Her ayrılık bir kurban,
her kurban bir isbat...

Mona İslam

HAYAT AYRILIKLA iç içe. İngiliz urganı gibi. İngilizler okyanusa açılan gemilerinde halat olarak kullanırlarmış bu urganı. İçinde kırmızı bir iplik olan bu ip, bir örüntü ile baştan sona devam eder, kırmızı ipi diğerlerinden ayırmak ancak halatın tamamını çözmekle olurmuş. Böylece nerede bir gemi ipi kopsa, nerede bir enkaz olsa, bir batık bulunsa, halatındaki kırmızı ipten anlaşılırmış kime ait olduğu. Ayrılık da Allah’ın kırmızı ipi olmalı…

Allah İbrahim’i kelimelerle sınadı, biri de “ayrılık” idi bu kelimelerin. Önce babasından ayrıldı, içi sızladı, sonra kavminden ayrıldı, “Fefirru ilallah” dedi. Derken en zorlusu geldi gurbetin. Göz nuru biricik oğlunu kurban edecekti, ayrılacaktı, mukadder olan illa ki olacaktı. Bu emr-i ilahi idi. Gönüllü ya da gönülsüz, kurban edecekti yüreğini insan. İsmail’in temsilinde kurban edilen yürek değil miydi? Kurban edilen her şey muhabbeti isbat ediyordu. En çok sen, her şeye rağmen sen dedirtiyordu…

Allah Yakub’u da ayrılıkla sınadı. Onun ayrılığı da dedesininkinden daha kolay değildi. Elleriyle değildi belki oğlunu boğazlaması, ama diğer oğulları boğazlamışlardı Yusuf’u. Kimbilir ne olmuştu o göz nuru güzel evladına? Allah bilirdi. Allah Yusuf’u Yakub’dan ayırmak diliyordu. Ayrılık mukadderdi, gözler kör de olsa sabr-ı cemil gerekiyordu. Yusuf’u kurban verdi Yakub, Rabbine “en çok sen!” dedi muhabbetle…

Musa da ayrılıkla sınandı. Önce anne babasından koparıldı. Sonra yetişip büyüdüğü saraydan. Kendisine sahip çıkan öz annesi bildiği Asiye’den ayrıldı. Kardeşim dediği Firavun’dan sonsuz bir kopuşla koptu Musa. Medyen’de kurduğu yuvasından ikinci bir kopuşla kopup gitti Musa. Özlediği diyara girdi fakat, ayrılık yine mukadderdi. Çölde kırk yıl bekleyen kavminden güzeller güzeli şehrini Kudüs’ü de göremeden ayrıldı, koptu gitti Sina’nın yamacından. Hiç kavuştu mu bilinmez Musa, hep ayrılıktı onun öyküsü. Musa da her şeyden ayrıldı, Rabbinden hiç ayrılmadı, cesurdu Musa, kesiveriyordu gayr ile alakasını birden, her şey fedaydı Rabbe…

Meryem evinden ayrıldı doğar doğmaz. Mübarek anasından, babasından. Ve mabedde ayrıydı herkesten. Tek kadındı orada. Ve meleğin ziyaretinden sonra, daha çok koptu insanlardan, ayrılıp çekildi güneşin doğduğu yere, utançla, kaygıyla. Tek Rabbinden utanmadı, Rabbinden kaygı duymadı Meryem. Ona güveni vardı. Sustu, kendini Rabbin ellerine bıraktı.Ve yetiştirip büyüttüğü İsa’sını aldılar elinden. İsa sır oldu, gayb oldu. Koptu havarilerinden, anneciğinden, kim bilir belki sevdiğinden. Onun da tek mahbubu vardı; Rabbi. Havariler de yitirdiler reislerini, uğruna kendilerini feda ettikleri nebilerini. Onlar da kopup giden bir ümmet oldular, dağıldılar dört bir yana. Savruldular İsa’nın ardından arzın etrafına, çok geçmedi İncillerinden, Müjdelerinden de ayrı düştüler Nasraniler. Hayat onlar için de uzun bir ayrılık, bir kopuş türküsü oldu.

Büyük hasret ilkin Adem babamızla Havva anamızla başladı. Önce Rablerinden, sonra cennetlerinden, sonra birbirlerinden ayrı düştüler. Uzun çileler çektiler ayrılığın elinden, önce Rablerini buldular, sonra birbirlerini, sonra cennetlerini. Ayrılık onlarla alnımıza yazıldı. Ayrılık sınamaydı. Ayrılık bedeldi. Ayrılık insanın kefaretiydi. İnsanın şiiri ayrılıkla yazıldı. Hayatı ayrılık ipiyle dokundu. Hepimizin içini sızlatan kaderdi “Hasretinden prangalar eskittim” dedirten Ahmet Arif’e.

Allah bu ipi neden böyle her şeyin içine katarak örmüştü ki hayatı? Neydi ayrılığın işaret ettiği? Bizi sazlıktan koparan, canımızı acıtan, bağrımıza bir kor olup oturan bu şey, bir lanet miydi? Bir günahın tevarüsü müydü? Çok insan bunu böyle zannetti. Ayrılığın acısına bir de cezalandırılmış olmanın, cehenneme gitmeden rahmetten uzak olmanın acısı eklendi. Acı katlanılamazdı artık. Her şeyden ayrı kalan insan Rabbinden de ayrı kaldı. İşaret bu olmamalıydı? Peki öyleyse neydi?

Allah son ve en büyük ayetini gönderdi. İşaret oydu, anlam oydu, o hem mücmeldi, hem mufassaldı. Hem rahmetti, hem hikmetti. Her şeyin manası onunla bilindi, ayrılığın da elbette. “Rasulullah aranızdadır” ayetinin ihbarı kati idi. Ne ona ayrılık değdi, ne de onunla birlikte olanlara. O yanımızdan hiç gitmedi. Bizi ayrılıklardan azad etti. Elimizi hiç bırakmadı. Yunus’a “Yunus öldü deyu sala verirler, Ölen hayvan imiş aşıklar ölmez” dedirten oydu. Elimize bir tılsım verdi. Önce bizi Rabbimize kavuşturdu, sonra tüm sevdiklerimize. Tılsımı muhabbetti Muhammed-i Arabi’nin. Her müşkili çözen tılsımdı muhabbetullah. Kırmızı ipin manası idi muhabbetullah. Ayrılığın sebebi de, neticesi de oydu. Rabb bizi kendine istiyordu.

Tevrat’ta sözü edilen kıskançlık bu olmalıydı. Bu yüzden kurban istiyordu, yaklaşmak, yaklaştırmak için. Sınıyordu bizi “Benden başka ilahların olmayacak” emri ile. Her muhabbet ilahlık testinden geçiyordu ayrılıkla. Biz ayrılığa gönüllü isek, zaten ayrılığın hükmü kalmıyordu. Rüşdümüzü isbat ediyorduk. “Hakikatte mü’minler en çok Allah’ı severler” ayeti üzerimize kazınıyordu her ayrılığa razı oluşla.

Gökten bir koçla iniyordu Cibril-i Emin. Hem bize hem sevdiklerimize emniyet getiriyordu. Muhammed-ül Emin, Cibril-i Emin, bizi emin beldeye götürmeye gelmişlerdi. Tüm ayrılıkların bittiği vadiye, herkesin toplandığı havuzun başına. Ne hoş bir gün olacaktı, Kavuşma Günü. Ne hoş olacaktı ayrılığın susuzluğuyla kana kana içmek muhabbeti. Ne hoş olacaktı bir daha ayrılmamak üzere tüm sevdiklerine kavuşması insanın…

  06.09.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut