Ömür dediğin:
eklenmeyen, eksilen...

TRENE BİNDİĞİMDE dikkatimi ilk çeken, bir rakamdı: 65. Başım hafif eğik halde, göz hizasında ilk o rakamı gördüm. Bir yolcu, okuduğu kitabın 65. bölümüne gelmiş olmalıydı şimdi.

Rüzgârın önünde savrulan bir rüzgâr gibi halden hale, çağrışımdan çağrışıma salınıp duran zihnim, önce kitabın cinsine dair sorgulamalara çağırdı beni. Muhtemelen, bir roman olmalıydı bu. Başlıksız, sadece numara ile bölümleme, en ziyade romanlarda istimal olunan bir yöntemdi zira.

Sonra, 65’in ortalama insan ömrünün akşamına denk düşmesinden mi nedir, bu hacimli kitabın 65. bölümünün, bir insanın uzun hayat serüvenini anlatan bir roman olabileceğini düşündüm. Zihnim, içeriğini bilmediğim bu tahminî romanda, 1, 2, 3 derken bir insanın doğduğu andan ölümüne hayat serüvenini kurgulamaya başladı birden. 63, 64, 65 diye uzayıp giderken, bir başka rakamda bitiveren bir hayat...

Sonra, rakamların böyle birbiri ardınca uzayıp gitmesinin, sanki hiç bitmeyecek duygusunu insana verdiğini; oysa bu romanın da, gerçek hayatların da birbiri ardınca gelen rakamlardan birinde bitiverdiğini...

Ömür dediğimiz şey, neydi ki? Bir romanda kurgu hayatlara, bir biyografide ise gerçek hayatlara dair birşeyler okurken, yılların birbiri ardısıra gelişini, birbirine eklenişini görüyorduk hep. Romanda 1, 2, 3 diye uzayıp gidiyordu bölümler; 63, 64, 65 diye her yıl bir yeni sayı eklenerek tarif ediliyordu ömürler.

Salınıp duran zihnim, tam da burada, bir âyeti hatırlayacaktı: “Küllün yecrî li ecelin müsemmâ.” Yani: “Herşey belli bir ecele doğru akıp gider.”

Ecel dediğimiz belirli bir zamana ve ömür dediğimiz şey belirli bir zaman aralığına denk düşüyorsa eğer, romanların 1, 2, 3, ... 64, 65 diye uzayıp gitmesi değil, 65, 64, ... 3, 2, 1 diye başlayıp bitmesi daha muvafık düşerdi diye düşündüm bu âyetin ışığında.

Ve ömürlerin, bu şekilde mütalaa edilmesi...

Hepimiz, her yeni yıl, ömrümüze bir gün daha eklediğimizi düşünüyoruz.

1, 2, 3...

22, 23, 24...

Ya da benim gibi: 42, 43, 44...

Halbuki, bilmesek de, hepimizin belirli bir eceli var. Ve her yeni yıl, ömrümüze bir gün yıl eklenmiyor, ömrümüzden bir yıl daha eksiliyor.

Her yeni yıl, ömrümüz bir yıl daha uzamıyor, ömrümüz bir yıl daha kısalıyor.

Belirli bir ecelimiz var. 24 mü, 44 mü, 64 mü, 84 mü bilinmez; ama belirli bir ömrümüz var.

Hayat, biteviye uzayıp giden düz ve sonsuz bir çizgi değil.

Bu dünyadaki hayatımız, bilmediğimiz bir noktada bitecek, sonlu bir çizgiden ibaret.

Her anımızda, her günümüzde, her yılımızda, bu çizgi biraz daha, biraz daha ufalıyor, kısalıyor, eksiliyor.

Ömür, yıl üstüne yıl eklediğimiz birşey değil.

Ömür, yıl üstüne yıl eksilen birşey.

Eklenen değil, eksilen yıllar...

Eklenen değil, eksilen günler...

Eklenen değil, eksilen dakikalar...

Kimisi 4’ten, kimisi 44’ten, kimisi 84’ten geriye doğru gidiyor; ama her an, her ay, her yıl eksilmede...

0’dan 4’e, 0’dan 44’e, 0’dan 84’e değil yolculuk...

84’ten 0’a, 44’ten 0’a, 4’ten 0’a...

Böyle görebilsek, hayata bakışımız, dünyaya bakışımız, geçen her ana tutunuşumuz çok daha farklı olacak, besbelli.

“Küllü men aleyhâ fân. Ve yebkâ vechu rabbike zü’l-celâli ve’l-ikram” gerçeği yol arkadaşımız olacak o zaman...

Tûl-i emel bizi aldanışlara sevketmeyecek.

Mesnevî-i Nuriye müellifinin “Gafil nefis dünyayı ahirete bağlı ve ahiretle bitişik bir menzil zannediyor” diye haber verdiği gafletten yakasını sıyıracak iç dünyamız.

Ömür dediğin nedir ki?

Eklenmeyen, eksilen...

Büyümeyen, küçülen...

Çoğalmayan, azalan...

Her yeni yıl, ömre bir yılın daha eklendiği bir hayat, bu dünya hayatı değil.

Eksilmeyip eksilen, sonlu değil sonsuz bir çizgide ilerleyip giden ömrümüz, “Zâlike yevmu’l-hulûd” mesajını aldığımız öteler diyarının, ahiret yurdunun gerçeği; bu dünyanın değil...

Bir kitap düşlüyorum. Bir roman. Bir biyografi yahut...

İlk bölümün numarası, 65 meselâ, 85 yahut...

Her yeni bölümde, rakam giderek küçülüyor...

Bilmem yazılır mı?

Yazılsa okunur mu?

Korkuyoruz çünkü gerçeklerden...

Oysa gerçek bu: Belirlenmiş bir ecele doğru akıyor hayatlarımız. Ömür sermayemiz gün be gün eksiliyor.

Bilmesek de, görmesek de, kabullenmek istemesek de...

İyisi mi ayaklarımızı denk almalı, sağlam zemine basmalı, yatırımını dünya hayatı adlı uçurumun kenarına değil, öteler diyarına yapmalı...

  12.07.2008

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut