MOSTACKER SOKAĞINDA genç bir kadın, bayan Elisabeth; kocasını kaybetmişti, bebeğinin doğacağı günü bekliyordu, başka bir düşüncesi yoktu; hayaller kuruyor, dilekler diliyordu çocuğu için. Evinin yanı başında, yaşlı komşusu Bay Binsswanger, Elisabeth'in tek dostuydu. Ve Augustus doğdu. İsim babası Bay Binsswanger; Elisabeth'e gelip; "Oğlunuz için bir dilek dileyin, tek bir dilek, gece Augustus'un sol kulağına fısıldayın, o dilek o saat yerine gelecektir" dedi; bu O'nun Augustus'a armağanı olacaktı. Bu duruma şaşıran Elisabeth'in kafasından türlü türlü dilekler geçti ve en sonunda oğlunun kulağına "Tanrıdan dilerim, bütün insanlar sevsin seni, hoşlansın senden" dedi. Dileği bu oldu.
Büyüyen Augustus, herkes tarafından el üstünde tutuluyordu, herkes tarafından seviliyordu; annesi, vaftiz günü dilediği dileğin gerçekleştiğini görebiliyordu. Kimse onun yaramazlıklarına ses çıkartmıyordu. Anne, oğul gittikleri her yerde güzel karşılanıyordu. Ama başkalarının sevgisine Augustus kaba bir şekilde karşılık veriyordu. Oğlunun bu hainliklerini farkeden anne; herkesin oğlunu sevmesini ve ondan hoşlanmasını kendi suçu olarak görüp, "Keşke o dileği dilemeseydim" diye hayıflanıyordu.
Büyük şehre öğrenim için gönderilen Augustus'un hayatı; renkli ve zengindi. Kendisine bakan kızlara küçümseyerek, alaylı bakan; çok güzel dans eden biriydi o. Nereye gitse herkes onun etrafında dolanıyordu adeta karşısındaki herkesi büyülüyordu.
Çıktığı bir yolculukta, elçinin genç eşine bakan Augustus; hayatında ilk defa sevginin ne olduğunu hissetti, kadının gönlünü kazanmayı kafasına koydu. Kadını yanlız bulduğu bir zamanda, ona hislerini açtı. Kadın da ona; onu sevdiğini hatta eşinin o olmasını ne kadar da çok istediğini ama yine de eşinin yanında kalmayı tercih edeceğini, çünkü eşinin şerefli, soylu, centilmen biri olduğunu; onun ise bu erdemlerden hiçbirini taşımadığını söyledi.
O günden sonra Augustus; erdem, onur, şeref gibi şeylerden nefret etmeye başladı; büyüleyici gücünü artık daha da çok bu özelliklerin aksine bir yönde kullandı. Rezaletin, ayıbın her çeşidini yaptı. Bir gün evinde parti verdi; niyeti partiye gelenlerin kendi ölüsüyle karşılaşmaları ve şaşırmalarıydı; böylece onlarla eğlenip alay edecekti çünkü karar vermişti, misafirleri gelmeden zehir içecekti. O anda hiç beklemediği biri kapıdan girdi; isim babası Bay Binsswanger. Ve zehirli şarabı o içti, şunları söyleyerek; "Suç bende, onun için bunu içtim, seni bu sefil duruma ben sürükledim; vaftiz olduğun gün, annenin dilediği dileğin aptalca birşey olduğuna bakmayıp, onu yerine getirdim. Dilek, bir lanete dönüştü. İzin versen de bu kez senin dileyeceğin bir dileği yerine getirsem. Düşün, heba olup gitmiş hayatını, yeniden güzelleştirip, düzene çevirecek, seni yeniden neşelendirecek ne dilersin?" Cevap şu oldu; "Bana hiç hayrı dokunmamış eski dileğin büyüsünden kurtar beni, beni öyle bir sihirli güçle donat ki; insanları sevebileyim."
İsim babası odadan çıkıp gitti.Odasının dışından gelen seslerle kapıyı açan Augustus; partiye çağırdıklarının geldiklerini gördü. Konuklar onu görür görmez; bağırıp, çağırmaya, hakaretler etmeye, kötü sözler söylemeye başladı. Sille tokat girişenler, evindeki değerli eşyaları kıranlar oldu. Augustus içinden, "İşte yaptığın şeylerin cezası” diye geçirdi.
Bütün şehir Augustus'un o güne kadar yaptığı rezaletleri konuşuyordu. Yanında kimse yoktu. Eskiden hepsi onu sevmişlerdi, ama kendisi onlara hiç sevgiyle karşılık vermemişti. Şimdi hepsinden af diliyordu. Sonunda mahkum edildi. Hapisten çıktığında hasta ve yaşlıydı ve bu haliyle onu tanıyan yoktu. Artık kim olursa olsun, bir insanla karşılaşmak, onu mutlu ediyordu; çocukları sevip okşuyordu; insanlar ona kötü davransalar da o kendi eski hallerini hatırlayıp, insanlara iyi davranıyordu. Çünkü o kararlıydı; insanlara yardım edip, onları sevecekti. Bu hali; isim babasının evinde gözlerini yumana dek devam etti.
Augustus; "şanslı insanlar kimlerdir?" adlı bir konuşmamızda, şanslı olarak zikredilen isimler arasındaydı. Şanslı mı değil mi orasını bilemiyorum, ama beni hikayenin son kısmı, yani değişimden sonraki, iyi hale her türlü zorluğa rağmen devam etme gayreti etkiledi.
Augustus; kendi dilediğinden sonra ve özellikle hapisten çıktıktan sonra, "eski" hayatının tam aksi bir insan olarak yaşamaya kararlıydı; tüm zorluklara rağmen. İnsanların onu itmelerine, aşağılamalarına, yardımını istememelerine rağmen. İradesini "iyi insan" olma yolunda büyük bir azimle kullanıyordu. Bu gücü; sevgili annesinin ruhundan ve isim babasının sevgisinden alıyordu. Alıştığının tersi bir şekilde yaşamak duası vardı artık ve hiç birşey onu bu duasından geri adım attıramıyordu.
Bizlerin de; alıştığı, belki de yanlış olduğunu bilerek yaptığı bir çok şey vardı. Vicdan, sık sık onları hatırlatsa da; kalp onlardan rahatsızlık duyduğunu sıkılarak ifade etmeye çalışsa da; nefisten gelen "devam" niteliğindeki zahiren tatlı görünen şeyler; bizleri o hale devam ettiriyordu. Ta ki bizler; bu halin bitmesi gerektiğine ve bunu ilahi rızayı kazanmak için yapacağımıza niyetlene dek. O'nu vekil tutarak; tüm fani sözleri, tüm fani insanları, tüm fani olayları geride bırakana dek.
Bu süreçte evet nefsimiz, daima kalbimize taş atacak; şeytan bize her yerden taş atacak; sevdiklerimizden, çocuklarımızdan, akrabalarımızdan, arkadaşlarımızdan; tüm bu taşlar evet dünyamızı darlaştıracak ama aynı zamanda içimizdeki tohumun sıkışıp büyümesine neden olacak. Burada düşmeler, sıkışmalar olacak ki; bizdeki tohum yeniden filiz versin. Bin bir esmanın filiz vermesi için hepimiz bu dünyada dar kapılardan geçeceğiz. Ama düşüp de kalanlardan olmamanın duası ve gayreti içinde olacağız.
Rıza-ı İlahi'yi düşünüp, her defasında euzu besmele çekip, şeytanın vesveselerinden kurtulup, iyi hale devam etmeye karar verince; imtihan yer yer ağırlaşabiliyor, ortalık her an sütliman olmuyor; iyiye niyet, gittiğimiz yolda bize yarenlik yapıyor ama zaman zaman daralmalarda; "Eski hale dönsem mi acaba?" halleri de yaşanmıyor değil. Hani olur ya Sır Kapısı programında; birisi tam kötü halden iyi hale dönmüştür, iyi birşey yapmak için niyetlenmiştir, ama tam o an birşey olur ve orada nasıl bir tavır takınacağı çok önemlidir; eski olumsuz haline mi dönecektir yoksa zorluğuna rağmen olumlu bir tavır mı, sergileyecektir; siz ekran başında içinizden heyecanla; "Hadi lütfen yapma, doğruyu seç, şeytanı taşla gitsin" dersiniz ya; içiniz ümitle dolar ya yanlışı yapmayınca...Az sonra da seyrettiğiniz gökyüzünde, yıldızlardan birisi kayıverir; sizde yeryüzünde büyük bir şeytana, kalbinizden taş atıldığının müjdesiyle sevinirsiniz, az önce seyrettiğiniz kahraman gibi.
Augustus'un iyi halinin devamında annesi ve isim babasıydı destekçileri ve o bunu başardı. Bizler ondan çok daha kısmetliyiz bu konuda, bizi Rabbimiz, peygamberler, tüm iyi ruhlar ve tüm sema ehli destekliyor.Biz semaya ulaşırsak, şeytanlar bize ulaşamayacak; mümine müjde var; akibet muttakilerin diye. Yani kimin galip geleceği belli olan bir savaş içerisindeyiz. Bize düşen doğru yolu seçtikten sonra o yolda sebat edebilmek. Kalbimizin semasına tevhidi sağlam oturtabilmek ta ki oraya nefsin taşları ulaşmasın.