Hastanede bir gün...

Zehra Sarı

ANNEMİN BİR sözü vardır; "Allah hastaneye düşürmesin, ama yokluğunu da göstermesin" diye..Bugün yaşadığım halet-i ruhiyeye çok uygun geldi bu söz. Dün geceden beri; yediğim birşey mi dokundu, hafta sonu gittiğimiz yerde güneşin altında çok mu kaldım ya da tersine cereyanda mı kaldım bilemiyorum, yediğim hiçbir şey vücudum için nimet olmadı, hepsini çıkarmak zorunda kaldım, gece uyuyamadım. Tüm gece bu haldeydim ve sabah ayakta zor duruyor olmamdan; doktor olan aile bireylerinden birinin "Besin zehirlenmesi olabilir" teşhisiyle, soluğu hastanede aldım.

Gerçekten, Allah kimseleri hastanelere düşürmesin; insan oraya gittiğinde kendi sıkıntısını bile unutuyor, etraftaki hastaların hastalıkları yanında kendisininki çok cüz'i birşey geliyor. Ama yine de, derler ya hani, "Can tatlı" diye, onlardan az bir şey de olsa kişinin hastalığı, hemen şifa bulayım istiyor; eski canlı, neşeli halime tekrar döneyim istiyor.

Devlet hastanelerindeki en önemli sorunlardan biri herhalde sırada beklemektir. Ve çoğu insanın, en çok tepki gösterdiği şey de, sabah namazını kılıp yola çıkıp, erkenden muayene olup, evine dönmek için niyetlenip sırasını beklerken; bir doktor yakınının, bir doktorun tanıdığının, bir hastane memurunun hemşehrisinin, görevlinin-bekçinin bir yakınının gelip ondan önce içeriye girmesi... İnanın öyle beddualar ediliyor ki; sıra almadan, sırf bir tanıdığı olduğu için içeriye girenlerin ardından... Mesela benim duyduklarımdan biri, "Hesap Günü de torpilin olacak mı bakalım, orada görüşeceğiz" idi ve çok sarsıcıydı açıkçası.

Neyse ki, gittiğim bölüm Acil Servisti ve evet benim yakınım olan doktor daha önce o hastanede çalışıyordu, bu sebepten orada çok doktor tanıyordum. Ama çok şükür böyle bir beddua almadan oradaydım bugün. (Böyle söyleyenlere, şöyle bir eleştiri de getiriliyor çoğu doktor yakını olanlarca: "Eminim, bize kötü söz söyleyenler de, kendilerinin bir tanıdığı olsa aynı şeyi yaparlar, sıra beklemezler.") Anlayacağınız biraz amiyane tabir olacak ama; aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık nev'inden durumlar bunlar... Çoğu konuda olduğu gibi, herkes kendisine göre haklı ve herkesin, yaptığı davranışı savunacak, kendisine göre çok sebepleri var.

Doktorun odasındayım; dediğim gibi bence önemli birşeyim yok, sadece çok halsizim, ayağa zor kalkıyorum ve dün geceki gibi istifrağ ederim korkusuyla birşey yiyemiyorum. Tam doktora bunları anlatıyordum ki; içeriye pat diye bir amca girdi, ardından bir doktor yakını ve beraberinde eşiyle bekçi. Amcayı sabahın o saatinde--nasıl olduğunu söylemedi (sorulmadı, zaten o da ayrı bir konu)--köpek ısırmış; acı çekiyor belli, aşı için başka bir yere yollandı. Bekçinin hanımı, dün gittiği piknik yerinde herkesin çokça konuştuğu kene vak’alarından nem kapmış galiba, bütün gece, ayağını kene ısırmış olabilir korkusuyla uyuyamamış. Vesaire vesaire. Neyse doktor hanım, "Sana serum takalım" dedi ve beni başka bir odaya yolladı. Serumumu takan hemşire çok tatlıydı, tam o sırada bir bayan benim hemşireyi çağırdı, öyle bir ses tonuyla emir verdi ki; "Hemen bu hastanın yakınını bul, dosyasını al ve bana getir" diye. Hemşire daha sonra benim yanıma geldiğinde ona sordum: "O doktor muydu?" diye, o da "Kendisini öyle sanıyor" dedi. Ben "Çok nezaketsizce bağırdı" dedim, o "Yorum yok" dedi. İnsan, kendisini konum olarak karşısındakinden büyük görebilir (mi?, acaba) ama bu, hiç kimseye böyle nezaketsiz davranmasını gerektirmez ve bu hoş da görülemez.

Tam o sırada, yattığım sedyenin kapalı olan perdeleri hışımla açıldı; etrafta insanlar var diye kapatmıştım. Öyle bir hışımla açıldı ki; açanın kim olduğunu merak ettim doğrusu, hemşirelerin başıydı galiba, bir bağırdı bana; "Ne hakla kapatıyorsunuz bu perdeleri, orada ölseniz kimin haberi olacak, hadi bir ölün, gelip hesabını size değil, bana sorarlar.." diye. "Afedersiniz, ölümcül bir durumum yok, perde açık rahat ede..." falan diyecektim ki, devam etti: "Rahat mı edemiyorsunuz, bana söylersiniz üzerinize örtü getiririm, işte böyle" dedi ve örtüyü üzerime örttü.

İnanın annemin dediği gibi; Allah hastanelere düşürmesin, yokluğunu da göstermesin dedim durdum içimden...

Bedenen gittiğimden daha iyi bir şekilde eve döndüm ama, manen kendimi daha kötü hissettim. Hep aklıma takılan şu oldu; o doktorlar o önlüğü giydiklerinde kendilerinin de hastalanabilir, aciz varlıklar olduklarını unutuyorlar mı? Kendi yakınları ya da evet bizzat kendileri hasta olmuyorlar mı ki, oradaki hastalara bu kadar sert, (elbette istisnaları vardır), emir vererek ve onların hasta ya da hasta yakını olduklarını, acı çektiklerini unutarak davranıyorlar.

Bunu düşünürken, aklıma geçen sene doktor olan bir arkadaşımı ziyaret ettiğimde yanındaki doktor arkadaşının hali geldi. Ben arkadaşımı bekliyordum ve o doktoru bir teyzeye sert bir şekilde karşılık verirken gördüm. Annesi yaşında bir kadına, "Yazık" dedim içimden "en merhamet göstermesi gereken insanlar, en merhametsiz hale acaba çok çalıştıklarından mı geliyorlar; yoksa kendilerini birşey zannettiklerinden mi?" Hemen sonra arkadaşımla konuşurken, o kız geldi, gözleri nemli ve çok sinirli bir şekilde... Neymiş, annesinin yattığı hastanedeki doktorlardan biri, annesinin refakatçisi olan babasına bağırmış. "Doktoru telefona istedim, ben de doktorum falan dedim" gibi şeyler söylemişti sonrasında; ve bende ona birşeyler söylemiştim. Ve garip olan, söylediklerimi onaylamıştı.Ama az önce benim onun teyzeye sert çıkışını gördüğümden habersizdi...

Doktor yakınıma, "Bu hale nasıl geliyorsunuz?" diye sorduğumda yıllar önce bana verdiği cevabı, daha sonra doktor olan arkadaşlarımdan da alıyorum: "Önce çok heveslisin, herkese yardım ediyorsun, empati kuruyorsun, bu hasta benim annem, babam, kardeşim, eşim olabilir diyorsun, iyi davranıyorsun; ama bakıyorsun ki, hastalar tarafından sömürülüyorsun. Sert konuşan bir doktorun dediğini hemen yapan hasta, yumuşak davranmaya çalışan senin dediğinin üstüne bin laf söylüyor ve seni çok yoruyor; sen de zamanla alışıyorsun sert karşılıklar vermeye.."

Şâfi isminin tecellisinde vesilelikleri olan doktorlar için; ya çok merhametli olurlar ya da çok sert; ikisinin arasını bulan beri gelsin mealinde bir yazı okumuştum doktorlarla ilgili, tamamen katılıyorum.

Bir de şu nokta var ki; hastanede bütün gün emir vermeye alışmış olan bu kişiler, evlerine geldiklerinde ya da bir restauranta, bir yere gittiklerinde de, karşılarındakilerle, çoğu zaman hastalarıyla konuşuyormuş gibi konuşabiliyorlar. Hatta birine, ben şöyle söylemiştim: "Emir verir gibi konuşarak karşınızdakileri incittiğinizi düşünmüyor musunuz?" Aldığım cevap şuydu: "Benim konuştuğum insanlar, özellikle yakınlarım, cümlelerimdeki tüm yüklemlerin arkasına -mısın, -misin eklesinler diye ben bunu onlara daha önce defalarca söyledim" olmuştu. (Yani o "yap" diyorsa "yapar mısın" anlayacaklarmış, "şunu ver" diyorsa "verir misin" anlayacaklarmış muhatap olduğu kişiler vs.)

Düğüm, kişinin kendisini bilmesiyle çözülebilir gibi geliyor bana. Kendisinin yaratılmış olduğunu; bedeninin ve hastalarının sahibi olmadığını anlamasıyla... "Küçük tanrı"ların olmadığı bir dünyada yaşadığını; sadece, gösterilen gayrete Şafi olan Rabb-ı Rahîm’in cevaplar verdiğini idrak etmesiyle...

Zor bir gündü benim için ama, çok şeyleri tekrar düşünmeme vesile oldu. Ve çok şükür, şu an kendimi daha iyi hissediyorum...

  27.07.2008

© 2021 karakalem.net, Zehra Sarı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut