Bir yolculuğun ardından

YAŞADIĞIM DİYARDAN doğup büyüdüğüm diyara nisbeten uzun sürecek her yolculuğumun başında, aynı şey yaşanır. İstanbul şartlarında, gündelik hayatın koşturmacası içinde okuyamadığım bir dizi kitap bavulda yerini alır, ve dönüş yolculuğunda bunca kitap bir sayfası dahi okunamamış halde yeniden bavula yerleştirilir.

Bu, her sene böyle yaşanır; ama her yeni senede, bu defa bu tablonun muhakkak değişeceği umuduyla...

Bu durum, bu yıl da değişmedi. Temmuz’un son günlerinde doğup büyüdüğüm diyara doğru ailece yol alırken, bavulumda kitaplar, çantamda laptopum vardı. Umut bu ya, iki hafta içinde ona yakın kitabı okuyacak, siteye iki veya üç günde bir yazıyor olduğum yazıları da aksatmadan sürdürebilecektim.

Ama ne okumayı planladığım kitapları okuyabildim, ne de yazabildim. Dahası, iki kısa zaman aralığında hızlıca posta kutuma bakmanın dışında, internet ortamının da uzağında kaldım.

Giderken planım bu olmamakla birlikte, gittiğimde bu şekilde değişmişti planımız. Bu kez, ilgili kitapların okunmasını İstanbul’a tehir ederek, tanıdıklarla, dostlarla hemhal oluşun, sohbetin, doğup büyüdüğüm diyarın sokaklarında dünü, hatıraları hayalen, bugünü fikren ve zihnen okumanın cazibesine bırakmıştım kendimi.

Önceden böyle tasarlamadığım için sitemizde önceden yazamadığım için bazı gönül dostlarımızı merakta bırakmanın üzüntüsü dışında, itiraf edeyim, şikayetçi de değilim bundan. İzmir ilinin güney sınırındaki Tire ile Manisa’nın kuzey sınırındaki Soma arasında geçen bu onbeş günümde, annem ile babam başta olmak üzere birçok büyüğümü görmenin yanısıra, Türkiye’nin farklı farklı yerlerinde ikamet ediyor olan birçok gönül dostuyla hemhal olma imkânı bulabildim; o onbeş gün boyunca yeni bir yazı yazamadığım için sitede sabit surette kalan son yazımda dile getirdiğim ‘büyük cemaat’ manasını teneffüs imkânı veren ortamlarda bulunabildim; İstanbul’daki ‘ışık kirliliği’nin geceleri gözlerimizi mahrum ettiği muhteşem gökyüzü manzaralarını seyredebildim; Samanyolu’nu, çocuklarıma da gösterebildim ve dolunaysız bir vakte denk düşen bu zaman aralığında onlarla yıldız kaymalarını da seyredebildim.

Ve en önemlisi, gecenin, çocuklarımın uykuya daldığı ilerleyen saatlerinde, otuz yılı lillahilhamd Risale’yle hemhal olarak yaşanmış hayatımda Risale’den öğrendiğim ve farklı farklı açılardan yirmi yıldır dile getirmeye çalıştığım bir meselede, taşların üstüste oturuşu ve dağınık gibi duran birçok unsurun bir tarif içinde buluşması gibi bir nimete erişebildim. Dahası, sıcağı sıcağına, bu konuyu bir kısmının Risale-i Nur’la hemhal halde yaşadığı ömür dakikaları benim hayatıma kıyasla çok daha fazla olan; gayretlerine ve gözlerindeki ışıltıya hep imrendiğim, yaşça büyüğüm, yaşıtım, yaşça küçüğüm bir grup iman kardeşimle de bir gün boyu bu konuda müzakere imkânı bulabildim. İnşaallah, Rabb-ı Rahîm bu konuyu gecikmeden bir kitap hacminde çalışabilmeyi bana nasip eder; ve inşaallah, Risale ehlinin himmetini kısırlaştıran, dahası kardeşi kardeşe düşman edip birbirinin tesirini sıfırlayan ‘küçük cemaat’ mantığından ‘büyük cemaat’ manasına geçilmesi noktasında bu kitabı da müessir kılar.

Onbeş günü aşan bir aradan sonra, girizgâh olarak bu kadarını yazabiliyorum şimdilik...

Nice dostlarım benim çok kolay yazdığımı ve çok yazdığımı sanıyor olmakla birlikte, bilhassa böylesi inkıtaların ardından yeniden yazmaya başlarken, ziyadesiyle zorlanırım. Isınmak, biraz zaman alır. Adım adım bir kıvam bulabilmek umuduyla, şimdilik bu kadar...

Bir sonraki yazıda görüşmek umuduyla...

  13.08.2008

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut