Kirâmen kâtibîn

Mona İslam

GEÇENLERDE EŞİM bir arkadaşında gördüğü elyazması Risale-i Nur nüshalarından bahsetti. Gördüğünde çok etkilenmiş. Üstelik bu nüshaları elinde tutan zatın bir Nur talebesi olmayışı bizi çok şaşırttı. Demek hakikaten Üstadın etki alanı, saygınlığı, ona dair birşeyi elde tutma çabası şeklinde tezahür ediyor, talebelerinin dışına da yayılıyordu. Onun manevi kucağı zannettiğimizden daha genişti galiba. Eşim bana “Bu nüshaları Üstad mı yazmış?” diye sorunca, ona “Sanmam” diye cevap verdim, “ilk talebeleri yazmıştır. Üstad da kendine mahsus bazı sebepler haricinde geleneğe tabi olmuş ve mübarek ağzından çıkan sözleri kutlu katiplere yazdırmış.”

“Bu, Efendimizin (sav) vahiy katipleri sahabe efendilerimizle birlikte başlattığı bir nebevi miras. Çok alimler, sufiler, veliler bu geleneği takip etmişler, ve yanlarında bulunan en az bir talebelerine yahut dervişlerine müşahede ve keşiflerini yazdırmışlar. Bu katiplik geleneğinin bir güzel örneği de Hz. Mevlana ve Hüsamettin Çelebidir elbette.”

Geleneğe bazılarına göre çokça itibar eden zihnimin dili yine çözülmüştü sanırım. Bıktırmamak için afaki konuşmayı burada bitirip, enfüste mırıl mırıl söylemeye devam ettim.

“Mü’min mü’minin aynasıdır” düsturunca yolculuğa yalnız devam edilse dahi yol arkadaşı mutlaka edinilmiş. Öyle ya kendine çeki düzen vermek, suretinin güzelliğinden emin olmak isteyenler nasıl yanlarında bir cep aynası taşırsa, siretinin güzelliğini daima kontrol etmek en ufak bir leke dahi olsa temizlemek ihtiyacı hissedenler de bir yol arkadaşı edinmek durumundadırlar. Yine de yan yana yürüse de her ferd bizzat kendi yolunu yürümekte, dostlar, eşler, hatta aşıklar arasında dahi mesafe sıfırlanmamakta. Doğrusu da bu, zira aynanın görüntü verebilmesi bir miktar mesafeye bağlıdır. Belki en az kab-ı kavseyn miktarı. Böylece bilgi paylaşılmış, sır faş edilmiş, görülen gösterilmiş olacak. Güzel ahlak bir uygulama alanı bulmuş, ses ve musiki aksi sada etmiş. Zikir çoğaltılmış, şevk ve meyl arttırılmış, aşk coşturulmuş, nur milyonlarca kez aksettirilerek sonsuzlaştırılmış olacak. Musa ve Harun’dan beri bu yoldaşlık devam edecek, kullukta omuz omuza verilecek. Yıldızlar yıldız kümeleri oluşturacak, galaksiler teşkil edecekler.

Aynı yolda yürümekten onur duyduğum, beni olduğumdan daha güzel gösterdiği için de nefsimle dahi yanında bulunmak istediğim, sürçmelerimde düşmelerimde hep orada elini uzatır, hazır bulduğum, rahim ve emin bir arkadaşım bir gün bir hadis nakletti. Ashab-ı Güzin efendilerimiz bir gün Huzur-u Rasule (sav) gelip bir dert arz etmişler. “Ya Rasulullah, biz senin yanında iken dinlediklerimizi senin yanından ayrılınca unutuyoruz.” Rasulullah cevap vermiş. “Sağ elinizden yardım alın” Onlara yazmalarını buyurmuş. Efendimiz(sav) “söz uçar yazı kalır” misali bize de yazmamızı öğütlüyordu. Sevgili arkadaşım da “yazın” diyordu bize, “çocuklarınıza miras bırakacak bir hazineniz olur, yazın!”

Derslerimizde yazan arkadaşlardan biri hiç olamadım. Zira hem yazıp hem dinlemekten, aynı anda iki işi yapmaktan acizim. Bu yüzden daima aklımda kalanla yetinmek durumunda kalıyorum. Yine bu sebeple zihnim serbest çağrışımlara alabildiğine açık kalıyor. Bu bir taraftan özgürleştirici, bir taraftan tehlikeli bir serbesti. Sonradan oturup düşünme ve yazmalar tefekkürü yenilemesi bakımından tercih edilir olsa da, gelen ilhamatı, hoş ayrıntıları yakalamak açısından pek tercihe şayan görünmüyor. Bir de tek başına düşünmelerde dalıp gitmelerden sizi çekip çıkaracak birine şedit ihtiyaç duyuluyor. Ancak ben sadece böyle yazabiliyorum. Fakat derslerde tek bir cümleyi bile kaçırmadan yazabilen arkadaşlarımızla iftihar ediyorum. Onlar sanki defter defter hayatımızın en güzel anlarını kaydediyorlar. Hatıratımızı yazıyorlar. Nurlu kalemler gibi satır satır güzellikleri kaydediyorlar. Sayfalarında isimlerimiz geçse de geçmese de her birimizi ebedileştiriyorlar. Üstelik en hatırlanmaya değer, en mesrur anlarımız Kur’an ve Risale okuduğumuz anlarla ebedileşiyoruz onların mubarek ellerinde. Elbette bir ayetten hatırımda kalan “Allah sizi en güzel işlerinizle değerlendirecek” müjdesine nail olan tüm müminler gibi biz de en güzel işimizle, talebeliğimizle kaydedilmek istiyoruz. O kat kat nur binada en altta da olsa bir yer bulmak diliyoruz. Yoksa ders çıkışları yeni bir derse kadar daimi bir irtifa kaybından başka nedir ki?

Not alan, kaydeden, yazan, katipliğin yükünü sırtlanan mübarekler bana Kiramen Katibini hatırlatıyorlar. Üstelik “Nur göster topuz gösterme” sırrınca yahut “Müminin iki eli de sağ eldir” düsturunca sadece hayrı yazan sağ tarafın meleği gibiler. Amir melek, hayırlı melek, beyaz melek. Yahut bir mahkeme sekreterinin dakikliği içerisinde her şeyi kayda geçiriyorlar. Bazen onlar de bir duyguyu bir heyecanı, bir cezbeyi, bir gözyaşını, bir aşk halini yazmaktan aciz kalıyorlar ama her şekilde varlığımızı kayda geçiriyorlar. Keşke o coşkulu yükselişleri de kaydedebilseler, ama demek Allah onların sadece kendine ait olmasını diliyor.

Allah’ın bize verdiği payeyi düşünüyorum sonra. Bu ikrama mazhar meleklerle bizi donatmasını, her fiilimizi ince ince yazdırmasını ürpererek zihnimden geçiriyorum. Sanki her birimiz bir alim, bir arif, bir müderrismişiz gibi, defterlerimiz tutuluyor, el yazmalarımız biriktiriliyor. Ağzımızdan çıkan her söz değerli bir hazine gibi, gönderilen bir buse gibi havada yakalanıyor, tutulup sayfalara çıkmaz bir mürekkeple nakşediliyor. Daha yaşarken hıfzediliyoruz, daha yaşarken bakileşiyoruz. Geride her birimiz hayretle okunacak bir kitap bırakıyor. Kayda değer hayatlar yaşadığımız bize hissettiriliyor. Yahut o katip melekler herkesçe hayran olunan bir yıldızın hayatının en ince ayrıntılarının hıfz edildiği gazete sayfaları, ropörtajlar, gece gündüz her yerdeki resimlerinin çekildiği ve arşivlendiği dolaplar gibi, dizeleri ezberlenen bir dua gibi zikredilen, kalpleri titreten şairler gibi hissettiriyorlar bize kendimizi. Çocukken söylediğiniz bir şarkıyı, babanızın öğrettiği tekerlemeleri, okuduğu şiirleri, nişanlınızla ilk tren yolculuğunuzda konuştuğunuz şeyleri, sırlarınızı kaydetmişler, siz unutsanız onlar unutmamış, ne hoş.

Her okumada Üstadımın huzurunu, “aferin” deyişini, tebessümünü hissederdim. Artık dizi dibinde okuduğum o büyük ruhtan gayrı iki dinleyicim daha olduğunu biliyorum. Kiramen Katibin de dinlesin ve çıkmamak üzere ebedi levhama kaydetsinler diye yalnız okumalarda bile yüksek sesle, ders yapar gibi okuyorum artık. Sesinizin bir yerlerde makes bulduğunu bilmek, sözlerinizin boşluğa gitmediğini anlamak, hislerinizin bir aynadan yansıdığını görmek, sizi can kulağıyla dinleyen kulakları hissetmek her okumaya ayrı bir şevk ve neşe katıyor. Gecenin ıssız saatlerinde boş zannettiğiniz odanız ruhanilerle doluyor ve siz kendinizi dağlara mezmurlarıyla seslenen ve onları incizapla, aşkla kendine eşlik ettiren Davud (as) gibi hissediyorsunuz. Zaten Risale-i Nur da sadece dağları taşları ve kuşları değil, tüm kainatı cezbe ile tesbihe, zikre, tilavete ve bize eşlik etmeye davet etmiyor mu? Böyle bir zikrin serzakiri okuyucusu, katibi, eşik edicisi, dinleyicisi olmak her biri birer onur nişanı. Bu karşı konulabilecek bir davet midir?

Kiramen Katibine ve Hafiz’in ayinesi tüm kutlu katiplere selam olsun. Allah bizi kitabını sevinçli bir yüz aydınlığıyla okuyan, “baksanıza ne güzel bir kitap bu” diyebilenlerden etsin.

  27.11.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut