Dünyamız, ruhlarımıza göre
güzelleşir, çirkinleşir...

Zehra Sarı

FANİ DÜNYADA, baki bir ruh ile yaşıyoruz. Her an ölümlerin olduğu, her an yapılmaların yanında bozulmaların da olduğu ölüp duran bu dünyada; tam tersi bir halet içinde insan ruhu... Beka isteyip duruyor.

İnsan hasta oluyor, sağına soluna dönemeyecek vaziyete geliyor, ama ayağa kalkma, hareket etme isteği yok olmuyor. Burnu koku almıyor, ama koku isteği yok olmuyor. Başına bir sürü sıkıntılar geliyor, ama ruhu ferahlık ve kurtuluş derdinde. Zulüm altında inliyor, ama zulümden kurtulma isteği hiç bitmiyor. Anlaşılıyor ki; ruh, vücuddan başlıbaşına ayrı, bağımsız bir şey. Bu istekleri, vücut belirlemiyor. Madde ruha şekil vermiyor, aksine ruh maddeye şekil veriyor.

Kişinin vücudunda "ben" dediği unsur da aslolan ruh. İnsana bu, hissettiriliyor; şartları ne olursa olsun güzellik isteğinin gitmemesinden, sıkıntı çekmek istememesinden vs.. Yani, kişinin hayatına hakim olan ruhu. Ve o ruh, katiyen baki. Zaten ruhun baki olduğuna inanılmazsa bu dünyada "sıhhatle" yaşamak mümkün olmaz. Ruhun varlığını bu zıtlıklar çok güzel anlatıyor; kişi koku almıyor, ama koku alma duygusu gitmiyor; hasta sağa sola dönemiyor, ama kalkmak istiyor; sıkıntı içinde, ama mutluluk isteği gitmiyor, çünkü bunlar ruha ait istekler.

Rabbin nimetlerinin farkında olan, O'ndan gelen hediyelere en fazla ihtiyacı olan ve O'na en çok teşekkür eden insanın ruhudur. Kişi; nankör olup, inkar etse de kendisine verilen nimetleri, kişinin ruhu inkar etmez verilenleri. Mesela; "ben bu hayatı güzel görmüyorum" dese biri, ama az sonra önüne en sevdiği yemek gelse; bakarsınız ki, o yemeği yerken çok mutlu. Kişiye sorsanız "hani bu hayatı sevmiyordun?" diye; "öylesine yiyorum işte" deyip, size yalan söyleyebilir; ama ruhu yalan söylemez; apaçık görürsünüz o sevdiği yemeği yerken ki mutluluğunu.

Bedenimiz bu dünyada ruhumuza hizmet için var. Ruhun susuzluğu vücutta gerçekleşiyor. Kişi "susadım" diye hissettiğinde, asıl susayan kişinin ruhu. O an ruh, Rahmetin varlığına susadı. Kişi suyu içtiğinde hücreleri sulanıyor, temizleniyor ve ruh da da ferahlama oluyor. Zerre ile ruh arasında böyle bir ilişki var yani madde var ve mana var. Ve mana maddeye hakim. Madde manayla kaim. O yüzden biri hastalansa ve hastalığı çok ciddi olmasa; ümidi yoksa ölürken, diğer bir kişinin "çetin, zor" denilen bir hastalıktan ümidi varsa iyileşme ihtimalide yüksek oluyor. Tüm bunlar insanın ruhuyla alakalı çünkü.

Ruh cesede hakim; cesed ruh ile kaim. Ruh, bu dünyada yaşadığı bir olaydan dolayı adeta küsse; ruhun bu dünyadan gitme isteği belirginleşebilir ve madden bir hastalığı olmadığı halde, ruhu gitmek isterse kişi, bir şekilde bu dünyadan gider. Mümin ise ölümünü bekler, değilse intihar eder tabii ki intihardan önce manen de ölümler yaşar. Son nokta olarak madden de ölür. Maddi hastalığı çok fazla olmayan ama eşiyle sorunlar yaşayan bir kişi, maddi hastalığının derecesi artmadığı ve o maddi hastalık "ölümcül" olmadığı halde; eşiyle olan sorunlarından kurtulamayacağı hissini taşıdığından, "ümitsizliğinden;" hayattan madden olmasa da manen çıkmış vaziyette olabiliyor. "Ne ayrılırsam, ne de bir arada olursam eşimle mutlu olabilirim, tek kurtuluşum ölüm" diye düşünüyor ve yaşayan bir ölü haline kendisini getirebiliyor.

Tam tersi bir durumda ise yani cesede yapılan bir şeyin ruhu etkileyemeyeceği durumda ise; kişi bedenen mahkum olsa bile; ruhen bahçelerde, saraylarda, en sevdiklerinin yanında mutlu ve mesut olabiliyor. Bedenen mahkum ama ruhen özgür... Cesed yoluyla ruhun mahiyeti bozulmuyor ama ruh beslendikçe, kişi ümitvar oldukça bu hali, cesedine de yansıyor; yüzü gülüyor; daha aktif, daha canlı biri oluyor. Biliyoruz ki sıkıntı, stres, gerilim çoğu hastalığın başıdır ve bu haller insanın bedenini de muhakkak etkiliyor.

Cesedi, bedeni güzelleştirmenin her türlü yollarının bilindiği, araştırıldığı; adım başı güzellik salonlarının olduğu zamanımızda; "ruhumuz nasıl daha mutlu olur" ile de ilgilenmemiz gerekiyor. Adeta "Ruh Güzellik Merkezleri" açmak gerekiyor. Çünkü bize hakim olan bedenimiz değil, ruhumuz. Kişi bedenini ne kadar süslese de; yüzünü ne kadar güler vaziyette gösterse de; çok gülerken ruhu acı çekiyor olabilir. Dışarıya "Ben burdayım, güzelim ve mutluyum, hayattan zevk alıyorum" derken, içinde bir yerlerde ruhu acı ile "Ben de burdayım ve ben acı çekiyorum, ben mutsuzum" diyebilir.

Esas olan ruhumuz ise ve ruhumuz bedenimizi muhakkak etkiliyorsa; cesedimizi istediğimiz kadar en güzel hale getirelim ruhumuzu mutlu etmedikçe, bunun bize bir faydası olmaz. Ama ruhu etkilemek suretiyle bedenimizi etkileyebiliriz.

Ruhu etkilemek; ruh baki ise Baki olan Zat ile irtibat kurularak, O'ndan haberdar olup, O'nun ile bağlantı kurarak mümkün olabilir. Amacımız ruhun bağımsız olduğunu kabul ettikten sonra; ruhun isteklerinin, ihtiyaçlarının ne olduğunu bilip, ona göre hayatımızı yaşamak olmalı. Ruhun baki olduğunu anladıktan sonra, her olayın da baki tarafının olduğunu anlayıp, Baki ile ilişki kurmaya çalışmalıyız. Çünkü fani bir olayı, Baki ile ilişki kurmadan okursa kişi, "Allah var"ı bilir ama "baki çözümleri yok" diye hisseder ve ümitsiz olur. Her olayın içindeki "ahirete iman" hissi, kişiyi ümitsizlikten kurtarır. Yani hayatta "boşver" diyebileceğimiz bir hal yok. O halde; sadece bedenimizi değil, ruhumuzu da güzelleştirmek için çalışmalıyız. Sadece bu dünyada bile mutlu olabilmek için ruhumuza gıdasını vermemek, buna "boşver" demek gibi bir lüksümüz yok.

  13.10.2008

© 2021 karakalem.net, Zehra Sarı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut