sorumluluk sahibidir. Bir mecliste, bir vazife, taşınacak ağır bir yük varsa, ve kimse buna cesaret edemiyorsa, insan zayıflığını bilmesine rağmen o yükü sırtlanır. “Madem ki taşınmalıdır, mühimdir, kimse taşımıyorsa onu ben taşımalıyım” der. Cehd eder. Annesine yardım etmek için boyundan büyük işlere kalkışmış bir çocuk gibi Rabbin muhabbetine mazhar olur. O zaman Rabb ona bizzat kendi yardım eder, yükü bizzat kendi taşır. Rabb iradesini insanın meyillerine rabtetmiştir. O atınca Allah atar, Allah onun gören gözü işiten kulağı olur. Buna da kanımca insanın halifeliği denilen şeydir. İnsan Rabbinin hatırına O’nu temsil vazifesi yüklenir. Esmasını zayıf beline yükler. Rabb de asla böyle bir muhabbeti karşılıksız bırakmaz. Siz secde ederseniz Rab sizin yüzünüzü yerde komaz. Cennetlikler cennetin kapısından girince şükür secdesine kapanırlar, ve Allah onlara şöyle seslenir “Kalkın siz yeterince secde ettiniz”. Onların kalpleri daima hayranlıkla, hayretle, aşkla secde halindedir. Vuslat için aşktan iyi binek bulamazsınız, zira aşk sürekli bir manevi secde halidir.

  24.03.2009

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut