Gençler de fedakârlıkta bulunabilir

Zehra Sarı

HAFTALARDIR DÜŞÜNDÜĞÜM, üzerine çokça zihinsel mesaimi harcadığım bir konu; gençliğin hali, gidişatı, kendilerinden küçüklere, yaşıtlarına, kendilerinden büyüklere, ebeveynlerine, eşyaya tavırları vs...Yaşadığım, gözlemlediğim, çevremdekilerden dinlediğim; insanı üzen sahneler... "Ah bu gençlik. Nereye gidiyorsun? Gençliğini ve bu dünyayı baki mi sanıyorsun?" vaveylaları...Özellikle annelerden... Özellikle gençlerle birinci dereceden muhatap olanlardan..

Yirmili yaşları bitirmesine bir-iki sene kalmış biri olarak kendimi, şu anki gençliğin halini görünce, "genç" diye tanımlamaktan imtina ediyorum. Bediüzzaman'ın Mektubat adlı eserinde bir hadis meali olarak söylediği; "En hayırlı genç odur ki, ihtiyar gibi ölümü düşünüp, ahiretine çalışarak gençlik hevesatına esir olmayıp gaflette boğulmayandır..." kapsamına girmenin duasını yapıyorum. Bir yanım böyle isterken, bu dua eksenli yaşamaya niyetliyken; bir yanım da gelgitlerle boğuşabiliyor zaman zaman... Özellikle de yaşıtlarım olan kişilerin bu dünyadaki sözüm ona zehirli balın bal kısmıyla oyalanıp, henüz ikinci kısmı olan zehir kısmına geçmediklerini gördüğümde...

Böyle bir girizgah ile muradım; bu yazıda, Allah'ın lutfedeceği manalara hem yakın hem uzak olduğumu belirtmek içindi...Bazen çok yakınında, bazen ise çok uzağında...

Gençlerle ilgili düşünceler içinde olduğum bu haftalar içinde izlediğim bir film; beni bu konuya ama bu konunun özellikle "fedakarlıklarla ilgili boyutuna" daha da yakınlaştırdı. Film; senaryosunu Yavuz Turgul'un yazdığı, Ömer Vargı'nın yönetmenliğini yaptığı ve başrolünde Şener Şen'in oynadığı "Kabadayı" filmi..

"Gençlikte akıldan ziyade hisler hakimdir; duyguların en kuvvetli olduğu zamandır gençlik; nefisler bu dönemde ifratkardır..." çokça karşılaştığımız cümleler. Merak ettiğim asıl nokta; bu gençlik döneminin, bu problemlerinin yanında, güzellikleri de barındırıp barındırmadığı? Her değişimin, beraberinde bir gelişimi de getirip getirmediği? Bu yaşlarda artan bu his ve heyecanın; bir değer, bir amaç, bir davaya odaklanarak, yönlendirerek; kazanım olarak kişiye dönüp dönemeyeceği?

Aslında benim, bu sorulara cevabım olumlu yönde; ya da en azından duam, şu zamanda görünenin aksine, olumlu yönde olması! Yani, gençlerin onlara verilen bu her yönden en kuvvetli zamanı hayra da yönlendirebilecekleri şeklinde. Evet, zamanımızda çoğunlukla böyle olmasa da, gençler kendilerine verilen tüm bu yüksek kabiliyetleri iman, iffet ve taatte kullanabilirler. Her hal için mutlak hayrı murad eden Rabbimizin; gençlik döneminin dalgalarından sonra varılmasını istediği liman da; fıtratın (doğruya, hayra meyil manasında) rahatlatıcı sukuneti olsa gerek..

Nazife Şişman'ın "Gençlik denilen uzun yaş dönemi, modern toplumun bir özelliğidir... Gençliğin bugün anlaşıldığı şekliyle ayrı bir toplumsal kesim halini alışı; sanayi toplumu ve ulus devletlerin ortaya çıkışıyla bağlantılı olarak değerlendirilmelidir. Bundan yüz sene önce iki-üç senelik bir zaman süresi ile sınırlı olan gençlik safhası; günümüzde çoğu birey için 10 hatta 15 seneye kadar uzayabilmektedir. Yani gençlik; modern dönemde ortaya çıkmış yeni bir toplumsal kesimdir" tesbitini çok yerinde buldum. Kendi okul yıllarımda pek rastlamadığım, ama şimdilerde neredeyse çoğu kitapta, televizyon kanallarında gördüğüm "gençlerin sorunları, ergenlik problemleri, gençlere yaklaşım tarzları vs.." başlıklı yazılar ve programlar; insanların bilinçlenmesini sağlamaya çalışmak ve gençlerle iletişimin sağlıklı olmasını amaçlaması açısından olumlu. Fakat, bu yayınların gençlerin bazı hal ve davranışlarını meşrulaştırması yönünde adeta ebeveynlere komut verdiği, "Ergen şöyle yaparsa şöyle tepki verin, aman sakın üzerine gitmeyin, onu kendi haline bırakın vs..." tarzında, tamamen ergeni önceleyip, onunla iletişim kuran ya da kurmaya çalışan ebeveynin duygu, düşünce ve hislerini geri plana atıp; onlardan adeta mutlak fedakarlık, mutlak merhamet bekleyen bir tavrı olumsuz buluyorum! Ve bu yaklaşımın; büyümek istemeyen, sorumluluk almaktan kaçınan, bulunduğu "gençlik nimetinin hoş atmosferinden" çıkmak istemeyen çoğu gencin işine geldiğini bile düşünmeye başladım açıkçası. Ne de olsa, kocaman kocaman adamlar, o kadar kitap okumuş, isminin başında uzun ünvanları olan kişiler söylemişlerdir ebeveynlerine; "Bu yaş grubundakilere şöyle davranın, şöyle davranmayın; şöyle davranırsanız iyi ama sakın ha şöyle davranmayın" diye..

Bu tarz yaklaşımların, gençleri gerçek dünyadan soyutladığını, onları daha da bencilleştirdiğini; fedakarlık, vefa, empati, iç ve dış disiplin duygularından yoksun bıraktığını düşünüyorum. Daha geçen gün bir ablanın, 18 yaşındaki oğlundan bahsederken, neredeyse gözlerinin dolması ve üzülerek, oğlunun kendisine bağırmalarını, karşı gelmelerini anlatması; bu yaşta "hislerin akla galip gelmesi" tesbitine karşı beni çaresiz bıraktı. O ablaya, oğlunun o davranışından sonra kendisinin ne yaptığını sorduğumda, aldığım cevap şu idi: "Yemek saatiydi, tepsiye yemeğini hazırlayıp odasına götürdüm." Anne olmak ayrı bir şefkat getiriyor kesin...”O zaman oğlunuz, kötü davransam da ailem bana iyi davranıyor, iyi davransam da diye düşünmez mi?" dediğim de gelen cevap; "O yaştaki tüm gençler böyle, farklı davranırsam evden uzaklaşır" oldu. "Ya sizin duygularınız, sizin incinip ağlamalarınız?" dediğimde, "Anne ol, anlarsın" cevabıydı aldığım...

Anlayamadığım nokta şu ki; bu "gençlik" lüksüne ve o dönemin getirdiği sözümona rahatlığa sahip olmayan aynı yaş grubunda olan; çocukluktan itibaren çalışan, maddeten zayıf ailelerin gençleri... Onlar annesine, babasına bağırıp çağırma lüksüne sahip değiller... Onlar, önlerine konulan yemeğe burun kıvırma lüksüne de sahip değiller... Ya da anlayamadıkları bir ders için özel öğretmen tutma lüksüne de... Ya onlar? Aynı yaşta olup, iki ayrı kesimde olan bu iki sınıf genç; ayrı duygu ve ayrı hisler için de mi? Sadece hislerin ve heveslerin kabarması, birinci sınıf sayılan gençlere has bir durum mu? Yoksa her iki sınıfta da var olan bu hal; yönlendirilecek bir mecra, çalışılmak zorunda olunan bir iş, uğruna çaba sarfedilmesi gereken bir değer olunca sukunete erebiliyor mu, doğru mu kullanılmış oluyor?

Tersine bir halde; önüne her gün çeşit çeşit yemeklerin hazırlanıp konulduğu, yeni kıyafetlerin alındığı, bir dediğinin neredeyse üzülmesin, ağlamasın, hayatta bizim çektiğimiz sıkıntıları çekmesin diye iki edilmediği durumlarda, sorumsuzca, amaçsızca, hedefsizce sadece film izlemekle, internette dolaşmakla, alışveriş merkezlerinde gezmekle mi, bu durumlarda mı nefsani arzular daha da artıyor? Öyle aileler var ki; çocukları ağlamasın, üzülmesin, yoksunluk, yoksulluk çekmesin diye onların bir hedefe kilitlenmesini istemiyor; başarısızlık duygusunu yaşayıp üzülmesin diye bazı sınavlara girdirmiyor; çocuğuna "Üzerine biraz sorumluluk vermelisiniz" şeklinde yaklaşan öğretmenine "Çocuğuma sorumsuz mu demek istiyorsunuz" diye karşılık verebiliyor.

Ve ne oluyor? Sorumsuz gençler yetişiyor. .Fedakarlık nedir bilmeyen gençler yetişiyor. Hayatı sadece maddeden ibaret gören gençler yetişiyor. Başkası için ağlayıp, üzülmeyen... Hayatta ne için varolduğunu bilmeyen... Zorlukları aşma bilincinden yoksun olan... Hiçbir meselesi olmayan... Soruları da olmayan... Bir başkasının hikayesine girip, onun için acı çekemeyen... Sadece içindeki kötülük damarını besleyen... İyilik tarafını beslemeden,atıl bırakan... Haya duygusundan yoksun olan... Yalnız başına bile izlenilmesi doğru olmayan sahneleri, bir grup arkadaşlarıyla oturup beraber izleyebilen... Hayanın, insanın zineti olduğu hakikatine bihaber olan... Yüzeysel düşünüp, derin düşünme yeteneğinden mahrum olan...

Şöyle de bir durum var ki; çevresindeki herkese onların duygu ve hisleri yokmuş, onlar incinmiyormuş gibi davranan gençler; kendilerine, çok itinalı davranılsın istiyorlar. Kendileri kimse için fedakarlıkta bulunmak istemezken, buna yanaşmazken bile; herkesten fedakarlık bekliyorlar. Topluma karşı bir görevlerinin olmadığını düşünürken, toplumun onlara karşı ödev ve görevlerini sayıp duruyorlar. İşte izlediğim "Kabadayı" filmindeki beni üzen sahnelerden biri de bu konuyla ilgiliydi. Birbirini seven iki genç; (kızı seven Mafya üyesi gence karşı) herkesten fedakarlık beklerken; bu uğurda kendileri hiçbirşey yapmadılar; (ben ayrılma noktasında bir fedakarlık bekliyordum açıkçası). Olaya "adalet-i mahza" olarak bakıp, kızın sevmediği biriyle gitmesinin uygun olmadığını da düşünebiliriz. Bu sevgi uğruna ölen onca kişinin, yıkılan arkadaşlıkların hakikat için verilen kayıplar olduğunu da düşünebiliriz. Bu yaklaşım doğru da olabilir. Ama kanımca, özellikle bu filmde, herkesten fedakarlık bekleyip, bencilce kendi mutluluklarını düşünen iki genç (izlenimim sırasında belki de rol yapanlara çok yakınlaşamadığımdandır) beni çok rahatsız etti.

Evet kabul ediyorum, fedakarlık olgunlaştıkça gelişen bir duygu. İnsan fedakarlık yapmak istese de engeli çok olunca, başarma yüzdesi düşebiliyor. Burada engeli; yaşından gelen, nefisten gelen şeyler olarak düşünürsek; yirmi yaşında gençle, kırk yaşındaki insan farklı oluyor. Ama çok yönleri olan bu konunun önem verdiğim noktalarının başında; kendisine ve çevresine ve kendisine en sevgiyle yaklaşanlara karşı duyarsız gençlerin yetişmesi geliyor; sadece kendini önceleyen, başkalarına karşı sevgisiz ve ilgisiz olan... Rahmaniyetin yukarıdan aşağıya daha çok aktığına eminim; annenin çocuğuna, çocuğun annesine olandan daha çok rahmet edebileceğinden eminim. Ama şundan da eminim ki; Fâtır olan Rabbimiz; her kulun içine, ona merhametle yaklaşan, sevgiyle davrananlara karşı hürmet ve tevazu ile karşılık verme duygusunu da koymuştur. Ebeveynlere düşen; gençlerin kendi fıtratlarında olan bu duyguyu farkedip gereğince yaşayabilmesinin önünü açmaktır. Ve bunun gerçekleşmesi sürecinde, onlara, kendilerinin değersiz, onlarınsa değerli olduğu şeklinde yanlış bir imaj sergilememesidir. Gençleri; yaptıkları yanlışları, özellikle de kendilerini çok inciten, bir yerlerini çok acıtanlarını onlara hissettirip, her dakika her yanlışlarını olmasa da, özellikle kendileri için "manen büyük" olan bu yanlışlarını düzeltmelerini onlardan talep etmeleridir. Çünkü o dönemde sadece duygular ve dürtüler değil; akıl da doruktadır. Ve kirlenmemiş her akıl; doğru davranmanın yolunu da bulabilir... Kimisi bu yolu cehennem fikriyle bulur, kimisi hastane ve hapishanedekilerin hallerine bakarak; kimisi cennet fikriyle, kimisi de kendisi gibi genç olup sevdiklerinin, yakınlarının ve en önemlisi de kendisini Yaratanın hakkını gözeten Ashab-ı Kehf'le, Hz. Yusuf’la, Hz. Meryem'le, Hz. İbrahim'le bulur...

  17.07.2008

© 2021 karakalem.net, Zehra Sarı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut