Bu şehir

Zehra Sarı

GÜRÜLTÜLÜ BİR şehir İstanbul. Aynı zamanda kalabalık. Ve aynı zamanda trafikten tutun da hava kirliliği, düzensiz yapılanma gibi daha birçok sorunu olan bir şehir. Ama nedense ben dahil çevremde olan çoğu kimse İstanbul'da yaşamaya alıştıktan sonra, başka bir yer ile İstanbul ile kurduğu bağı kuramıyor. Başka yerlere gidiliyor evet ama, hep bir "İstanbul özlemi"dir kalıyor insanın içinde. Bunu, yakın bir zaman önce tanıştığım bir kadından da dinlemiştim; İstanbul'da doğmuş, büyümüş, altı yıl tıp eğitimini almış, mecburi hizmet nedeniyle başka bir şehirde doktorluğunu yapmış bu kadın; "Onca yıl o trafiği, o keşmekeşi nasıl çekmişim, düşündükçe hayret ediyorum; İstanbul'da yaşanmaz, ama İstanbul'u görmeden de olmaz" demişti.

Düşünüyorum da; bu şehirde bir yakadan diğer yakaya geçişlerdeki trafikte kalmalar, yağmurlu havalarda rahmetin değil, sıkıntıların konuşulması; herkesin her an birşeylerden memnuniyetsizliğini dile getirmesi ve herkesin her an bir yerlere koşturması, bir şeyleri yakalama telaşı, birşeyleri bitirme hırsı özellikle bu şehirde çok açık hissediliyor.

Hatta bir ara şöyle düşündüğümü hatırlıyorum; bu kadar koşturmalarla, hareketlerle mi acaba insanlar yaşadıklarını, hayatta olduklarını hissediyorlar? "Sakini" olmayan bir şehrin çocukları mıyız hepimiz? Bu "sakinsizlik" halleri mi bizi biz yapıyor ya da tam aksine bizi bizden mi alıyor?

Özellikle yazın, dinlenmek için başka bir yere; daha sakin, daha sessiz, kainatla başbaşa kalınacak bir yere gittiğimde; sessizliğin sukunetinde sekine hissettiğimde; hep o mekanda kalmak isteyip istemeyeceğimi sordum kendime! "Madem sevdin bu sessizliği, dalgaların nağmelerinin hoşuna gittiğini söylüyorsun, şehrin ışıklarından göremediğin yıldızları burada rahatlıkla görüyorsun; hep burada kal o zaman" dedim kendime. Ama anında içimden bir ses "hayır" dedi ve bir sürü orada olmayan şeyi saydı arka arkaya; "zorunlu" şeyler, "bunlarsız olmazsa olmaz" dedi adeta... Neleri saydığını; bu soruyu kendinize sorduğunuzda, neleri içinizden geçirdiğinize bakarak anlayabilirsiniz; çünkü nefisler hep aynı.

Evet sukunet, tefekkür, kainatı temaşa güzeldi ama, hayat sadece bunlarla geçmezdi; bunlarda hız yoktu, koşuşturma yoktu; tefekkür ediyorduk, "tamam" oluyordu. Nefsin bu tarz fısıldamalarına kulak kabarttığımı farkedince; fıtratların ne kadar da bozulduğunu bir kez daha anladım. Halbuki, Bediüzzaman, risalelerde bir bölümde; en mühim vazifelerimizi; müşahede, şehadet, dellallık, nezaret olarak sayıyordu. Demek oluyordu ki; kendine yabancılaşan bu zamanın insanlarının, kendisini değiştirmeye çok ihtiyacı vardı. Başka başka vazifeler edinenler, bu başka vazifelerle oyalanırken asıl vazifeden uzaklaşıyordu. İlla ki "aktif" olunmak isteniyordu; temaşa, tefekkür "basit işler" gibi geliyordu; biraz tefekkürün, bir sene (nafile) ibadetten kıymetli olduğu bilindiği halde.

