Modern katliam!

Işık Tülümen*

BUGÜN VE hatta şimdi bir şeyler yapmalıyım. Tüm üst kimliklerimi bir kenara bırakarak ve sırf insanlığımla baş başa kalarak!

Hiç kimseye karşı duygu sömürüsü yapmak veya kimsenin duygularını provoke etmek gibi bir niyetim yok. Amacım yalnızca acımı paylaşmak.

Her gece ertesi gün bir şeyler veya hiç değilse tek bir şey yapmak isteği duyuyor ve sabahları böyle bir ümitle güne başlıyorum. Ama gündelik yaşamın akışına kapıldığımda bir gece önceki kararımı unutuyor ve o günü de dünyanın hiçbir yerinde zulüm yokmuş ve dünya sıradan bir gün geçiriyormuş gibi yaşıyorum. Günün içinden aydınlık alındığında ve akşam olduğunda ise yine tek bir şey bile yapamamış buluyorum kendimi.

Akşam haberlerinde dünya gezegeninde o gün yaşananları öğrenmek için “oldukça rahat” koltuğumda konumumu alıyorum. Televizyon denen bu “sanal alem”in içinde “gerçek” İsrail zulmünün pençesinde ağlayan “gerçek” insanları gördükçe hüznüm geri geliyor tüm yoğunluğuyla.

Yine bir şeyler yapmamanın ezikliğini duyumsuyorum yüreğimde. Hiçbir şey yapmıyorsam, bu şekilde sessiz kalmamın, var olan bir zulmü onaylamak anlamına geldiğine olan inancım yine sorgulamaya başlıyor sahibini. Neden sustun? Neden hala susuyorsun? Neden hala tepkini ifade etmedin?

Evet, artık suskunluğum beni boğmaya başladı. Yavaş yavaş boğulduğumu hissediyorum. Tıpkı su almaya başlayan bir gemi gibi. İçinde mahsur kaldığım deniz suskunluk denizi. Su almaya başlayan gemi ise insanlığım. İnsanlığım sustukça batacak ve derinliklere gömülecek sanki. O yüzden suskunluğumu artık bozmak istiyorum.

Herkesin yapabileceği bir şey vardır. Filistin’e yapılanların bir zulüm ve insanlık suçu olduğunu düşünmek ve bu düşüncesini ifade etmek bu anlamda bir “şey”dir. Toprakları işgal edilen Filistin halkının mücadelesinde haklı olduğunu düşündüğünü söylemek bir “şey”dir. Suskunluğunu doğrudan yana bozmaktır.

Tarihsel bir sürece sahip olan İsrail-Filistin çatışması yeni bir durum olmadığından ve bu nedenle kamuoyunda bir nebze kanıksanmış olduğundan, toplumun bazı kesimleri bu “zaten var olan” çatışmanın neden bazılarınca bu kadar büyütüldüğünü düşünüyor olabilir. Ancak bu kez farklı olan şey, yıllardır kendi topraklarında açık hava hapishanesini aratmayan ve hatta çok daha ağır bir yaşam şekli sürdürmeye zorlanan Gazzeli halkın “sürekli ve yoğun” bir bombardımana maruz bırakılmasıdır. Ve bu farklılığın da farkı, kullanılan bombaların, kullanımı uluslararası hukuk açısından yasaklanmış silahlar niteliğinde olmasıdır. Ve yine bir başka fark da, normal savaşlarda eylemlerin sivil halka yönelmemesi gerektiği yönündeki savaş ilkesinin İsrail tarafından tamamen terk edilmiş olmasıdır. Ve daha da kabul edilmez olan bir fark, bombaların hastanelere ve okullara isabet ettirilmesidir. Ve bundan da kabul edilmez olanı, kullanımı yasak olan bombalar sivil halk üzerine gönderilirken İsrail halkından bazı sivillerin son derece rahat ve memnun bir şekilde bu manzaraları uzaktan dürbünle çocuklarına izleterek sevinç çığlıkları atmalarıdır.

Bu insanlık mıdır?

Bunu yapanlar insanlığın neresindedirler? Bebekler üzerine atılan fosfor bombaları sadece bu bebeklere değil, bu bebekler üzerinden tüm insanlığa atılmaktadır. O nedenle bombalar sustuğunda vicdanlar hala sızlıyor olacak. Acıyla ölen her bebekle birlikte insanlığımız da bir parça ölmektedir. Ve insanlık tamamen öldüğünde bu bir türlü paylaşamadığımız dünyayı kime teslim edeceğiz?

Savaş tekniği bu kadar gelişmiş olan İsrail devleti, tüm enerjisini insanlara daha çok zarar verecek ve sadece öldürmekle kalmayıp, içlerindeki nefreti de isabet alan vücutlarda şekillendirecek silahları tercih ediyor. Sadece öldürmüyor. Katlediyor, vücutları parçalıyor, yakıyor ve bu şekilde hayatta kalabilenlere çok büyük acılar çektiriyor. Tebrikler İsrail! Kötü olmayı çok güzel başarıyorsunuz! Kibirlenerek fırlattığınız bombalar tüm enerjinizi ne için harcadığınızın en büyük kanıtı. Bu kadar gelişmiş teknolojiye sahipseniz, yaralıların ve özverili sağlık personelinin bulunduğu hastaneleri nasıl tespit edemiyor ve mükemmel parçalayıcı ve acı çektirici bombalarınızdan ayrık tutamıyorsunuz? Silah, roket, füze, fosfor gazı, misket gazı üretiminde kullandığınız zekânız ve enerjiniz, bunların hastanelere ve okullara isabet etmemesi gerektiği kuralını nasıl uygulayamıyor. Çünkü tebrik edilecek kötülüğünüz sürekli devrede ve bir türlü devre dışı kalmıyor.

En son geçen gün Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ve Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek tarafından ortaya atılan ateşkes söylemlerinin ardından devam eden bombalamanın arasında İsrail’in yaptığı açıklama insanlık adına utanç verici olmakla birlikte, kötülüğün günde 3 saat devre dışı kalacağını ve 3 saat boyunca ateş kesileceğinin bilgisini verdi. Bu açıklama son derece dikkat çekicidir. İsrail Devletinin günde 3 saat ateşkes ilan ettiğini söylemesi, bu açıklamayı getirinceye kadar sürekli olarak Gazze’yi bombaladığının da açık bir itirafıdır çünkü.

Tüm dünyanın gözlerinin önünde ve insanlığın medenileştiğinin en çok iddia edildiği şu zaman diliminde yaşananlar, daha doğrusu yaşatılanlar bilinen kelimelerle ifade edilemez. Gazze’de yaralanan ve şehid olanları gösterme duruşunu sergileyen televizyon kanallarının bağımsız, tarafsız ve objektif haber verme kararlılıkları sayesinde gözlerimden beynime ulaşan görüntüleri beynim insanlık adına koyacak, tahlil edecek yer bulamazken, kalbimi ve aklımı panik olan beynime teselli verirken buluyorum. “Hiçbir kötülük cezasız kalmaz” diyor aklım ve Allah’tan rahmet diliyor kalbim.

Ağlayan, ölen, yerlerde vücutları parçalanmış çocukları gördüğümde empati yapıyorum. Kızım ve iki yeğenimin okuduğu evimizin yakınındaki okula bir bomba isabet etse ben neler hissederdim? Ya da savaşın ayrımında olmayan bebeklerin bulunduğu bir hastaneye düştüğünde? Neler hissederdim, düşünemiyorum. Ama bizlerin düşünmeye, izlemeye cesaret edemediği şeyler yaşanmakta yirmi gündür. Dünya saatiyle tam 480 saattir bir halk kadın, erkek, yaşlı, çocuk ve hatta bebek demeden öldürülüyor ve Venezuella Devlet Başkanı dışında hiçbir devlet başkanı İsrail diplomatik temsilcilerine ülkesinin kapısını göstermedi, gösteremedi.

Modern dünyanın gözü önünde modernize edilmiş korkunç silahlarla yaşatılan bu yok etme ve nefret harekatı süresince suskun kalan tüm insanlık, Filistin halkına karşı vicdani sorumluluk yüklenmeye devam etmektedir.

İsrail ordusu mensuplarından bazıları bile devam eden bu soykırımının aktörü olmaktan vazgeçip askerliği reddettiler ve vicdani retçi oldular. Bunlardan bir kadın subay yaptığı açıklamada “Ülkemin Filistin’de gerçekleştirdiği katliamlara ortak olmamak için, elime kan bulaştırmamak için, askerliği reddettim. Orta Doğuda kardeşçe bir yaşam talep ediyorum” diyebilmiştir.

Ben ne yapabilirim elimden hiçbir “şey” gelmez diyenlere birkaç tavsiyem var. Herkesin ama herkesin yapabileceği bir “şey” mutlaka vardır.

Yeter ki tüm kalbimizle kendimize soralım; ben ne yapabilirim diye. Bu çok önemli soruyu bir başkasına değil sadece kendimize sormalıyız. Çünkü hiç kimse bizim yapacaklarımızın farkında değildir. Biz bile bu soruyu kendimize sormadan bu farkındalığa sahip değilizdir çünkü.

Yine de ne yapabilirim sorusunu bir başkasına yöneltenler için tavsiyem; yardım derneklerinin veya devletin resmi kurumlarının başlattığı kampanyalara PTT veya banka hesap numaralarına içlerinden geçen nakdi yardımı göndermek suretiyle katılmak, yakın çevremizdekilere zulmü onaylamadığını söylemek, bu konuda kamuoyu oluşturup demokratik kurallar çerçevesinde yürüyüş ve toplantı gibi etkinliklere katılmak, Filistin-İsrail çatışmasının tarihsel geçmişini ve bu savaşın nedenlerini öğrenmek, artık İsrail ürünlerini hiçbir şekilde satın almamak ve yakın çevremizdekileri de bu konuda uyarmak, kermesler düzenlemek, Filistin bayrağı asmak, Filistin atkısı edinmek ve kullanmak; hepsinden önemlisi de Filistin halkı için dua etmektir. Yeter ki yapılan zulüm ve insanlık dışı eylemleri onaylamadığımızı bir şekilde ifade edelim. Ve bu katliamda kimin yanında olduğumuzun duruşunu sergileyelim. Mazlumun mu, zalimin mi?

Globalleşen dünyada televizyon ve diğer kitle iletişim araçlarıyla evimizin içine kadar katliam görüntüleri ve yardım derneklerinin bölge insanının yokluk ortamını bildirerek yaptığı çağrılar, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” hadisinin sadece aynı mahallede yaşadığımız komşularımız için değil, uzakların artık yakın olduğu bu zaman dilimi için de söylenmiş olduğunu düşündürüyor artık bana.

Ben beynimdekileri ve yüreğimdeki acıyı aynı coğrafyada yaşadığım insanlarla paylaşabileceğimi düşündüm. Bu düşüncemden da dolayı okuduğunuz bu yazı kaleme alındı.

Yazımı bitirdiğimde gökteki Aya daha rahat bakabildiğimi fark ediyorum. Ayı paylaştığımız bir başka yeryüzü parçasında Filistin halkına uygulanan katliamı onaylamadığımı ifade edebilmiş ve onlar için bir şeyler yapabildiğine inanmış olmanın rahatlığıyla…

  19.01.2009

© 2021 karakalem.net, Işık Tülümen



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut