“O’NUN YÜZÜNDEN DEĞİL, O’NUN DÜŞMANLARI YÜZÜNDEN BELÂ GÖRMEK”

Halil Köprücüoğlu

RİSALE-İ NUR Külliyatında, 29. Mektup, 2. Desise-i Şeytaniyede (547) “O’nun dostları, onun yüzünden değil, onun düşmanları yüzünden belâ gördüler.” denmektedir.

Uzun süredir bu cümle beni meşgul ediyordu. Zaman zaman bu bahsi okuyunca, bu cümle önüme çıkınca beni rahatsız eden bir hal vardı. Belki de dolayısıyla okuduğum için anlayamıyordum.

Çünkü Üstad değil de düşmanları zarar veriyor olması garipti. Bizler BSN. Hazretlerinin arkasından gittiğimiz için, onun kitaplarını okuyunca, onun dediklerini yapınca bu hapisler, cezalar, belalar başımıza geliyordu. Fakat nasıl oluyor da “O’nun yüzünden değil de düşmanları yüzünden zarar gördünüz” deniyordu.

Bir sohbette bazı arkadaşlar ısrarla bu zahiren tenakuzlu cümleyi sorunca zihnen ona odaklanmak mecburiyetinde olduğumu anladım. Bu cümleye, tebeî baktığım için anlayamadığımı fark ettim. Hele mahkeme müdafaalarıyla ilgili yeni idrak ettiğim bazı gerçekler bu farklı cümleyi kavramama yardım etti.

Bediüzzaman Hazretleri Risalelerde ve hayatında ortaya koyduğu tarzında bize Kudsî Kaynaklara aykırı şeyler anlatmıyor, yanlış yollar göstermiyor. Tam aksine tamamen marzi-i İlâhiye uygun bir hizmetin haritasını çiziyor; Kur’anî bir meslek ve meşrebin usulünü öğretiyor.

Mesela bize Avrupa’yı bütünüyle kötülese, biz de bunu benimsemiş olsak, elbette ilmi veriler bu fikri reddedeceği için bizleri haklı olarak itham etseler, başımız derde girse “O’nun yüzünden bela görmüş” olurduk.

Bu asırda ferdiyetçiliği ortaya koysa Ekip Adamı olmayı, Meşvereti hafife alsa, ilim ve akıl bizi karşısına alırdı. Başımız derde girerdi. Bu yanlışı kimseye anlatamazdık. Nurlarla yapılan hizmetlerde muvaffak da olamazdık.

Felsefeye bütünüyle karşı çıksa, materyalist olanla beraber müspetini de reddetse çok perişan olurduk. Bütün akıl sahipleri ve idraklilerle ciddi kavgamız bulunur, perişan olurduk.

Bize Siyasal İslam’ı tavsiye etse, siyasetin bu kadar dışında olmaya çok ciddi olarak çalışmasa, kesinlikle mahvolmuştuk. Bu perişan dünyanın, yardıma cidden ihtiyacı olan, ancak onları ikna edecek hiçbir şeye bulaşmamış tertemiz bir dava arayan insanlarının nazarında Risale-i Nur Hizmeti çoktan yok olurdu.

Fenleri ve onların verilerini karşısına alsa, onları marifetullaha çevirmese zannedersem herkese ters düşerdik. “Tarikat berzahına uğramadan, ulum-u âliyeyi okumadan hakikate giden bir yol” göstermeyip, gösteremeyip; bizi (Sadece o branştakileri değil de genelde bütün insanları …) Arapçanın o ağır ve uzun bir tahsil gerektiren eğitimine yönlendirseydi halimiz nice olurdu. Bütün insanların kullandığı müşterek bir dil olan fenlerin, ilimlerin verilerini, bir Kur’anî Yolun üslûbu olarak mana-i harfiyle baktırıp, marifetullah haline getirmeyi öğretmeseydi, sebeplerin çeldiriciliği karşısında bu asrın müminleri olarak gerçekten perişan olurduk.

İrade ve Kudret sıfatlarından gelen Kâinattaki belagat ve fesahati; Kelam sıfatından gelen Kur’andaki kadar açıkça ortaya koyamasaydı, fenleri Allah adına konuşturamasaydı ne Risale-i Nur onlarca dile çevrilir, ne de dünyanın onlarca ülkesinde Risale-i Nur adına sempozyumlar düzenlenebilirdi.

İşte bizim geçmişte başımıza gelenler, bu hizmetin içinde bulunanların çektikleri bela ve musibetler Bediüzzaman ve R.Nur yüzünden değildir. O’nun fıtrata aykırılığı, ilme uymaması sebebiyle değildir. Onlar ilmin, Kutsî Kaynakların mihengine vurulunca yanlışları bulunamaz eserlerdir.

Fakat menfaatlerine zarar gelenler, aklı bunları kavrayamayanlar, inançsızlıkları sebebiyle bunları kalplerine sığdıramayanlar maalesef düşmanlık yapmışlar bu Nurlu yola ve müntesiplerine zararlar vermişlerdir.

Bu sebeple, “Onun dostları, onun yüzünden değil, onun düşmanları yüzünden belâ gördüler.” denmiş, olabilir diye düşünüyorum.

Hele 3 Ocak 2009 Cumartesi akşamı İstanbul İlim Kültür Vakfında Av. Ahmet Özkılınç beyin “Eskişehir Müdafaaları” konulu seminerini dinlerken bu anlattığım mânânın çok önemli bir başka boyutunu daha idrak ettim.

Çoğu insan ifade etmeyebilir; ancak ben eksiğimi kabul edip, kusurumu itiraf ediyorum. Daha önce Bediüzzaman Hazretlerinin bu müdafaalarını dikkatle okumamışım. Onları tarihi seyri içinde değerlendirememişim. Ancak Ahmet Beyin seminerinde aklen ve kalben çok farklı bir yere geldim.

R. Nurlarda, 24 Anayasası ve ona bağlı o günün Kanunlarına aykırı bir şey söz konusu olmadığı halde ve hukukun önemli bir usulü çiğnenerek delillerden suç ve suçluya gitmek yerine; suçlu seçip ona suç delilleri arandığı, hukukun tamamen çiğnendiği bir zeminin detaylarını öğrendim.

25-35’li yıllarda, Şeyh Said Hadisesi, İstiklal Mahkemeleri, Serbest Fırka Hadisesi, Dersim ve Menemen Hadiseleri, Takrir-i Sükûn Kanununun çıkarttırılması, Ayasofya’nın İbadete Kapatılması, Ezanın Türkçe Okutulmasının tamim edilmesi ve zorla tatbiki, Türk Ocaklarının alternatif çalışma mekânları olarak her tarafta açtırılması (O günlerde doğru dürüst kara yolu bile olmayan Barla dahil..) ve sosyal hayatı şekillendiren birçok farklı kanunun çıkartılması gibi o kadar çok ve toplumu derinden etkileyen, binlerce insanın hayatına mal olan ve belki farklı bir toplum mühendisliğiyle ilgili faaliyetlerin çok sert bir tarzının ortaya konduğu bir zaman dilimine ait perde arkası açılımlarının, inceliklerinin farkına vardım.

Devletimizin en üst seviyedeki yetkililerinin yakından takip ettiği ve Bursa Nutkuyla ortaya konan bir tarzda ilgilendiği zeminde, Bediüzzaman Hazretleri için suç tespit edilememiştir. Daha doğru bir ifadeyle, ihtimali düşünülen, hatta üretilen suçlarına, doğru dürüst delil bulunamamıştır. Beraberce idrak edilen bir iman hakikatine ait el yazması bir metnin altına atılan on altı imza, hayalî cemiyetçiliğin belgesi var sayılmıştır. O’nun takipçileri henüz o mahkemelerin dosyalarına, iddianameye ulaşamamışsa da tarihi bilgilerle R.Nurlarda bulunan müdafaanameler değerlendirilince hukuku asla çiğnemeden, hukuk müessesesine kesinlikle zarar vermeden davasını savunan bir harika Zatın tarihe mal olmuş mücahedesini idrak etme fırsatı bulunmuştur.

Hadis-i Şeriflerle ortaya konan bir büyük mücadelenin bu topraklarda cereyan ettiğini ve böyle bir büyük davanın müntesibi olduğumuzu öğrenince hali hazırdaki pısırık halime çok üzüldüm.

Her şeye rağmen şahıslarla ve müesseselerle uğraşmayan, kendini büyük davasına adamış merhamet ve şefkat dolu bir zatın sadece bütün insanların iki cihan saadetlerine çalışan, teslimiyet veya isyan ikileminden çok farklı bir üçüncü yolu Kur’ânî bir üslup olarak ortaya koyan müthiş hayatını, İstanbul’da ibretle dinledim, öğrendim.

Ayrıca bu günlerde:

1- Ermenilerle devletimizin ilk defa konuşmaya (!) muvaffak olması hengâmında O’nun bu konudaki fikirlerini (499, 1942–1953, 2134, 2168);

2- TRT 6 kanalının yeni açıldığı bir günde; ayni topraklarda asırlardır beraber yaşayıp, gelenek, görenek ve müşterek tarih oluşturduğumuz ve daha bir asır bile geçmeyen bir zamanda beraber yedi düvele meydan okuyarak istiklal savaşı kazandığımız, kardeş ırkın mensuplarına yönelik, onların ana dillerinde yayının başlatıldığı bir zeminde bu diller konusundaki düşüncelerini (1956);

3- Ve maalesef çok uzun yıllardır solun, dinsizlerin, ateistlerin kullanmaya çalıştığı, bizler ve onlar için önemli üzüntü kaynağı olayların tekrar tekrar yaşandığı Alevî kardeşlerimizle ilgili problemlerin halli için devletimizin ciddi çareler üretmeye başladığı bu sıralarda bu konuda da söylediklerini (186, 573, 586- 590, 1709–1710, 1783, 2313) eserlerinden daha dikkatle tekrar tekrar okuma ihtiyacı hissettim.

Bu konuların hepsinde de ilmî, aklî ve mantikî reçeteleri zevkle okudum. Pek çok ilim adamının ortaya koymaya çalıştığı meseleleri daha özlü ve geniş olarak, Kur’anî bir tarzda O’nda buldum

Bu üç konuyla birlikte Eskişehir Müdafaalarının öğrettiği hakikatleri de “Onun dostları, onun yüzünden değil, onun düşmanları yüzünden belâ gördüler.” mânâsı için söylediklerime delil olarak ekleme ihtiyacı hissettim.

Esasen bu konuların her birisi için ayrı bir çalışma, ayrı bir yazı gerekir. İnşâallah onlar da olur.

  14.01.2009

© 2021 karakalem.net, Halil Köprücüoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut