Dört melek, dört resul

Mona İslam

İBN KAYYUM el-Cevziyye, Zâdu’l-Mead’da der ki: “Allah mekanlardan seçer, insanlardan seçer, meleklerden seçer.” Bilindiği gibi Allah mekanlara imam olarak Mekke’yi, insanlara imam olarak Muhammed-i Arabi’yi (asv), meleklere imam olarak da Cebrail’i seçmiştir. Bunun yanında hemen üç büyük meleği, ve diğer dört büyük peygamberi saymadan geçemeyiz. Meleklerden Azrail, İsrafil, Mikail aleyhimüsselam, ve peygamberlerden Nuh, İbrahim, Musa, ve İsa aleyhimüsselam.

Her meleğin olduğu gibi, her peygamberin de zihnimizde farklı çağrışımları vardır. Temel görevlerinin üzerlerinde yansıyan azam isimlerin genel görüntüsünün haricinde, her bir insanın dünyasındaki özel çağrışımlarından söz ediyorum. Meleklerin bizim hususi dünyamızda da birçok karşılıkları vardır. Benim dünyamda da bazı peygamberlerle bazı melekler arasında bir bağ var. Çağrışım bağı ya da zihnimde, muhayyilemde titreştirdiklerinin aynı olması.

Hz. Nuh (as) ile Hz. Azrail (as) arasında bence böyle bir bağ var. Hz. Nuh tüm uğraşılarına rağmen iman etmeyen kavmi için ölümü çağırmıştı mesela. Bu tıpkı Hz. Azrail’in can alışı gibi. Ve ikisinin de emre kayıtsız şartsız itaat etme sertliği göstermeleri, asla pes etmeyen karakterleri gibi. İkisinin de üzerinde yansıyan celal sıfatı gibi. Yine Nuh’un gemisi de bende bu dünyanın içinden bizi çekip kurtaran, bizi ahiret kıyılarına ulaştıran Azrail (as)’ın kabzasını çağrıştırır. Azrail de Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi”sinde olduğu gibi bizi bu limandan geri dönüşü olmayan bir kalkışla alır götürür. Hiç kimse bu seferden geri dönmez. Herkes gittiği yerden memnun mudur bilinmez. Ancak herkes ya geminin içinde olmayı, ya dışında harici bir sebebe tutunup onu görmezden gelerek boğulmayı seçer, Azrail’le kurulan ilişki de bunun gibidir.

Hz. Musa’yı hatırlarım sonra. Benim dünyamda adı bile bir tılsım gibi olan Musa. Hep Allah’ın onu da adını da çok sevdiğini tahayyül ederim, zira Kuran’da en çok adı geçen peygamber odur. Başka hikmetleri de vardır elbette. Yaşadığımız döneme işaret eden firavun medeniyeti tasvirleri ya da İsrail oğullarının seçilmiş halifeler olarak arzı endam ettikleri yeryüzünü fesada verişinden sonra, bizim bu görevi devralmamız. Karun karakteri ile ümmetten olup da paranın baştan çıkardıkları. Onların yolundan gitmeme konusunda bize yapılan bir ikaz bir hatırlatmadır.

Ama ben tüm bunların ötesinde bir muhabbet kokusu alırım Musa (as) kıssalarında. Allah’ın karşılıklı söyleştiği Musa (as) sınırsız bir muhabbete mazhardır. Rabb onun üzerine titremiş onu korumuştur. “Benim ben senin Rabbin” hitabında nasıl da bir yakınlık nasıl da bir içtenlik vardır. Bunu biz ancak kendi evimizin kapısını çaldığımızda “Kim O?” diyen eşimize, annemize, babamıza söyleriz. “Benim ben!”. Benim deyince akla hemen biz geliriz bu sonsuz bir yakınlıktır, sonsuz bir sıcaklık. Allah da Musa’nın (as) nefsine böylesine yakın böylesine sıcaktır. Musa’(as)’nın adını sıkça söyler bu yüzden, bizim sevdiklerimizin adlarını sıkça söylediğimiz gibi.

Musa(as) isminin yaptığı çağrışımların bir diğeri de Mikail (as)’a bakar. İkisinin isminin mimle başlamasından söz etmiyorum elbette. Ancak Musa’ya verilen ayetlerden söz ediyorum. Mucizelerine bakıyorum Hz. Musa’nın. Hep tabiata hükmeden bir teshir bir boyun eğdirme bir amir pozisyonu görüyorum Musa’da. Sanki Mikail (as) Musa ile dolaşıyor, onun elini parlatıyor, asasından yılan çıkarıyor, Nil’i kana döndürüyor, çekirgeler musallat ediyor, kurbağalar dadandırıyor, denizi ikiye ayırıyor, çölden su çıkarıyor. Yahudi metinlerine bakılacak olursa Tur dağında Musa’nın yanında Cebrail ve Mikail varmış. Kim bilir belki Tur’un kaldırılmasında da Mikail’in payı var. Yine İsrail oğullarını anlatan ayetler bize onların Mikail’i sevdiklerini onlara iyi haberler getirdiğini, onlara kurtuluş sunan ayetlerle geldiğini, Cebrail’i ise sevmediklerini görebiliyoruz. Bu bile Hz. Mikail’in Hz. Musa ile hususi bir ilişkisini çağrıştırıyor zihnimde.

Hz.İsa ise bana Hz. İsrafil’i çağrıştırıyor. Onun çamurdan kuş yapıp Allah’ın izniyle diriltmesi, ölü canlara hayat üflemesi, hastaları iyileştirmesi, İsrafil’in suru gibi cansız hasta maddi cesetlerin içine üflüyor İsm-i Hayy’ı. Ölümü yahut göğe alınışının sırrı, kıyamete yakın zuhuru, kıyametten haber verişi, kıyametin alameti oluşu da, hep zihnimde İsrafil’i ona yaklaştırıyor. Onun bu dünyaya hiç ehemmiyet vermeyişi, ne evi, ne eşi, ne ayakkabısı oluşu, üstünde tek bir elbisesi olması, adeta dünyadan tecerrüt etmiş bulunuşu, Tanrı Krallığına dair muştusu bize sanki eli kulağında suru üflemeyi bekleyen İsrafil’i çağrıştırıyor. Öyle ya kıyametin eli kulağındaysa dünyanın ne ehemmiyeti var. Tarumar olacak olana hiç dönüp bakılası değil. Hıristiyan dünyasında da inanılan ve kutlanan bir bayram “Diriliş Bayramı”(Easter). Bizim zaten ölmediğine inandığımız Hz. İsa onlar için öldü ve dirildi. Dirilişin bayramını kutlayan bir ümmet için İsrafil çağrışımı hiç de uzak değil. Dirilişle beraber İsrafil’i hatırda tutuyorlar daima…

Son olarak Hz. Muhammed (asv) geliyor elbette. Hz. İsa’nın müjdesi ile sondakiler ama öne geçenler, en son gelip imam olanlar, onun ümmeti. Elbette onlara yakışan da meleklerin imamı Hz. Cibril’in himayesinde onun yarenliğinde yaşayıp gitmek. Hz. Cibril, Efendimizin arkadaşı, öğretmeni, mürşidi. Necm suresinde belirtildiği gibi, “Onu çok kuvvetli biri eğitti, yetiştirdi”. Ve sonra öğrenci öğretmenini kemal-i ciddiyetle, ve büyük bir tevazu ile geçti Sidret-ül Müntehada onu ardında bıraktı. Artık O’ydu her canın öğretmeni, her nefsin terbiyecisi. Efendimizin kendi beyanı ile biliyoruz ki O’nun mucizesi Kur’an’dı. Kuran onun hiç bırakmadığı ve Onu hiç bırakmayandı. Kuran Cibril’le indi yüreğine. Cibril de Onu hiç bırakmadı. Yine kendi sözleriyle biliyoruz ki Ona Kuran kadar bir misli daha verildi Cibril’le. Cibril O mübarekin yüzü suyu hürmetine Onun adını aldı. Ruh-ül Kudüs iken Ruh-ül Emin oldu. Emin beldeye geldi Muhammed-ül Emin’e yaren oldu. Karşılıklı kıraat ettiler Kur’an’ı, bir daha ve bir daha, bu bitirildikçe tekrarlanan en hayırlı yoldu. Okumak ümmet-i Muhammed’in işiydi. Kainatı okudu, Hikmeti okudu, Kuran’ı okudu ümmeti de Onunla. Cebrail hep aramızdaydı. Biz onun öğrencileriydik. Muhammed (asv) her zaman yaptığı şeyi yaptı. Bizi Miracına da, tüm mucizelerine de, Kuran’ına da , sünnetine de Cibril’e de ortak etti. Hiçbir şey yoktu ki yalnız kendisine ayırmış olsun. O hep ümmetiyle paylaştı. O bize Cibril’i bıraktı. Bizi de Cebrail’e ve sünnet-i seniyyesine emanet etti. Kuran’a sımsıkı yapışın sapıtmazsınız dediğinde yapışılacak el Cibril’in elleriydi. Kitap da, hikmet de Cibril’den sorulurdu.

Hz. İbrahim’e gelince onu nereye koyacağımı bilemiyorum, hiçbir melekle tarifi mümkün gözükmeyecek kadar doğrudan bir ilişkisi vardı onun Rabbiyle. Ateşe atılırken bile yardıma gelen meleğe “Çekilin aradan, Rabbimle aramıza girmeyin” diyecek kadar yüzünü doğrudan Allah’ın Zat-ı Akdes’ine dönmüştü o. Hanif olmasının bir neticesi idi bu belki. O tek başına bir ümmetti, tek başına Efendisine muhatab olan bir ehli muhabbetti. Hiç istemedi Allah’la arasında bir sebep, bir gölge, melek dahi olsa. Meşrebi hılletti, o daima Rabbiyle baş başa kalmayı severdi. Bu yüzden onun yanında hep var olduğunu söyleyebileceğim bir melek yok.

Allah’ın tüm Rasuller’ine ve Meleklerine selam olsun. Cebrail (as)’a hassaten salat ve selam olsun. Ellerimizi hiç bırakmasın. Aramızdan hiç ayrılmasın. Hatırımızda tutalım; Mushafın kapağını her açtığımızda, Cibril-i Emini davet ediyoruz. Okumalarımızın tümünü onun eşliğinde yapıyoruz. Hayatımızın merkezinde o var. Onsuz hayat da içindekiler de çok anlamsız. Allah bizi Cebrail’le destekledi. HER BİRİMİZE Kuran’a muhatabiyet verirken Hz. İsa’ya verdiği gibi bir destek verdi. Bu nimeti göz ardı etmeyelim. Kuran’la hayatımıza ruh üfleyelim. Üflenen ruh her birimizi ahiret çiçekleri yapsın.

  21.09.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut