Modern insanın aileye bakışı

Sinay Avşar*

“MODERN İNSAN, aileden bağımsız tek başına yaşama eğilimine gidiyor.”

Modernite ve aile konusunu çalışan bir araştırmacı tarafından söylenen bu cümle, bir süredir zihnimde dolaşıyordu. Bu konu bizim toplumumuzda ne kadar yer teşkil etmekteydi? Önceleri az bir kesim olduğunu düşünüyordum. Uzun bir süre sosyal çevreme daha dikkatli bakmaya başladım. Çevremde tanıdığım, yalnız yaşayan ya da yalnız yaşamak arzusu içinde olan bireyler vardı. Bir oran belirlemek gerekirse, bayanların sayısı erkeklere nazaran daha fazlaydı.

Bilhassa bayanlar arasında ekonomik bağımsızlığını kazanmış, iyi bir üniversite eğitimi almış ve evlenmeyi belli yaşa gelmiş olmalarına rağmen düşünmeyen yalnız yaşayan ya da yaşamak isteyen bireyler çoğunluktaydı. Fakat dikkatli bir gözlem yapıldığında bayanların yalnız yaşama isteği, erkeklere oranla daha çok. Ekonomik özgürlüğünü kazanmış olmak, bireyleri artık aile dışındaki yaşam arayışlarına itiyor ve bilhassa bunu bayanların oluşturması yukarıdaki kavramı doğrular nitelikteydi.

Peki, neden artık aile ile beraber yaşam arzu edilmiyor ve aile dışında yaşamlar uygun görülüyordu? Her insan bir dünyadır ve kendi başına bir değeri vardır. Aile içersinde her birey “benim değerim yok” derse, o fert aile dışında kendisine yeni yaşamlar arayabiliyor. Dolayısıyla aile içersinde değer kavramı bunun önemli bir sebebi olabilir. Diğer bir sebep olarak modern yaşamı gösterebiliriz. Şu var ki, modern hayat, insanı yeniden tanımlıyor ve bu tanım içersinde, yalnızca aile dışında yaşamın kişiye daha özgür ve bağımsız yaptığı üzerinde duruyordu. İnsanın özgür bir varlık olması onun değerleri ortaya koyup gerçekleştirmesine olanak sağlamaktadır. Özgür olmak arzusu bazı zamanlarda bu değerlere kimi zaman aykırı eylemlerde bulunmayı beraberinde getirebiliyor.

Kadınlar ele alınınca, kadınların bu tercihinde, evliliğe olan güvenin azalması ve evlenme yaşının yükselmesi önemli bir etken sayılabilir.

Evlilikten uzaklaşmanın sebeplerinden biri de cinsel hürriyet arzusudur. Evliliğin hürriyetleri kısıtladığı düşüncesi kadınlarda evlilik kurumun çekiciliğinin azalması ve artık evliliğin reddedilmesi, özellikle kadınlar için söz konusu olmaktadır. Bu düşünce kadın hakları savunucuları ile paralel olarak yaygınlaşmaktadır. Kadın hakları savunucuları olan radikal feministler tarih boyunca aileyi kadın kişiliğini zedeleyen bir kurum olarak lanse etmiştir.

Evliliğin günümüzde sadece çocuk sahibi olmak için tercih ediliyor olması, önemli bir sebep teşkil ediyor. Böyle olunca aile klasik anlamını yitiriyordu. Modernite kadına, daha az kadın, daha az anne, daha az eş olmakla değerli olacağını, sosyal hayatın daha fazla içinde olmak ile önemli ve değerli olabileceğini söylüyordu. Ve modernite aileyi hakikaten yeniden tanımlıyordu. Türkiye’de kadınlar için yapılan araştırmalar, kadınların son yirmi yılda çalışma hayatına hızlıca atıldığını gösteriyor. Çalışma hayatının içersinde olmak, birçok sorunu beraberinde getiriyor, diğer yandan da Annelik ve eş olma çelişkisini artırıyordu.

Yine araştırmacının çok önemli bir diğer tespiti “Kadın ‘anne’ olamadığı sürece ‘aile’den söz edemeyiz” diyordu.

Konuştuğum bayanların bir kısmı “Annelikle beraber istidatlarının geliştiğini ve kendilerine ancak annelik ile ailede gerçek bir değer verildiğini” sayıca az da olsa beyan eden bayanlar vardı. Bu söylemler sözü edilen araştırmacıyı destekler nitelikte.

Modern aile bugün üretici olmaktan çok tüketici bir kurum olmuştur. Böyle olunca da aile bireyleri daha çok kazanıp, daha çok tüketiyor yeni yaşam tarzları ile aile içinden çok dışarıda çalışmak tercih ediliyor. Dolayısıyla kısır bir döngünün içersinde maddeye bağlı anlık hazlar yaşanıyor ve ardından fenaya akan bir ömür ve hissedilen derin bir karanlık, yalnızlık duygusu.

Yoğunlaşan bu duygu ile yalnız, bağımsız yaşama arzusu elbette daha belirgin hale gelebiliyor.

Kadın üretkenliğini sadece modern çalışma hayatına endekse ettiği için, üretkenliğini de parasal kazancı ve ekonomik özgürlüğü ile tanımlıyordu. Kadın artık; çok daha fazlasıyla tükettiği bir sistemde varlığını muhafaza ediyor ve tükettiği nispette varlığını gösteriyordu. Biraz eskiye bakıldığında, sanayi toplumuna geçişin öncesinde fabrikaların olmadığı dönem içerisinde de kadınlar üretime bilfiil katılıp, çalışma hayatında aktif rol alıyordu. Tabiî şimdiki modern yaşamlardan farklı boyutta ve farklı alanlarda. Buna örnek olarak, Annelerimizden ve aile büyüklerimizden mutlaka duymuşuzdur; Tarlada çocuğu sırtında elinde çapası işini yapan kadınlar vardı. Yani kadın annelik rolü ile de üretebiliyor dolayısıyla Annelik buna engel teşkil etmiyordu. Evde dikiş makinesi ile ya da halı tezgâhında halı dokuyarak üretime bizzat ve etkin katılmakta ve o dönemin ihtiyaçlarını bu kadınlar karşılamaktaydı. En ince detayına kadar kadın elini ve üretkenliğini görmek mümkün.

Çocukluğumda hatırladığım bir örnek, babaannemin halı dokuduğu tezgâhı vardı. Desenlerinden iplerine ve hatta renkleri elde etmek için bitkilerden kök boyalar yapıyordu. Hatırladığım başka bir duygu ise halı dokumayı denemiş ve çok az bir bölüm olmasına rağmen çocuk kalbimle üretmenin harika hafifliğinde mutlu olmuştum.

Kısaca kadın her halükarda üretebilmeli ve bu ne erkeği, ne de kadını hiçbir şekilde rahatsız etmemeli, ayrıca ev içerisindeki paylaşılan roller açısından da bir değişmeye sebebiyet vermemeliydi. Kısaca üretime bizzat katılmak aile ve evlilik yaşantılarında bir dengesizlik hali doğurmamalı.

Yaşadığımız modern kültür evliliği gözden düşürmekle beraber kurum olarak evliliğin bir bağlılık gerektirdiğini, ayrıca özgürlüğün kısıtlandığı bir alan olarak göstermekte bize.

Grace Ellison’nın şu sözleri kayda değer sanırım: “Bizce birkaç istisna dışında kadınların asıl işleri anneliktir.”

Dünya feminizm öncülerinden olan Germanie Greer, birçok konuda hata yaptıklarını itiraf eder ve ekler: Kadının gerçek mutluluğu ancak bir yuva eş ve çocuk ile ulaşılabilir.

Evet; anne olmayı bırakan kadın, böylece kendi özüne yabancılaşıp, fıtratından uzaklaşmıştır. Aile hayatındaki çözülmelerin bir sebebi, kadını anne ve çalışma hayatındaki konumu arasında bir tercihe yöneltmesidir. Çünkü bu konuda konuştuğum bazı bayanlar, iyi bir kariyer yapıyor olmanın kişiye verdiği değer ile anne olmanın verdiği değer arasında, kariyer yapmanın daha önemli, daha geçerli olduğunu vurguluyorlar, ya da tercih yapılmak durumunda olduklarında tercihini anne olmaktan kullanan annelerin bir kısmı ise bunun mutsuz edici, kişiyi değersizleştirici duygusu üzerinde duruyorlar. Ne yazık ki bunu sadece seküler yaşayan kesimde değil de belli dini hassasiyetleri olan kesim içersindeki bayanların söylemleri dikkat çekici.

Yaşadığımız kapitalist sistemde bir dengesizlik hali yaşanıyor, bu kesin. Bir yandan kadının yaşadığı sıkıntılara dikkat çekip, diğer taraftan kadını her alanda reklam malzemesi yaparak sömüren bir medeniyet var ne yazık ki.

Grace Ellison “Her kadının hayatta kendine bir hedef seçme hakkı vardır” diyor ve “Kadın ot gibi yaşamak için gelmemiştir bu dünyaya, koca ve çocuktan yoksun kalınca kadın, bütün hayatını dolduracak bir uğraş alanı bulmalıdır. Bunlar kilise işleri, ya da insanlık yararına başka hayırlı işler olabilir” diyor.

Ellison’un belirttiği hedef, elbette bir mü’min için öncelikle Kur’an ve sünnet ekseninde referans alınmış kulluk bilincidir. Beraberinde iyi bir anne ve eş olmaktır. Modern yaşamın tüm dayatmalarına rağmen kadın kendi gelişimi açısından kendini ve ailesini yeniden tanımlaması gerekiyor.

Şimdilerde modern zamanların tükettiği ya da tüketilmesini telkin ettiği “aile” kavramını tekrar, tekrar düşünmeli.

  12.09.2008

© 2021 karakalem.net, Sinay Avşar



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut