“...Herkesin kendisini
özel hissetmesini sağlardı”

Zehra Sarı

AZ SONRA bahsedeceğim film hakkında, bir yazı yazma gereği hissetmemi sağlayan, filmde geçen başlıktaki bu ifade. Çocuk filmlerinin çoğunu beğenerek izlediğim İran sinemasından sonra, ardı ardına, içerisinde çocukların rol aldığı iki film izledim: Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak (Ahmet Uluçay) ve Wooden Camera (Tahta Kamera/ Ntshaveni Wa Luruli).

Bu iki filmin öncesinde izlediğim Cennetin Çocukları’nda (Mecid Mecidi), sinema duygusu, bu son izlediğim iki filme göre daha yüksek geldi bana. Film makinesi yapmak isteyen iki gencin, adeta imkansızın, zorun peşinde koşmalarının; bir arayışın, çabanın içerisinde olmalarının anlatıldığı Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filminin çerçevesi; kardeşi Zehra’nın kaybettiği ayakkabılarının yerine yenisini koymanın derdinde olan Ali’nin çabalarının çerçevesinden daha basit gibiydi; Ali ile birlikte adeta siz de ayakkabı için ekran başında çabalıyorken, Tepecik Köyü’ndeki Recep ve Mehmet’in sinema sevdalarının içerisine giremiyordunuz. Ve, bu iki filmin sonrasında izlediğim Wooden Camera filmi de, büyük tevafuk eseri olarak, yine seyirciye, çocukların gözüyle olaylara baktırıyordu.

Güney Afrika sinemasından; hayatın gerçeklerinin katı ve sert şekilde anlatıldığı ve böyle gerçekçi olduğu için de insanı acıtan bir film Wooden Camera. Film, Capetown şehrinde ve bu şehrin varoşlarında geçiyor. Toplumda ırk farklılıkları; kadın-erkek farklılıkları; zengin kesim-alt kesim farklılıkları mevcut. Güya ırkçılık kalkmış ama, beyazlar arasında hala ırkçılık hakim. İşte o beyazlardan, çok farklı bir beyaz adam olan, müzik öğretmeni... Esnek olan, kompleksleri olmayan biri... İki kültürü de tanıyan ve her iki kesimden insana da hoşgörüyle yaklaşabilen biri... Öyle ki; ders verdiği beyaz zengin çocuklarından arta kalan zamanında, varoşların mekanlarına gidip, onlarla sohbet ediyor; yardıma ihtiyaçları olduğunda onlara yardım ediyor.

İşte başlıktaki cümlenin, kendisi için söylendiği kişi, bu müzik öğretmeni... “O, herkesin kendisini özel hissetmesini sağlardı.”

Filmin başında söylenen, yanlış hatırlamıyorsam, üst anlatımdaki küçük kızın ifadesi olan bu cümleyi duyduğumda; aklıma Hz. Peygamber (sav) geldi. Onun hakkında okuduğum bir kitapta geçen bir ifade ile hemen hemen aynıydı, müzik öğretmeni için küçük kızın söyledikleri. Sahabeden her kim, Hz. Peygamber ile konuşsa; onun en çok kendisini sevdiğini düşünürmüş. Yani Hz. Peygamber, konuştuğu her kişiye; onun çok özel, değerli, önemli, sevgili olduğunu hissettirirmiş. O yüzden onu gören, onunla muhatap olan herkes, onun yanından memnun bir şekilde ayrılırmış.

Filmdeki o cümleyle çağrışım yapan bu gerçekler; insaniyetini bozmamış kişilerin, Hz. Peygamberin tasarrufundan nemalandığının bir göstergesi gibi geldi bana. Onun bu âlemle ilişkisi hala devam ediyor, ama herkes derecesine göre bundan nasipleniyor...

Aslında film; Sipho ve Madiba adında iki zenci arkadaşın hayatlarını konu alıyor. Oyun oynamaları esnasında; trenden atılan bir cesetten, Sipho silahı, Madiba kamerayı alıyor. Duyguların güzel bir şekilde verildiği, aktarıldığı, manipüle edilmediği ve çok zengin unsurların olduğu bu filmde; düzenli bir hayatı olmayan Sipho tercihini silah olarak yapınca, kaderi de bu doğrultu da oluyor. Aynı şekilde Madiba da, kameraya meyledince, onun hayatındaki olaylar da bu çerçevede çiziliyor. Madiba’nın, varoluş üzerinden okumalar yaptığını görüyoruz film boyunca; resimler çekiyor, bulutları seyrediyor, sevdiği insanların güzel anlarını, makinesiyle sabitliyor. Ama Sipho yok etmenin gücü üzerinden güç devşiriyor; soygunlar yapıyor, silahıyla insanları korkutarak onların dikkatini çekip, kendisini farketmelerini sağlamaya çalışıyor ve silahının dolu olup olmadığının bile polisler tarafından bilinmediği bir soygunda polislerce vurulup, hayata gözlerini yumuyor. Yok etmenin gücünün Sipho’yu avladığına; var etmenin gücünün de Madiba’yı varettiğine şahit oluyorsunuz... Muhyi ve Mumit isimlerinin tecellilerine...

Belki de; Batı, gerilimi sevdiği için film böyle bitti. Yoksa Sipho, kötü yönlerinin yanında, iyi yönleri de olan bir çocuktu; arkadaşı için herşeyi yapabilecek cesarette olan ve sevgiye açık olan biriydi. Filmde, Madiba’nın kötü yoldan dönmesi için uyarılarda bulunduğu Sipho’nun, arkadaşının bu duygulu konuşmasından sonra silahını ve kötü hayatını bırakacağını düşünüyorsunuz; belki de çocuğunuz, kardeşiniz yerine koyup “evet bırakmalı” diyorsunuz içinizden, ama senarist buna izin vermiyor; çatışma devam ediyor ve adeta Sipho’nun “tevbe” etmesini, düzgün bir hayata adım atmasını, yaşının gereği oyun oynamasını beklerken; bir banka soygunu esnasında vurulup, öldüğüne şahit oluyorsunuz. Bu çatışmayı, bir “çocuk” üzerinden yaşadığınız için de, bu size çok batıyor ve özellikle çocukların oynadığı, mutlu biten diğer filmleri hatırlıyorsunuz ve “Bu filmi Doğulu bir yönetmen çekseydi ne Sipho’ya filmin ortalarında işlediği cinayeti işletirdi, ne de filmin sonunda onun, böyle kötü bir yolda (bir soygunda) ölmesine müsade ederdi” diye teselli buluyorsunuz.

Müzik öğretmenindeki esneklikti bence filme en çok damgasını vuran; başkasının yerine kendimizi de koymamız gerektiğini bize düşündüren... Ve kimsenin baştan sona ne iyi ne de kötü olabileceğini bize öğreten... Kimsenin ne tamamen ak, ne de tamamen kara olduğu bilgimizi tekrar bilincimize çıkartan...

  08.11.2008

© 2021 karakalem.net, Zehra Sarı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut