Herşey kişinin kendisinde

Zehra Sarı

"NASIL MADDİ hava fena ise fena tesir ediyor; manevi hava da bozulsa, herkesin istidadına göre bir sarsıntı verir." Bediüzzaman'ın Kastamonu Lahikası'nda söylediği gibi. insanı bulunduğu ortam, o ortamda konuşulanlar ve yapılanlar etkiliyor. Benim de geçen günlerde içerisinde bulunduğum ortamın havası manen o kadar güzeldi ki; o kadar kalbe, vicdana güç veren; nefsi zorlayan şeyler konuşuldu ki, sizlerle de paylaşabildiğim ölçüde onları paylaşmak istedim.

Aslında bahsedeceklerimi tek bir cümlede özetlemem gerekirse, tam olarak açılımı Bediüzzaman'ın veciz bir şekilde ifade ettiği üzre şöyle olur; "Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır"

İkinci Söz’deki; aynı ortama; iç alemlerine göre olumlu ve olumsuz bakan iki adam hakkında yazılanları düşünerek söyleyecek olursak; bir olay, bir durum, kişiye kötü-olumsuz geliyorsa; demek ki kötülük-olumsuzluk kişinin bakışında, düşüncesinde. Hakim-i Rahim her olayı mutlaka bir iyilik, hayır murad ederek yaratmıştır. Kişinin başına gelen bir olayda ya da karşılaştığı bir durumda; mutlaka geri dönüp kendine bakması gerekiyor. Düşünelim ki, birisi bir arkadaşına kırgın ve bir başka arkadaşıyla daha kırgın. Yani bu kırgınlık değişik kimselerle olsun. İki olayda da ortak olan kişi, belki de aynı tür olaylara, aynı tür reaksyon gösterdiği hatta bunu alışkanlık haline getirdiği için bu kırgınlıklar yaşanıyor olabilir. Ve kişi; "arkadaşlık kuracak iyi insan kalmadı, kimseye güvenilmiyor" diye bir çıkarımda bulunuyorsa; geriye dönecek ve kendisine bakacak ve kendisi, kendisi için iyi olmaya çalışacak; muhataplarına ve kendisine. Çünkü karşıdaki insanlar yanlış yapmış olabilir ama emin olduğumuz birşey var ki Allah doğru yapıyor, kişiye birşeyler öğretiyor. Kişi; ancak "Allah'tan geldi" deyince rahatlayabiliyor; sonra kendisine bakan yönüyle ders alması gerekiyor, karşı tarafa bakan yönü kişiyi ilgilendirmiyor.

Allah'ın böyle hissetmeyi nasip etmesi için dua etmek lazım. Ve güzel olan şu ki; Allah, herkesin kendi kendisini değiştirmesi için seçenekler sunuyor. Başta bu, insana çok ağır gelebilir, sorumluluk veriyor, çünkü ama kişinin kendisini değiştirebilecek olması sevindirici. Çünkü kimse tüm çevresini, tüm dünyayı kendisine uyduramaz. Kırgın olduklarını, kırıldığı noktaları değiştiremez, ama kendi maddi ve manevi hayatının sıhhati için kırılmamayı öğrenebilir; değil mi ki kişinin kırıldığı kimselerle, o noktalarıyla da olsa kırılmadan yaşayanlar, onlarla arkadaşlık kuranlar var. (Bunları haksızlıklar ve yanlışlıklar karşısında susmak olarak kullanmıyorum, sadece kişisel meselelerdeki kırgınlıkları kastediyorum) Zira kişi; karşısındaki kişide bir olumsuzluk görüyorsa, yaptığı davranışta bir hata-eksiklik hissediyorsa; muhatabının bu konuda bir duası yoksa, onun farkına varmasını sağlayamaz, onu değiştiremez; böyle de bir vazifesi yok zaten. Değiştirmeye çalışırsa sadece kendisini üzer ve yıpratır. O sebeple, kişinin şunu bilmesi ruh ve beden sağlığı için çok önemli; kimse şartların mahkumu değil; muhataplarını değiştiremeyebilir ama kendisini değiştirebilir. Ve, kendisini çok yıprattığını, üzdüğünü düşündüğü bir olaydan madden ve manen yara almadan çıkabilir.

Sanırım bu da yine güzel bakıp güzel görmekle alakalı bir durum. Elimizde bir nesneyi uzun süre sıkıca tuttuğumuzda elimizin yorulduğu gibi; bazı olayları, unutamadığımız bazı hadiseleri vücudumuzun bazı yerlerinde sakladığımızda, vücut buna tepki veriyor. Hücrelerin de hafızası olduğu ve kişi hatırlamasa dahi bedenin olayları hatırladığı, ancak kişi bilinçli şekilde onu atmak isterse vücudun da o olayı attığı tespiti; birden yürüme yetisini kaybeden adamın, doktora gittiğinde doktorun tek sebep olarak sıkıntı, stres, sinir demesi örneğiyle daha iyi anlaşılabiliyor. Bunu, şöyle de gözlemleyebiliriz; uzun süre önce olmuş bir olaydan bahsedildiğinde çoğu insan o olay sanki o an; soylendiği zaman yeni olmuş gibi kızabiliyor, yani bir nesneyi sımsıkı tutmak gibi...Bırakmak gerekiyor o olayı...O olay sadece ders almamız için bilinçli bir şekilde gelmişti ve gitti. Böyle düşünebilen insan anlayabiliyor o olayın geliş hikmetlerini, yani gemide olup yükünü gemiye bırakabilenler okuyabiliyor o olayı. Zaten kişi o olayı sıksıkı tuttuğunda da aslında hiçbirşey olmuyor, sadece kişi kendi kendisine zulmediyor.

Çok yönleriyle konuştuğumuz bu olayı yazıya dökmek, konuşmak kadar rahat olmuyor farkındayım. O yüzden, zihnime geldiği şekilde aktarmaya çalışıyorum. Puzzle haline geldiğini düşünenler varsa, kendisine göre puzzle'nın parçalarını yerleştirebilir.

İkinci Söz’ün ışığında bir örnekle devam etmek istiyorum; olaylara olumsuz bakmayı alışkanlık-meleke haline getiren bir insanla, olaylara genelde olumlu bakan biri üzerinde yapılan bir deney bu. İki kişiye ayrı günlerde belirli bir saatte, bir kafede randevu veriliyor ve bu kişilerin davranışları gizli kameraya alınıyor. Önce olumsuz düşünen kişiyle buluşuluyor. Bu kişi söylenen saatte kafeye gelirken kafenin girişinde önceden onun için konulan yerdeki parayı görmeden geçiyor. Çünkü çok hızlı ve telaşlı yürüyor ve parayı, onun arkasından yürüyen başka biri alıyor. Kafeye girdiğinde bir kişilik boş yer görüyor, kafenin kalabalık olmasına sinir olup, o boş yere oturmayıp, pencerenin kenarında ayakta bekliyor. Beklediği insan, yarım saat gecikmeli geldiğinde, başlıyor ona kızmaya; "niye bu kadar geç kaldın, yarım saattir ayakta bekliyorum vs.." İyi düşünen, olumlu bakan, iyi niyetli kişi de, ertesi gün buluşulacak kafeye girecekken yerdeki parayı görüp mutlu oluyor. İçeri girdiğinde bir kişilik boş yer bulabildiğine seviniyor ve az önce girişte bulduğu parayla kendisine ve yanında oturduğu kişiye kahve ısmarlıyor ve o kişiyle konuşmaya başlıyor; öyle denk geliyor ki o kişiyle iş yapmayı kararlaştırıyorlar, birbirlerine kartlarını veriyorlar. Yarım saat gecikmeyle gelen beklediği şahıs geciktiği için kendisinden özür dilediğinde ise; "o iyi oldu, iyi ki geciktiniz, çok iyi bir iş kararlaştırdık beyfendiyle" diyor. Ve bu çekilenler, daha sonra iki kişiye de gösteriliyor.

Çoğu insanın sık kullandığı "o şanslı olduğu için böyle" sözü, bu örnekte de kendisini açığa vurduğu üzre; sadece bir vehim. Aslında şans diye birşey yok; her olay güzel tarafıyla görülebilirse; kişinin, böyle bir niyeti varsa muhakkak güzeldir; güzel bakabilen için her olayla kişi "en şanslı" hale gelebilir.

Benzer bir örnek de şöyle: Bir gruba, her gün memnun olduğunuz şeyleri yazın deniliyor ve diğer gruba da mutsuz olduğunuz şeyleri... İki gruptaki kişiler, o şeylere odaklanıyor ve her iki grup da, düşündüklerinde; mutlu ve mutsuz olacak o kadar çok şeyin varolduğunu farkına varıyorlar. Yani kişi olumlu düşündükçe, olumluya odaklandıkça, şükrettikçe; şükredecek çok şey bulabiliyor; şükredersek Allah nimetini artırıyor. Ve tersi halde de şikayetlerimiz artıyor.

Güzel şeylere dikkat çekilince herşey her yönüyle olmasa da çoğu yönüyle (kişinin seyrinde nerede olduğuyla alakalı olarak) güzelleşiyor ve sonra bu, meleke haline geliyor. Nasıl ki belirli bir marka araba almaya niyetlenen kişi her yerde o arabayı görür, sanki herkes o arabaya biniyordur (algıda seçicilik; önceden de o arabaya binen çok insan vardı ama o kişi o arabayı almaya niyetlenmediği için görmüyordu) aynen öyle, kişinin bakışına göre olaylar da değişiyor. Olaya ümitsiz bakılırsa, dua niyetine geçiyor ve olumsuz sonuçlanıyor. Niyete göre Allah yaratıyor, kulu Rabbini nasıl biliyorsa Rabbini öyle buluyor. Niyetlerimize ve dualarımıza dikkat...

Aynı şartlarda iki insanın duasına göre bir olayın neticesi farklı oluyor. İyi şeylere yöneldikçe; kötü şey olacağı varsa bile kişinin niyetine binaen Allah düzeltiyor. Kişi en çok kimi sever; kendisini. O halde kime kırılırsak kırılalım, hiç beklemediğimiz birisinden hiç beklemediğimiz bir hareket görürsek görelim; hiçbir şeyin ve hiçbir olayın bizi üzmesine ve özelliklede kulluğumuza olumsuz etki etmesine izin vermemek bizim elimizde. Bırakalım karşıdakinin bize ne yaptığını; sadece o olayı yaratan, bize çok şefkatli Rabbimizi düşünelim; O mutlaka hayrımızı murad ederek yaratmıştır, buna emin olalım.


Not: Bu konuyla ilgili konuştuklarımıza bir mani çıkmazsa devam edeceğim inşaallah.

  16.08.2008

© 2021 karakalem.net, Zehra Sarı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut