Ölümlerden ölüm beğen!

Mona İslam

HAYAT HER BİRİMİZE üst üste gelen sıkıntılar yaşatıyor. Güzellikler var elbette, ama burası dünya ve her zaman en güzel şey dahi yanağınızdan bir makas alıp uzaklaşan sevgiliyi andırıyor. Nimetler içinde konforlu bir hayat bile, bir ilahi rabıta kurmayı beceremeyince can sıkıcı, kalp yorucu, bıktırıcı bir hal alıyor. Yatay düzlemde neye sahip olursanız olun nefsiniz deniz suyu içmiş gibi “hel min mezid” (daha yok mu) diyor. Bu insana cehennemi bir hali çağrıştırıyor “Onlar yerler ve doymazlar, içerler ve susuzlukları gitmez” zira tokluğu da, tatmini de veren Allah’tır. Ve Allah bizim bu dünyada tatmin olmamızı, yerleşip kalmamızı dilememiştir. Bizi daima bir çapanoğlu çıkartıp ileriye sevk etmesi, başka bir şey aratması yaradılış maksadımıza yöneltmek içindir.

Bu sıralar ben de bir dizi daralma yaşadım. Kabz halleri birbiri peşi sıra tesbih taneleri gibi geldiler, ağzımın tadını iyiden iyiye bozdu, beni rahat kanepemden, sükunetli kalbimden ettiler. Düzeltmeye çalıştıkça elime yüzüme bulaştırdığım hadiseler, çözmeye çalıştıkça iyice kördüğüm olan sorunlar, ilgi bekledikçe iyice sizi görmeyen dostlar, aferin istedikçe atılan fırçalar, gösterilen kusurlar beni canımdan bezdirdi. Bir de üstüne üstlük bu koşuşturmada zaten dikkat etmediğim beslenme düzenim iyice bozulup halsizlik, bitkinlik, günü tamamlayamama, erkenden yatma çok uyuma halleri hasıl etti. Konsantrasyon bozukluğu, yapılacak işlerin üstesinden gelememe, düşüncesizce atıştırma, ne yaptığını ne hissettiğini bilememe, anlamı neredeyse hepten yitirme halleri yaşadım.

Sonra bir kitap zihnimi açmama vesile oldu. Tasavvufta dört tip ölümden bahsediliyordu. İlki beyaz, ikincisi kırmızı, üçüncüsü yeşil, dördüncüsü siyah ölümdü. Beyaz ölüm açlıkla, kırmızı ölüm şehvete gem vurma ile, yeşil ölüm iltifata, giyim kuşama, makam ve mevkie, teveccüh-ü nasa sırt çevirme ile, siyah ölüm de sevdiklerinin eziyetine sabretme ile gerçekleşiyordu. Oruç ve sünnete uygun yeme içme ile beyaz nefse sınırlarını bildiriyorduk, iffet ve tesettürle kırmızıya, ihlas ile yeşile dayak atıyorduk, en çok sevgi ve anlayış beklediğimiz nazarlardan eli boş dönmeyle de siyah nefse “öl” diyorduk.

Anlaşılmaz görünen kaotik hadiseler bu bilgiden sonra nazarımda bir bir anlaşılır olmaya başlamıştı. Benim dört renk, dört çeşit nefsim vardı. Beyaz, kırmızı, yeşil ve siyah düşman. Ruhum bunların ortasında bir yerde duruyor ve kendini ebedi ölümle neticelenecek darbelerden korumaya çalışıyordu. Adeta dörtlü bir saldırı altındaki bir savaşçı gibiydim. Bazen biri bazen diğeri hamle ediyor, beni yara beri içinde bırakıyorlardı. Her bir sıkıntı, her bir musibet bir nefsime saldırmaya gelmiş kılıç ustalarıydı. Musibetler dost, nefisler düşmandı. Ben dostu düşmanı karıştırmış, nefsime vurdukları için musibetlere söver olmuştum. Oysa varlıkları ruhum için nimetti, savaşıma yardım ediyorlardı. Onların varlığından hoşlanmayan nefislerimdi, ruhum değil. Onları esir almak yahut öldürmek niyeti ile hamle ediyorlardı. Her aklıma geleni ağzıma atmamalı, her istediğimi yememeliydim. Kan değerlerimi altüst ediyor, hastalıklara davetiye çıkarıyor, kilo alıyor, tembel ve hantal bir hale geliyor emanete ihanet ediyordum. Bu beyaz canavara karşı kendimi kollamalı ve kılıcı elime almalıydım. Bana “diyetine dikkat et!” diye bağıran, “oruç tut!” diye emreden, musibetleri savaşımda yardımcı gönderen Celal sahibinden başkası değildi.

İnsan ilişkilerinde sosyal hayatta hal ve hareketlerime dikkat etmemi, etrafımdaki kırmızı alarmlara aldırmamı ve siper almamı söyleyen de O’ydu. Bu yüzden ettiğim her dikkatsiz harekette, iyi niyetle de hareket etsem başıma bir taş atılıyor ve ormana giden yoldan ihtarla geri döndürülen bir koyun gibi hissediyordum. Demek beni benden ziyade düşünen ve her daim gözeten biri vardı. Himaye isteyen ve gayrın nazarından ürken kadın fıtratına, nefsi cihetinde atılan taşlar elhak iyi geliyordu. Zira bazen insan çok düşüncesizce hareket edebiliyor, yanlış anlamalara sebebiyet verebiliyor kendini zor duruma sokabiliyordu. Ya da kimi zaman bazı densizlere had bildirmek için de evvelce kafanıza atılan Rububiyet taşlarını kullanmanız gerekebiliyordu. Bunların tümü kırmızı nefse ağzının payını vermek için işlevsel şeylerdi.

Bazen de kimi arkadaşlarınızdan yüzünüze karşı yahut gıyabınızda haddinizin fevkinde iltifata mazhar oluyordunuz. Size “şeyh” diyenler, “Kızımı sana havale edeceğim, teyzesi varsın olacaksa senin gibi nurcu olsun” diye takılanlar, hazırladıkları bir projede fikir danışacak kadar hürmet edenler, ağzınızdan birisi ile ilgili olumsuz bir cümle çıktığında “A Mona hiç kimse hakkında böyle konuşmaz hakikaten kötü bir şey yapmış olmalı” diye size hüsn-ü zan edip nefsinizle ve öfkenizle hareket ediyor olabileceğinize hiç ihtimal vermeyenler, gelip size ağlayıp dert anlatanlar ve her müşküle bir çözümünüz olduğunu zannedenler, anlattığınız herşeyi yaşıyorsunuz sananlar, elele bir gece yürüyüşünde dahi yıldızlarla ilgili cümlelerinizi yüksek müşahedenize ve sofuluğunuza verenler, beceriksiz bir romantik olduğunuzu, iltifat etmeyi dahi bilmediğinizi anlamayıp bunu tefekkür ettiğiniz şeklinde yorumlayanlar varken, yeşil nefsi öldürmek ne mümkün! Sürekli salvo yapan ve sizi bir soluk dahi dinlenmeye bırakmayan bir amansız saldırgandı yeşil nefis.

Her biri için ya dışarıya dönük, ya kendi kendinize “ben ibadetlerini bile huşu ile yapabilen biri değilim nerde şeyhlik, sofuluk” demeniz, “Ah kimseyi emanet alamam ben kendi kızıma doğru dürüst annelik yapamıyorum, sabırsızım, enerjim az, çocukların seviyesine inemiyorum, çok zaman çaresizlik hissediyorum, kızımda ne gördüyseniz Allah’ın inayeti ben sadece yaramazlıklarına ve huysuzluklarına ortağım, bana benzediği için bunları yapıyor” diye eklemeniz, fikrinize müracaat edenlere dua gibi Rabden yardım isteyip nefsinize mal etmeden fikir vermeniz, kendinizi varsa bir bilginin iletiminde tablacı bilmeniz, öfkelendiğiniz birinden bahsedildiğinde çenenizi tutmanız, hatta kabilse hakkında güzel şeyler söylemeye kendinizi zorlamanız, sevmiyorsanız da “mış” gibi yapmanız, “Ya Rabbi kalbimi mü’min kardeşime ısındır” diye niyaz etmeniz, romantizmden anlamadığınızı itirafla gecenin içinde sessizce yürüyüp semanın sukunetinden imdat istemeniz, kimsenin süslü laflarla, edebiyat yapılarak kalbinin kazanılamayacağını bilmeniz yeşil nefsinize savaş açmanızdır.

Belki de insanı en çok yaralayan siyah nefsin darbeleridir. O her vuruşunda sizi ademe, anlamsızlığa, karanlığa, rahmetten şüphe etmeye, ye’se ve kedere atar. Her ayakta kalamayıp düşüşünüzde ruhunuzu bir Yusuf kuyusu içinde debelenirken bulursunuz. Kardeşlerinden sevgi beklerken zulümle karşılaşan Yusuf gibi sizi de en çok en sevdiklerinizin yaptıkları incitir. En çok onların gözüne girmeye çalışırsınız, onların hoşnutluğunu istersiniz, beğenileri ve takdirleri için dört dönersiniz, onlardan gözyaşları içinde sevgi ve ilgi dilenirsiniz.

Ama sizi görmezden gelirler, yok farz ederler, sesinizi duymazlar. Yakarışınızı işitmezler. Dilinizi anlamazlar. Tıpkı sunaklarında sabah akşam kendinizi kurban ettiğiniz büyük putlar gibidir onlar. Anne babalar, kardeşler, evlatlar, eşler, en iyi dostlar, tüm sevgililer. Kişi en çok sevdikleriyle sınanır daima, en yakınları ile imtihan olunur. Başkalarının bin batman ezası vız gelir de sevdiğinin bir yüz çevirmesini dayanılmaz addeder. O kadar önem verdiği, üzerine titrediği, hayatının en ince ayrıntısına kadar nazar edip dertleri ile dertlendiği zevatın kendi en küçük derdine karşı bir duvar gibi hissiz olduklarını görür. Çok hatalarını “canın sağ olsun” diye bağışladığı, çok ezalarına “canımsın” diye katlandığı insanların kendisini bir küçük hatada silip atmalarını, kolayca gözden çıkarmalarını hazmedemez. Yabancılarla bile farklı lisanlarda konuşabilen dili sevdikleri için bazen anlaşılmaz olur, yanlış anlaşılır, hatta kulak tıkanır hale gelir. Kalbinizde vazgeçilmez yer kaplayanların kalbinde küçücük bir yer bile işgal edemediğiniz acı ile fark edilir. Minnettarlıklarınız sizi köle ettikçe siz bir kürek mahkumu gibi karşınızdakinin iki dudağı arasına hayati umutlarınızı bağlarsınız. Sonsuza kadar bekleyebileceklerinizin, her sıkıntısına sabredebileceklerinizin sizi beş dakikada yarı yolda bıraktıklarını görmek kalbinizi içindekilerle beraber gömer. Kurban olursunuz, elinizi savaşmak için kaldıramayacaklarınız, vurmaya kıyamayacaklarınız tarafından öldürülürsünüz. Siyah nefis böyle gaddardır.

Ona karşı yapılabilecek tek şey “Hasbunallah” demektir. Rahman’ın koruma şemsiyesi altına girmektir. Sevmekle ve sadakatle mükellef olduklarınız yahut zaten isteseniz de kalbinizden çıkarıp atamadıklarınız için kalbinizin durmasını göze almaktır. Tüm ruh-u canınızla “Fefirru ilallah” deyip Rabbe kaçmaktır. O zaman Rabbin size yolladığı tüm sınamaları, tüm belaları siyah nefsinizi devirmek ve onu bir daha ayağa kalkmamak üzere alt etmek için gönderilmiş memurlar olarak görürsünüz. Tüm kölelik zincirleriniz kırılır, ve özgür kalırsınız. Kalbiniz gömüldüğü topraktan yepyeni bir iade ile size geri döner, artık içindeki mabudlar toprağın olmuştur, size ölmeden önce ölme ödülü verilir ki, bu temiz bir kalptir. O zaman ahırda kaybettiğiniz tespihinizi pazar yerinde aramaktan vazgeçersiniz. Zira tesbih anlamdır, boncuk değil, her yerde her şey gibi siz de boncuklara muhtaç olmadan tesbih edebilirsiniz. İşte tam da o zaman meleklerin aldığı kokuları duymaya başlar, o kokularla gıdalandığınızı hayretle fark edersiniz.

Artık gayrın vereceği azığa, alakaya, takdire, sevgiye ihtiyacınız yoktur, sizi reyhan kokuları ile veliler, gül kokuları ile nebiler karşılar. O zaman ruhunuz tüm düşmanlarını atletmiş bir gazi vakarıyla ayağa kalkar, üzerine Rahman’ın her yönden gelen nuru vurur. Ona “Ey nefsi mutmaine, kullarımın arasına dahilsin, haydi gir cennetime” denilir. Evrenin her köşesi ırmakların çağıldadığı bir cennet olur. Zira artık ruha ferahlık veren ırmaklar içimizden akmakta, hoş kokular nefsimizden gelmekte, çiçekler yüzümüzde bitmekte, meyveler ellerimizden insanlara dağılmaktadır. Artık güneş doğmuş ateş böceklerine hacet kalmamıştır.

“Mideni reyhana, güle alıştır da, peygamberlerin elde ettikleri hakikati, hikmeti elde et, onların manevi gıdalarını bul! Mideni şu samandan, arpadan vazgeçir; reyhan ve gül yemeye başla! Ten midesi, insanı samanlığa doğru çeker götürür; gönül midesi ise reyhanlığa ulaştırır. Samanla, arpayla beslenen hayvan kurban olur; Hakk nuru ile gıdalanan da Kur’an olur.”*

Himmeti için Hz. Mevlana’ya minnetle, kurban olmama duası ile…

  15.03.2009

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut