Kırmızının kırmızılığını deneyimlemenin beyinin işleyişinden nasıl ortaya çıktığı konusundan kimse tatmin edici bir açıklama yapamamıştır(Francis Crick, Christof Koch). İnsan direk olarak düşüncelerinin şuurunda değillerdir. Düşüncenin hayallerindeki temsil edilişlerinin şuurundalardır. Bu konu hakkında da genel bir kanaat yoktur.(Jackendoff, Crick) Demek, nasıl ki sıfat-ı irâdeden(irade sıfatından) ve âlem-i emrden(emir aleminden) gelen şuursuz kavânîn(kanunlar), dâimâ veya ağleben(galip olarak) bâkî kalıyor; aynen onların bir nevi kardeşi ve onlar gibi sıfat-ı irâdenin tecellîsi ve âlem-i emrden gelen ruh, bekâya mazhar olmak daha ziyâde katîdir, lâyıktır. Çünkü, zîvücuddur(vücud sahibidir), hakikat-i hariciye(gerçek hakikat) sahibidir. Hem, onlardan daha kavîdir(güçlü), daha ulvîdir; çünkü, zîşuurdur. Hem, onlardan daha dâimîdir, daha kıymettardır; çünkü, zîhayattır.(29.söz) |
MATERYALİSTLER ŞUUR KAVRAMINDAN korkuyor olabilirler. Çünkü bu kavram Upanishadlardan Descartes’e Kant’a ve Schopenhaur’a kadar uzanmaktadır. Bu durum hakikatin materyalislerin resmettiğinden çok daha karmaşık olduğuna delil olabilir(John R. Searle 1992). Materyalistler bilimin var oluşu açıklamasını, değer, ahlak gibi kavramları açıklamasını bu fenomenler gözlemler ve deneylerle açıklanamayacağı için fiziğin gerçeklerinin ontoloji açıklamasına dayandırırlar. Her şeyi maddeye indirgeyen materyalistler ve davranışçılar fiziği bu anlamda çok ciddiye alırlar(a.g.e.).
Kant algı(inner sense) için mekana değil zamana bağımlı demiştir. Aslında algı zamana da bağlı değildir. Zaman ve mekanı birbirinden farklı düşünemeyiz. Maddi olmayan şeyler ise zaman ve mekanla kayıtlı değildir. St. Thomas ve Descartes ruhun basit bir fenomen olup Allah’dan geldiğini düşünmüşlerdir.
“Beyin gerçektir. Yani zahiri bir vücudu vardır. Şuur da beyindedir. Beyin mekansal bir kavramdır dolayısıyla şuur da mekansal bir kavramdır.” (John R. Searle) Bu ifadede de tek boyutlu bakış açısından kaynaklanan yanlış bir sentezi görmekteyiz. Şuurla beyinin ilişkisi olsa olsa görüntü ile ayna arasındaki ilişki olabilir. Aynada gözüken bir bahçenin aynada olduğunu idda etmekle şuurun beyinde olduğunu düşünmek aynı derecede bir yanılgıdır. Ayna kırılınca bahçe yok oluyor, aynanın özelliklerini değiştirince bahçenin özellikleri değişiyor bu yüzden bahçe aynadadır ve ayna her şeydir demekle, beyinde algılama merkezi vardır. Nöronların etkileşimiyle bir merkezde algılama gerçekleşir. Dolayısıyla bu merkezde hasar olduğunda şuur kaybolur ya da insan saçmalamaya başlar demekle benzer yanılgıları ihtiva eder. Şuur kavramını irdelemek aslında insanın manevi anatomisini çıkarmak gibi zor bir çalışmayı da beraberinde getirmektedir. Bu anlamda bir giriş çalışması niteliğinde olan bu metin şuur merkezli belli başlı birkaç konu başlığından oluşmaktadır. Bu başlıklar, varlıklara(yani var edilmişlere) Allah’ın isimlerine ayna olarak bakış, sebep-iktiran-sonuç kavramları, bağlantıları insanın manevi anatomisi, sonuç yerine.
İsimlere Ayna Olarak Varlıklar
Risale-i Nur külliyatında insanın Allah’ın isimlerine 3 şekilde ayna olduklarından bahsedilir.
1-) Zıtlık yönüyle isimlere ayna olmak
İnsan zayıflığı, acizliği ve fakirliği itibariyle Allah’ın kudretine, Rahmetine aynadır.
2-) Kıyas yönüyle ayna olmak
İnsan kendisindeki ilim, güç, şuur gibi yönlerin dürbünüyle asıl ilim, güç ve şuurun tefekküründe bulunabilir.
3-) Kendi üzerinde görünen Allah’ın isimlerine ayna olmak
İnsanın en güzel bir kıvamda yaratılmış olması bu aynadarlığı açıklar. İnsanın beden olarak gayet ölçülü ve hikmetli görünüşü ve okunuşu, maddi manevi duygularının özelliklerinin tanzim edilmiş olması gibi.
Varlıkların ayna oluşunu açıklamanın detayları için aşağıdaki alıntıyı irdeleyebiliriz:
Şuurluluk Problemi adlı makalesinde Searle şöyle ifadelerde bulunur:
“Şuurluluk bir canlılık fenomenidir. Şuurluluğun bir çok halinin bilgiyle bir ilişkisi yoktur. Örnek olarak yönlendirilmemiş sinirlilik ya da öfke halini şuurluca yaşayabiliriz ki bu halin bilgi ile bir ilişkisi yoktur....Genellikle de bütün şuurlu durumlar kendinin farkında olma anlamına da gelmez.....Zihin-beden problemi meşhurdur. Felsefe ve bilim bu problemi ele almıştır ve almaktadır. Probleme şöyle bir çözüm önermişlerdir: şuurlu durumlar beyindeki düşük seviye nörocanlılık süreçleriyle ortaya çıkar ve beynin daha üst seviye özellikleridirler. Burada sebep ve özelliğe dikkat çekilmektedir. Dünyanın nasıl işlediğini bildiğimiz kadarıyla farklı sinir mimarilerindeki farklı nöron ateşlemeleri bütün şuurlu hayatımızın farklılıklarına sebep olurlar. Dış dünyadan aldığımız stimuli sinir sistemi tarafından bir ortama(medium) dönüştürülür. Yani snapslarda değişken nöron ateşlemelerine dönüştürülür ve bu nöron ateşlemelerinin değişken hızları bütün şuurlu yaşam çeşitliliğine ve renkliliğine sebep olur. Çiçeğin kokusu, semfoni musikisi, öklit geometri teorem düşüncelerinin hepsi beyindeki düşük seviye canlılık süreçleriyle meydana gelir. Buradaki kritik unsurlar ise nöronlar ve snapslardır. Bu hipotez de bir denemeden ibarettir.....Zihin-beden problemine 1. basamak çözüm: beyin süreçleri şuurlu süreçlerin sebebidir.....şuurluluğun temelinde daha alt seviye süreçlerin işlevi yatar. Nörobiyoloji de olacak bir devrimle beynin basıl şuurlu durumlar oluşturduğu açıklanabilir.
Bir bardak suyun içinden bir molekül çıkarıp ‘bu ıslaktır’ diyemeyeceğimiz gibi tek bir nöron ya da tek bir snaps için de ‘bu düşünüyor’ diyemeyiz.
Zamanında hayatın mekanik, canlılık ve kimyasal süreçlerle açıklanacağı bazı insanlara göre metafizik olarak imkansızdı. Newtoncu bir bakış da elektromanyetizm fenomeninden uzak idi. Elektromanyetik teorisinin gelişmesiyle metafizik endişe ortadan kalktı. Şuur için de aynı şey geçerlidir. Şuur felsefe ve metafizik imkansızlıktan çıkarılabilir.
Şuurluluğun bazı özellikleri; beyinin deneysel bir teorisi şunları açıklayabilmelir:
Subjektiflik: duygululuk, farkındalık 17. yy. bilimi ve sonrası bu özelliği temel olarak kabul etmez. Bilim objektif olmalıdır.
Birlik: Kant bu duruma değinmiş, nörobiyolojide çalışma problemi olarak geçiyor
Kasıt: Her şuurlu durum kasıtlı değildir
Merkezi ya da perifer şuur:Kazağımı hissedişim perifer olabilir.
Şuur ve ünsiyet:Sürrealist ressamlar 3 başlı şahıs çizseler ya da eğilen saat çizseler de şahıs ve saat ünsiyeti devam eder.
Bilişsel bilim ve nörobiyoloji bizim sıcaklık hissedişimizi ve kırmızı algılayışımızın bilimin ötesinde olduğunu düşünüyorlar.
Davranış şuurlu görünse de sahibi şuursuz olabilir. Ayrıca şuurun hesaplamalı modeli şuurlu değildir.”
Su örneğine baktığımızda bir su molekülü ıslaklığa ayna olamaz iken birçoğu ıslaklığa ayna olabilmektedir. Fakat su bu ayna oluşun farkında değildir. Hayvanlar aleminde bazı bitkilerde hatta atomlarda şuurlu davranışlar gözlemlenebilmektedir. İfade edildiği gibi bu haller onların şuurlu olduğu anlamına gelmemektedir. Saat çok dikkatli bir iş yapar fakat bu işin farkında değildir. Zerre mir’at(ayna) olabilir fakat mikyas(kıyaslama kriteri) olamaz(İşarat’ül İ’caz).
Sebep-Sonuç-İktiran Kavramları
“Sebepten müsebbebin(sonucun) icadına kadar o derece uzaklık var ki, en büyük bir sebebin eli, en ednâ(küçük) bir müsebbebin(sonucun) icadına yetişemez. İşte sebep ve müsebbeb ortasındaki uzun mesafede esmâ-i İlâhiye birer yıldız gibi tulû eder(doğar).”25. Söz
Evet, nebâtât ve behimiyât gibi şuursuzların gayet derecede şuurkârâne ve hakîmâne işler görmesi, bizzarûre gösterir ki, gayet derecede Alîm ve Hakîm birisi vardır ki, onları işlettiriyor; onlar, Onun nâmiyle işliyorlar.(10.söz)
Sonra, bir delile daha işaret eder, der: "Size ağaç gibi kesif, sakîl, karanlıklı bir maddeden ateş gibi latîf, hafif, nurânî bir maddeyi çıkaran bir Zâttan, odun gibi kemiklere ateş gibi bir hayat ve nur gibi bir şuur vermeyi nasıl istib'âd ediyorsunuz?(uzak görüyorsunuz)"(25.söz)
Şuurla ilgili yaklaşımlarda da sebep olma ile eşlik etme(iktiran) kavramları birbirine karıştırılır. İnsanın bedeni ve manevi duyguları şuur etmesine eşlik etmektedir. Yoksa şuursuz hücreler ve nöronlar şuurlu bir neticeyi ne yapabilirler ne de sebep olabilirler. Ancak şuur etme haline eşlik edebilirler.
Her şey madde ve mana kombinasyonundan oluşmuştur ve her an oluşmaktadır. Madde mana ile devamlılığını sürdürür. Mana olmaksızın madde düşünülemez. Sentaks semantik için vardır ve ona hizmet eder. Diğer bir ifade ile bütün harfler, semboller, modeller kabukturlar, taşıyıcıdırlar ve geçicidirler. Belirli bir manayı ifade etmek için vardırlar. Var oluşun kendisi de madde ve manadan payidardır. Varoluşun(varediliş) manası yani büyük kısmı hayat ile açığa çıkar. Hayat var oluşun nurudur. Şuur da hayatın manası ya da nurudur. Varlığı ya da var oluşu sıktığımızda öz olarak hayat ortaya çıkar. Hayatı sıktığımızda ise şuur açığa çıkar. Şuur varlığın özünün özüdür. Hayat özellikle insan tabakasına çıktıkça daha da parlar ve açığa çıkar. Hayatın özü olan şuur ve akıl ile insan yüksek alemlerde gezebilir. Manevi olarak insan o alemlere çıkabildiği gibi o alemlerde ruhuna misafir olur, görünür. Biz var olduğumuz daha doğrusu var edilmiş olduğumuz için ve hep varlık ile muhatap olduğumuz için kestirme bir anlayışla diyebiliriz ki var oluş asıl bir hakikattir ve var oluşun özü hayattır. Hayatın özü de şuurdur. Madde inceldikçe ruhsal etkileşim ve hissediş artar. Mikroskobik canlıların hareketliliği ve çoğalması bu duruma delildir. “Bilbedâhe, madde hâkim değil ki, ona mürâcaat edilsin, kemâlât ondan istenilsin. Belki mahkûmdur; bir esâsın hükmüne bakar, onun gösterdiği yollarla hareket eder. İşte o esas hayattır, ruhtur, şuurdur(29.Söz).”
Kur’an’ın her yönü şuurludur. Hatta şuurun ta kendisidir. Kur’an’ın içi halis imandır. Bu anlamda nasıl ki din yüksek bir iradedir. İman da en yüksek bir şuurdur. Varoluşu ontolojik düzlemde açıklama sadedinde 30. Lem’a’da şu şuurlu cümle ile karşılaşırız:
“Evet, nasıl ki hayat bu kâinattan süzülmüş bir hülâsadır(özdür). Ve şuur ve his dahi hayattan süzülmüş, hayatın bir hülâsasıdır. Akıl dahi şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hülâsasıdır. Ve ruh dahi, hayatın hâlis ve sâfi bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır. Öyle de, maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (a.s.m.) dahi, hayat ve ruh-u kâinattan süzülmüş hülâsatü'l-hülâsadır(özün özüdür) ve risalet-i Muhammediye(peygamberliği) dahi (a.s.m.), kâinatın his ve şuur ve aklından süzülmüş en sâfi hülâsasıdır. Belki maddî ve mânevî hayat-ı Muhammediye (a.s.m.), âsârının(eserlerinin) şehadetiyle, hayat-ı kâinatın hayatıdır. Ve risalet-i Muhammediye (a.s.m.), şuur-u kâinatın şuurudur ve nurudur. Ve vahy-i Kur'ân dahi, hayattar hakaikinin şehadetiyle, hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır.”
Searle’ün yazısını eleştirmek gerekirse genel anlamda felsefenin ve bilimin özel olarak da fen bilimlerinin durumları, olayları, mevcudatı incelerken, açıklarken maddi etkileşimleri veri olarak kullandıklarını görürüz. Alıntı yaptığımız metinde elektromanyetizmanın metafizik olarak düşünüldüğü ve sonra teorisi ortaya atıldığında hiç de öyle olmadığının anlaşıldığından şuurun da nörobiyolojik açılımlarla açıklanabileceği ifade edilmiştir. Halbuki şuur elektromanyetizma ile epistemolojik olarak benzer düzlemde ele alınabilse de ontolojik olarak iki fenomenin durduğu yerler çok farklıdır. Şuurun mahiyetinin yani ne olduğunun analiz edilebilmesi tek boyutlu kainat anlayışından (şunu ifade etmek gerekir ki boyut kelimesi klasik 3 boyutu çağrıştırmamalıdır) çok boyutlu bir anlayışa geçmekle anlaşılabilecektir. Tıpkı bir sistemin tanımlanması o sistemin en küçük yapı taşına parçalanıp, bu parçaların özellikleriyle, birbirleriyle olan etkileşimlerinin irdelenmesiyle mümkün olabilmesi gibi. Örnek olarak ‘seni seviyorum’ cümlesi ‘seni çok seviyorum’ cümlesinden sevgiyi ifade etmek bakımından daha eksiktir. ‘Papatya nedir?’ soruna cevap olarak ‘ince gövdeli, sarı özlü, beyaz sıralı yapraklı çiçek’ ifadesi ile ‘kendisine özgü koku taşıyan, tohumundaki programa göre bilgi ve şekil kalıbına uyan, renklerin belirli kısmını yansıtabilen, diğer birçok canlı ya da cansız için faydası olan vs. çiçektir’ şeklindeki ifade papatyayı dosdoğru tanımlayabilmek açısından çok farklıdırlar. Aynen öyle de kainatı ve her şeyin var oluşunu gerçekten ortaya çıktığı maddi ve manevi ipliklerle açıklama noktasında insanın şuurca enginliği yatar. Örnek olarak Güneş’in lamba olduğunu söyleyebilmek için kainat sisteminin bir saray gibi olduğunun algılanmış olması şarttır. Böyle bütüncül bir anlayış çok yüksek bir şuurun çıktısıdır. Kur’an da şuurun ta kendisi olduğu için Güneş’e lamba demiştir. Baharın bir çiçek olduğunu söylemek, cennetin de hiç görülmemiş bir çiçek olduğunu söylemek müthiş bir kainat-dünya-ahiret şuuruyla ifade edilebilir.
Nöron ve snapsların şuurun ortaya çıkmasındaki payı ise kulağa ya da vücudun herhangi bir yerine saplanan akapunktur iğnelerinin şifanın gelmesini etkileme payı kadardır. Kaşınan bir bölgenin kaşıntısının geçmesinde tırnak dokunuşunun etkisi kadardır. Sebep-sonuç etkilerini için Prof.Dr. Yunus Çengel’in elmas teorisi, 2. boyut gibi makaleleri incelenebilir. Çünkü şuurun ne olduğunu şuur edebilmek için eşyanın maddesel olmayan yönünün ciddi olarak açıklanması gerekmektedir.
İnsanın Manevi Anatomisi
Bunların dışında, merkezi şuur, kasıtlı ve kasıtsız şuur gibi sınıflandırmalar ya da şuur özellikleri yapılabilir, tasvir edilebilir. Ne de olsa insan maddi ve manevi duygularının bileşkesidir. Kalp bir kumandandır. Fikirlere uzantısı dimağ, hislere uzantısı vicdandır(“Kalbden maksat, sanevberi (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak, bir latife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı vicdan, makes-i efkarı dimağdır.(İşarat’ül İcaz)”. Ruh birleştirici bir kanundur. Şuur kalbin daha çok manevi şeyleri algılamasına yardım ederken akıl maddi şeyleri algılayışına hizmet eder. Kur’an’daki akledebilecek kalp ifadesi (“Yer yüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları oluversin? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir. Yer yüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları oluversin? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir.”Hac-46) bu manaya işaret ediyor olsa gerektir.
Sonuç Yerine
Buraya kadar ifade edilen kavramların ve anlamların üzerine daha detaylı eğilmek gerekmektedir. Bu çalışma sadece bir giriş ya da başlangıç niteliğindedir.
Akılları sıra Allah’ı ve iman edenleri aldatmayı kurarlar. Kendilerinden başkasını aldatamazlar da farkında değiller.Bakara-9 Bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler.Bakara-12 Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz. Bakara 154 Kitap Ehlinden bir grup, sizi şaşırtıp saptırmayı arzuladı; fakat onlar ancak kendi nefislerini şaşırtıp-saptırırlar da şuuruna varmazlar.Ali İmran-69 Onlar, hem ondan alıkoyarlar, hem kendileri kaçarlar. Onlar, yalnızca kendi nefislerinden başkasını yıkıma uğratmazlar ama şuurunda değildirler.En’am-26 |
Takip edip çözmeye çalıştığım ileriki zamanlarda anlamının açılabileceğini düşündüğüm Said Nursi’nin Sünühat eserindeki bir alıntı:
Küremiz hayvana benziyor, âsâr-ı hayatı gösteriyor. Acaba yumurta kadar küçülse, bir nevi hayvan olmayacak mıdır? Veya bir mikrop küre kadar büyüse, ona benzemeyecek mi? Hayatı varsa, ruhu da vardır. İnsan-ı ekber olan âlem, tazammun ettiği manzume-i kâinat o derece hassasiyet ve âsâr-ı hayat gösteriyor ki, bir cesetteki âzâ, eczâ, zerrat, izhar ettikleri tesanüd, tecazüb, teavünden daha ziyade muntazam, muttarid, mükemmel âsârı gösteriyor. Acaba âlem insan kadar küçülse, yıldızları zerrat ve cevahir-i fert hükmüne geçse, o da bir hayvan-ı zîşuur olmayacak mıdır? |
* 2007 yılının Şubat ayında bir seminerde sunulmuş ilk müsvettedir.
© 2021 karakalem.net, Harun Pirim