Bu düşünceler içinde iken, tevafuk bu ya, bir film izledim; Sarı Köpeğin İni (Höhle des gelben Hundes, Die (2005) Bir aile düşünün, uçsuz bucaksız bir tabiatta kendi halinde. Trafik yok, gürültü yok, yüksek binalar yok, koşturan insanlar yok, kalabalık alışveriş merkezleri yok, her yerde her kişinin bilinçaltına "şunu al, bunu da al" mesajını yerleştiren bilboardlar yok, siyasi haberler yok, "gol" olunca her sesi çıkartmanın "normal" olduğunu düşünen "garip insanlar" yok vs. Babbayar Batchuluun ailesinin hayatından kesitleri içeriyor bu film. Belgesel tarzında bu filmi izlerken onlarla beraber yaşıyorsunuz adeta... Hele bizler gibi şehir ortamında olanlar için çok rahatlatıcı bir film. Alternatif bir davet; oradaki dünya ile kendimizi nasıl ilişkilendirebileceğimize dair. Başka bir ifade ile; kainata duyarlılığa davet eden bir çalışma.

Kurtların, koyunların, köpeklerin, büyükbaş hayvanların, atların, ak babaların, uçsuz bucaksız yeşilliklerin, yağmurun, dağın, tepenin daha bir sürü, şehir insanından uzak olan güzelliklerin sunulduğu bir film Sarı Köpeğin İni.

Batchuluun ailesinde babadan, küçük çocuğa kadar herkes "aktif"; herkesin ucundan tutacağı bir işi var. Altı yaşındaki küçük kız; annesi yemek yapabilsin diye yakacak olarak gübre topluyor; ata biniyor, hayvanları otlatmaya götürüyor. Küçücük kızın bir hareketi ile bir sürü hemen ilerlemeye başlıyor, insanın halifeliğinin bir kesitine şahit oluyorsunuz. Nansal'dan yaşça küçük kardeşi, en küçük kardeşlerini oynatmaktan sorumlu. Çocuklar şarkıları televizyondan değil, annelerinden öğreniyorlar; anneleri saçlarını tararken, onlarla oyun oynarken çocuklarına kendi yörelerinin şarkılarını söylüyor. Evin hanımının tüm zamanı evdeki işlerle geçiyor; peynir yaparken kendisine yardım etmesi için çağırdığı kızına adeta ileride onunda yapacağı bu işi öğretiyor. Kızlarının kıyafetlerini onlarla beraber, onların yanında dikiyor. Ve aile, kendilerine göre dinlerini ve ritüellerini de yaşıyor.

Bu aile tüm gün kâinatla iç içe... Filmi izlerken görüyorsunuz ki; "hızlı" olduğunuz şehrinizde sizin zamanınız geçtiği gibi, kainatla baş başa yaşayan bu insanlarında zamanları geçiyor; gün yerini orada da burada da geceye bırakıyor.

Böyle bir filmi seyretme sabrını, "hızlı" hayatlar yaşayan kişilerden kimler gösterebilir, bu da çok ayrı bir konu; ama filmin sonunda ben şunu hissettim ki, "bizim yaşadığımız hayat tarzının aksi bir hayat tarzı yoktur, varsa da bizimki kadar verimli, kayda değer değildir" diye düşünenler büyük bir aldanış içindeler. Ben de kendimi bu guruba dahil ediyorum. Belki de gaflet içinde oyalanıyoruzdur çok büyük işler yaptığımızı, çok koşuşturduğumuzu zannederken…

Ne yazık ki Batchuluun ailesi, bu hayatlarına; büyük kızlarının okula başlaması için şehre gitmekle bir süreliğine de olsa son veriyorlar. Ne "tesadüftür" ki, yeni hayatlarına adım atacakları sırada karşılarına ilk çıkan; şehir hayatının vazgeçilmez parçası olan "siyaset" oluyor; seçim propagandası yapan kişilerle karşılaşıyorlar.Ve yavaş yavaş o sukunetten, bir keşmekeşe doğru ilerliyorlar. Tıpkı bizlerin her gün içinde yaşadığı keşmekeşe doğru...

Modern dünya; kainat; tefekkür; tanımlamalarımız; algılamalarımız; kabullerimiz; "in"lerimiz; "out"larımız... Nelerin altının bizim tarafımızdan çok koyu çizileceğine bağlı olarak içinden çıkılabilecek bir keşmekeş bu…

  02.09.2008

© 2021 karakalem.net, Zehra Sarı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut