GÜÇ MANTIĞININ takipçileri, ‘doğru’yu tesbitte zorlanmazlar. Güçlülerin savunduğu hangisiyse, doğru odur!
Hiç büyümeyen bir çocuğa benzeyen asabiyet insanı da, doğruyu tesbitte zorlanmaz. Doğru, onun aidiyet hissettiği yere ait olandır. Meselâ bir milliyetçi, kendi milliyetinden biri ile başka milliyetten biri arasındaki gerilimde meseleyi hemencecik çözümler: Kendi milliyetinden olan haklıdır ve zaten bütün dünya onlara düşmandır.
Hak mantığıyla hareket eden ise, meseleyi güçlü-zayıf, bizden-öteki denklemiyle irdelemediği gibi, hakkâniyet terazisini yanından hiç eksik etmez. “Bir mü’minin her sıfatı mü’min olmadığı gibi, bir kâfirin her sıfatı kâfir değildir” gibi sözler, işte böyle bir terazinin sahiplerince söylenebilir zaten.
Yazılarım(ız)a gelen bazı yorumları görünce, asabiyet insanlarıyla uğraşmaktan artık iyice sıkıldığımı anlıyorum. Yazılan herşeye ‘bizim lehimize mi, bizim aleyhimize mi’ gözüyle bakan; ‘doğru da olsa, bizim aleyhimize ise, yazılmamalıydı arkadaş’ gibisinden dayılanan; daha da ötesi, her rüzgârdan nem kapıp her yazıdan huylanan ‘asabî’ insanların varlığından haberdar olmak, ne yalan söyleyeyim, canımı sıkıyor. Böylelerin varlığının, aidiyet iddia ettikleri camianın samimi ve hakperest takipçilerinin de canını sıktığına inanıyorum.
Kendi namıma, bu sıkıntıyı son olarak “Lider ve mürşid” yazısı vesilesiyle hissettim. Hikmetli bir nüansı dile getirdiğim bir yazıya, bazı kardeşlerimiz mânâlı bir alınganlık gösterdiler nedense. Dahası, yazıyı sanki sırf onların o aşırı ‘övgü’ merakı yüzünden takdir hislerimi ifadeden ictinab ettiğim bir muhterem isme ‘lâf çakmak’ için yazmış olduğum zehabını da taşıyarak.
Doğrusu, birilerince böyle asabî bir ruh haliyle okunuyor olmaktan hiç de memnun değilim. Beni böyle okuyan kardeşlere tavsiyem, herkes için selametli bir yolu ihtiyar etmeleri, böyle okuyacaklar ise hem benim hem kendilerinin iyiliği için beni okumama yolunu seçmeleridir. Bunu söyleme durumunda kaldığım için üzgünüm ama, bu kadar asabiyetten de cidden sıkıldım...
Bundan daha sıkıcı olanı ise, bazı yorumcuların son derece sıradan, basit ve dahası çiğ bir ‘saldırı’ya yeltenmiş olmalarıdır. Üstadım Bediüzzaman’ın “İhlas Risalesi’nden “Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz” dersini almış birinin değil ‘lider’ vaziyetini takınmak, ‘mürşid’ vaziyetini dahi takınmaktan ictinabını bir ihlas düsturu bilmekliğime karşılık, ne kadar da çiğ bir şekilde ilgili yazıyı içimde sakladığım ‘liderlik’ tutkusuyla yazabildiğimi iddia edebiliyor birileri. Tıpkı, daha önce yazdığım kimi yazılar, meselâ ‘sarıklı genç’ tabirine dair iki yazı karşısında güya cevap yazan bir müfrit ismin kendimi o konuma lâyık görüyormuşum ithamını el çabukluğuyla devşirivermesi gibi...
Böyle ‘niyet okuyuculara,’ bir daha canımı sıkmamaları için, yapabileceğim en sert çağrıyı yapacağım şimdi. Onları ‘mübahele’ye çağıracağım.
Metin Karabaşoğlu’nun yazılarından ‘lider olma tutkusu’ okuyanlar, bu iddialarında samimi iseler, ben istedikleri yerde ve istedikleri saatte onlarla mübaheleye hazırım. Onlar da bu dediklerine cidden inanıyorlarsa, buyursunlar, mübahele yapalım. Ben, “Eğer bende lider olma tutkusu ve iddiası varsa, Allah’ın lâneti üzerime olsun. Değilse, hakkımda bu iddiayı dile getirenlerin üzerine olsun” diyeyim. Onlar da, kendileri namına iddialarını eğer doğru ise benim üzerime, yanlış ise kendi üzerlerine Allah’ın lâneti talep ederek tekrarlasınlar.
Mübahaleye davet edeceğim bir kişiye daha rastlanıyor ilgili yazının ‘yorum’cuları arasında. Bu kişi ise, bende ‘liderlik tutkusu’ hissetmekten öteye geçmiş; beni bu uğurda ‘adam harcayan’ biri olarak resmetme iğrençliğine de tevessül edebilmiş.
Bu kişiye de bir çağrım var: Yorumunda iddia ettiği şekilde, Karakalem’de vaktiyle yazıyor olup şu an ya yazamıyor veya yazmıyor olan isimlerin yazamıyor veya yazmıyor oluşu benim ‘liderlik’ hevesimden kaynaklanıyor ise; dahası Karakalem’de evvelce yazıyor olduğu halde benim yazmasına mani olduğum tek bir isim dahi gösterebilecek durumda olduğunu düşünüyor ise, gelsin, mübahale yapalım, lânetleşelim: Dediği doğruysa, Allah’ın lâneti benim üzerime, değilse onun üzerine olsun.
Bu, iddia ve iftira sahiplerine açık bir çağrıdır...
Zihnimde ve kalbimde yoğurduğum, vicdanıma danışıp da dile döktüğüm kelimelerime ve yazılarıma kara çalmak isteyen namertlere karşı böyle bir çağrıda bulunmaya kendimi mecbur bildim.
Neyi niye yazdığımı ‘asabiyet berzahı’na girmeden anlayabilen sevgili okuyucularımdan ise, bu yazıyla verdiğim geçici rahatsızlıktan dolayı özür dilerim.
—Metin Karabaşoğlu
Editör