Bitirirken...

BUNDAN BİRKAÇ yıl önce, hangi kazanda pişirildiği zamanın seyri içinde anlaşılan bir iftira, almış başını gidiyordu. En hazini, ayak iken baş olmuş bir ismin etrafında şekillenen ve kendisini tasavvufla tarif eden bir oluşumun, derin ulusalcı kazanlarda pişirilmiş bu zehirli yemeği servis edenlerin başında gelmesiydi. Değil bu topraklarda, dünyanın her tarafında insanların imanla tanışmasına vesile olan bir muhterem zâtın ettiği hizmet ve onun etrafında şekillenen bir imana hizmet oluşumu, ‘misyonerlik’le, ‘dinlerarası diyalog’ söylemi arkasında Hıristiyanlık propagandası yapmakla suçlanıyor; bu meyanda içinde Risale-i Nur da okunan dersaneler ve evler ‘misyonerlik merkezi’ olarak tarif ediliyordu.

Bu çirkin iftira, ne yazık ki, her mü’min tarafından Nur sûresinin bir iftira karşısında mü’minlerin takınmasını istediği tavırla karşılanmadı. Kimi cemaatî asabiyetinden, kimi hasedinden, kimi basireti bağlanmışlığından, kimi başka bir sebepten, kendisini ‘dindar’ olarak tarif eden farklı mecralardan birçok insanın ağzında, Fethullah Gülen Hocaefendinin etrafında kümelenen iman hizmeti oluşumuna ‘misyonerlik’ yakıştıran laflar dolaşmaya başladı.

Hazin bir durumdu bu. Ortada bu iddiaların bir delili yoktu; ama “Doğru henüz ayakkabısını giyerken, yalan dünyayı dolaşır” sözüyle kastedilen bir kez daha gerçekleşti.

Bu çirkin iftiranın frenlenebilmesi ise, 2005 yılının Mart’ında iki ismin yakın aralıklarla yaptığı iki çağrıyla mümkün oldu. Zaman yazarı Abdullah Aymaz, yıllar önce buna benzer bir iftirayı her türlü uyarıya rağmen ısrarla sürdüren bir kişiyi ‘mübahele’ye çağırdıktan sonra bu iftiranın izale olabildiğini de hatırlatarak, derin kazanlarda pişirilmiş olup şimdi ağızdan ağıza dolaştırılan bu iftirayı servis eden mecrayı ‘mübahele’ye çağırdı. Necran Hıristiyanlarının Hz. Peygamber karşısında bitmek bilmeyen iddialarına mukabil, gelen âyetle âlemlerin Rabbinin onları Hz. Peygamber ile ‘mübahele’ye çağırdıkları gerçeğini de bilhassa hatırlatarak.

Yine Zaman yazarı Ali Ünal, sözkonusu iftirayı servis edip yayanları ‘fikir seviyesinde muhatap almanın bir işe yaramayacağı ortada’ tesbitinin eşliğinde “Fikrî müzakere, fikrinde, davasında samimi insanlarla yapılır” kaydını da düştükten sonra, bir mübahele çağrısında bulundu ve onları da iddialarında samimi iseler, edilen bu duaya amin demeye davet etti.

Ve başta Fethullah Gülen Hocaefendi’yi, sonra bütün Risale-i Nur Talebelerini ‘misyonerliğin öncü kolu’ diye tarif etmeye kalkışan utanmaz tezgâh, bu iki çağrıdan sonra hızını kaybetti; çünkü, bu açık çağrıdan sonra, inandırıcılığını peşinen kaybetmişti.

Bediüzzaman Said Nursî, İhlas Risalesi’nde “Umûr-u hayriyenin çok muzır manileri olur. Şeytanlar bu hizmetin hadimleriyle çok uğraşırlar” tesbitinde bulunur. Bu yolda yürüyebildiği kadar yürüme çabası içinde olan herkes, hiç umulmadık maniler ve akla hayala gelmedik ‘uğraşmalar’ ile bizzat tecrübe etmiştir bunu. Edegelmektedir üstelik. Musa aleyhisselamın risaletle vazifelendirildiği ilk duanın “İşimi kolaylaştır” mealindeki ikinci duadan bile önce “Göğsüme genişlik ver” şeklinde olmasındaki sırrı, bu tecrübeler içinde hepsi muhakkak anlamıştır.

Evet, imana hizmet yolunda yürümeye çalışan; hakikat adına üç-beş kelam etmeye gayret eden herkesin sabır ve sükunetle kuşanması, tahammülü meslek edinmesi gerekir. Ancak bazan öyle imtihanlarla yüzyüze gelinir ki, susmanız da yanlış anlaşılır, konuşmanız da. Söz uzar, ama bundan asla bir netice çıkmaz, bilakis maraz çıkar. Bilhassa, ‘çamur at, izi kalır’ türünden bir saldırı durumunda böylesi bir ikilem yaşanır. Nitekim, yukarıda sözünü ettiğim olaylar zinciri içinde de bu durum yaşanmış; bırakılmak istenen bu izin izalesi için işte o çağrı gerekmiştir.

Lillahilhamd, bilebildiğim kusurların yanında, bilmediğim kusurlarımın da olduğunun idraki içindeyim; ve bildiğim ve bilmediğim bütün kusurlarım için Rabbimden mağfiret dilemeyi itiyad edinmişim. Ama bu kusurların içine ‘liderlik tutkusu’ gibi bir şeyin dahil olmadığını da elhamdülillah biliyorum. Buna karşılık, yazdığım yazıların, muhafazaya çalıştığım duruşun, söylediğim sözlerin tesirini kırmak için böylesi bir iddiayla ‘hakkın hatırı’ için söyleneni ‘nefsin hesabı için’ derekesine düşürmeye çalışanların böylesi bir yakıştırmaya yeltendiklerini defaatle tecrübe etmişimdir. Daha ziyade ‘fısıltı gazetesi’ kanalından veya başkaca mecralardan duyduğum böyle bir yakıştırmayı editörü olduğum sitede dahi ‘yorum’ görüntüsü altında dillendirme cesaretine sahip olanları görünce, kolay olmasa da tahammül etmeye çalıştığım bu yakıştırmaya karşı açık bir çağrıda bulunmanın en kestirme çözüm olduğunu gördüğüm için bu yola başvurdum.

İsterdim ki, buna dair üç yazı yazma durumunda kalmayayım; siz de başkaca yazılar okumak yerine böyle yazılar okuma durumunda kalmayasınız.

Ama, hayat böyle yaşanıyor işte...

Ben çağrımı yaptım, şimdi kafam sakin, içim rahat...

Bu arada, şu veya bu düzeyde bir ‘anlama özrü’ taşıdığını düşündüğüm bazı iman kardeşlerime bir hatırlatmada bulunayım: Lanetleşmeye davet etmek başka şeydir, lanet etmek başka şey.

Yakın zamanda, bu köşede inşirah verici yazılarda görüşmek dileğiyle...

  18.06.2008

© 2021 karakalem.net, Editör



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut