Sürümden kaybetmek

HADİSLER ARASINDA dolaşırken, beni hep hayrete sürükleyen bir manzaradır: Âlemler Rabbinin rahmet hazinesinin bunca genişliğine karşılık, nasıl ateşe düşer insan, nasıl kendisini ateşe müstahak eder?

Bize Rabbimizden haber getiren kudsî nebî, Cenab-ı Hakkın işlediğimiz günaha karşılık bir günah yazarken, işlediğimiz bir sevaba en az on sevap yazdığını bildirir. Bire karşı, en az on. Tıpkı bir buğday tanesinin toprağa ekildiğinde en az on buğday tanesi vermesi gibi... Bazı zamanlar bu 1, 100’e, 300’e, hatta 1000’e kadar çıkar. Bir mısır tanesinin üçyüz, altıyüz, hatta altıbin mısır verebilmesi gibi. Hatta, bu bir sevabın 30.000’e, hatta 100.000’e kadar çıktığı durumlar bile vardır. Tıpkı tek bir haşhaş tohumundan otuzbin haşhaş tohumu çıkabilmesi gibi...

Günahlar ile sevapların muhasebesinde hayret edilecek tek yön bu değildir. Rahmân-ı Rahîm, bire karşılık sadece bir yazdığı günahı, samimi bir niyetle istiğfarı yapıldığı takdirde af dahi etmekte; üstelik istiğfarımızdan dolayı üzerimize sevap murad etmektedir.

Dahası da vardır. Rahîm-i Kerîm, kalbimizden geçirdiğimiz bir günahı işlemediğimiz takdirde bunu günah olarak yazmazken, kalbimizden geçirdiğimiz bir iyiliği imkân bulup yapamasak dahi sevap hanesine kaydetmektedir.

Dahasının da dahası vardır. Gafûr-u Rahîm, kalbimizden geçirdiğimiz bir günahtan işlemeden vazgeçmemizin karşılığı olarak, üzerimize sevap yazmaktadır.

Rahmet kapıları bu kadar açılmış, gazap kapısı bu kadar dar tutulmuşken, insan nasıl ateşe düşer, nasıl kendisini ateşe müstahak eder; akıl alacak gibi değildir.

Hadisler arasında, bu yöndeki hayretini daha da arttıran nice kudsî haber ile karşılaşır insan. Sûrelerin ve âyetlerin faziletlerine dair hadisler, bu kudsî haberlerin başında gelmektedir. Meselâ tek satırlık İhlas sûresini üç kere okumakla bütün Kur’ân’ı okumuş gibi sevap yazılacaktır üzerimize. Daha nice sûre ve nice âyet, benzersiz bir sevap hazinesi niteliğindedir.

İçinde Allah’ı zikrediyor, O’na hamd ü sena ediyor, O’nu tesbih ediyor olduğumuz mübarek kelimeler için de sevap hazinesi ardına kadar açık haldedir.

Ve bütün bunlara rağmen, yine hadisler, cehennemin nasıl da lebâleb insanla dolu olacağını haber vermektedir.

İnsan, sevap hazinesinin bunca genişliğine rağmen, nasıl ateşe düşebilmektedir?

Bu soruyu yıllar yılı kendime sorduktan sonra anladığım bir gerçek var: İnsan, rahmetin bu derece genişliğine karşı yine de cehenneme düşecekse, ‘sürümden kaybederek’ düşecek. Bu ‘sürümden kaybetme’ vâkıasının merkez üssünü ise, dilin âfetleri teşkil edecek.

Diğer bir deyişle, uluorta söyleyiverdiğimiz, tartıp biçmeden sarfettiğimiz ‘genellemeler’dir ki, bizi Hesap Günü maazallah bir büyük helâkete sürükleyecek.

Ölçmeden, tartmadan, uluorta söyleyiverdiğimiz genelleyici sözler...

Zerre miskal hayrın da, zerre miskal şerrin de karşılıksız kalmayacağını bildiren; ve birinin hatasıyla başkasını mes’ul kılmamayı en temel adalet ilkesi olarak defaatle Kur’ân’ında bildiren Rabb-ı Rahîm, bir kişiye veya sadece az sayıda insana mahsus bir kötülüğü bütün bir aileye, bir şehre, bir cemaate, bir millete, bir ülkeye, bir kıtaya teşmil edebildiğimiz için hesaba çekecek bizi.

Zalimden dolayı aynı kavme mensup mazlumu, mücrimden dolayı aynı aileye mensup masumu da kötüleyen dilimizin edip durduğu iftiralardan dolayı bizi hesaba çekecek.

Ne zaman bir şehre, bir sülaleye, bir cemaate, bir millete ait karalayıcı ve kötüleyici genellemeler duysam; hemen bu durum gelir aklıma. Filan şehrin hırsız, feşmekan şehrin dolandırıcı olduğunu kolaylıkla söyleyiveren; bir aileyi büsbütün hayırsız ediveren; bir milletin bütün efradını kötülük objesine dönüştüren o birkaç kelimelik ‘genellemeler,’ nasıl bir zulüm içermekte ve nasıl bir helâket potansiyelini yüklenmektedir?

Bu, bu ülkede özellikle dikkat gerektiren bir durum.

Bu ülke, Bediüzzaman’ın “Unsuriyet ve milliyet esasları, adaleti ve hakkı takip etmediği için, zulmeder” tesbitinin durmaksızın doğrulandığı bir ülke zira... Ermeniler, Rumlar, Kürtler, Araplar, Acemler; o kadar çok kötülük objesi var ki insanların dillerinde... Ermeni dölü, Rum dölü, soysuz, kansız, kanıbozuk, sütübozuk.. derken, insanları Allah’ın onları yaratmış olduğu genler ile mahkum etmeye teşne o kadar çok dil var ki... Bütün Sivas’a şu kötülüğü, Diyarbakır’a bu kötülüğü izafe etmeye yatkın o kadar dil var ki... İzmirliyi toptan gâvurlaştıran, her Vanlıyı uyuşturucu tüccarı olarak gören...

Dikkat edelim: Hadisler bize ‘sürümden kazanma’nın nice yolunu gösterirken, dilimizin yapıp ettikleriyle ‘sürümden kaybetme’ yolunda gidiyoruz.

Genellemelere dikkat; özellikle de içinde bir kötüleme, bir aşağılama mânâsı taşıyanlarına...

  26.12.2008

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut