AMERİKA’DA BULUNANLARIN ya da en azından Hollywood filmlerine aşina olanların rahatlıkla fark edebileceği bir manzara Amerika’da dine bir şekilde önem verildiğidir. İçi her ne kadar boşaltılmış da olsa, dünyevileştirilmiş olsa da dine taraftarlık Amerika’da bir normdur. Otel çekmecelerindeki ‘Bible’lar, paralarının üzerinde yazılı olan ‘In God We Trust’ ifadesi, arabaların plakalarındaki ‘God Bless America’ yazıları toplumun bu konudaki hissiyatını ifade eden levhalardan bir kaçıdır.
Starkville, Mississippi 20,000 nüfuslu bir şehircik. 17,000’ini eyalet üniversitesi teşkil ediyor. Bu şehircikte anladığım kadarıyla onlarca klise var. Korean, Baptist, Trinity Presbyterian, Metodist, Episcopal, Catholic, Lutheran, Apostolic ve bunlardan türetilmiş United Metodist gibi bir sürü kollar. Üniversitenin ‘GeoScience’ bölümünden bir bayan öğretim üyesi, öğrencilerini periyodik olarak Starkville’in tek mescidine götürüyor. Öğrenciler burada müslümanların nasıl ibadet ettiklerini gözlemliyorlar. Ayrıca kendilerine İslamiyet’le ilgili bilgilendirici sunumlar yapılıyor, sordukları sorular cevaplandırılıyor. İşte böyle bir ortamda tanıştığım bayanla uluslarası öğrenci topluluklarının yerel yemek, kültürlerinin sergilendiği bir vasatta daha uzunca konuşma fırsatım oldu. Pazar günleri bir araya gelip çeşitli mevzular üzerine tartıştıklarını öğrendim. Bu olayın adını da “Sunday School” koymuşlar. Kendisine benim de katılmak istediğimi, ortamı görmek istediğimi ifade ettim. Devam eden hafta içinde arkadaşım ve bana Pazar buluşması için davet geldi. Özel bir konuşmacının geldiğini bu konuşmacının “The Same God?” isimli kitabın yazarı olduğu da ifade edilmişti. Klise ‘Service’ine de davet edilmiştik. Service, zikirlerin müzik korosu eşliğinde ve bir din görevlisinin önderliğinde yapıldığı bir Hristyanlık ritueliydi. Arkadaşımla Pazar günü her ikisine de katılmaya karar verdik. Pazar günü resmen Hristiyanların ibadet günüydü. Planlar ona göre yapılıyordu. Pazar günü bayan bizi karşıladı. Ortama yönlendirdi bizi. İçeriye girerken herkes, isimliğini alıp boynuna asıyordu. İçeriye girdiğimde sıra sıra sandalyelerin üzerindeki şık giyinimli insanlar, piyano, sakallı cübbeli din görevlisi nazarıma iliştiler. Elimize bir kitapçık verdiler. Anlaşılan, merasimin gidişatını açıklayan broşürler her hafta dağıtılıyordu. Bu ‘Service’ bir saat kadar sürdü. Verilen mesaj “Koyunlarım benim sesimi duyar, ben onları biliyorum ve onlar beni takip ederler” idi. Bu kelam Hz. İsa(as)’ya atfediliyordu. Pastörün sakin mizacı ve tebessüm eden çehresiyle ortama vaaz verişi ve akışa göre ayağa kalkılıp ‘Jesus’ nameli koroya dinleyicilerin iştirak etmesi, çocuklara özel koyun oyuncaklı animasyonlar yapılması, sonunda da kliseye katkı için altın görünümlü tasların birilerince dolaştırılması (camilerdeki para toplaması verenin vermeyenin fark edilmesinden uzak iken, burada vermeyenin mahcup olmaması zor görünüyor) kısaca anlatabileceklerim arasında. Ayrıca dikkatimi çeken bir husus da ortamdaki insanların arkadaşımın aşinalığıyla çoğunlukla akademisyen oluşu, genç diyebileceğimiz 1-2 kişi oluşu ve yaş ortalamasının 50’nin üzerinde oluşuydu. Geçenlerde müslüman olan bir bayanın “I have never felt acceptance from my Christian community and I have never felt as one with them. Hypocrisy is a big factor in this.” yani “Hristyan topluluğumun beni benimsediğini ve kendimin onlardan biri olduğumu hiç bir zaman hissetmedim. Hipokrasi bunun büyük bir sebebiydi.” ifadeleri zihnimde anlam bulmuştu.
‘Sunday School’da ‘The Same God’ isimli kitabın yazarı Birney Dibble Hristiyan topluluğa İslamiyeti okuduğumuz siyerler doğrultusunda anlattı. Hatam olursa bu müslüman arkadaşlar düzeltsinler atıflarında da bulunuyordu. Yazar Suriye’de iki sene kalmış, belli bir seviyede arapça öğrenmiş ve araştırmalar yapmış. Kitabında Kur’an ve İncili karşılaştırıyor. Tek Allah inancı vurgusunu ve Hz. İsa(as)’nın Allah’ın oğlu olmadığı vurgusunu yaptı. Klise terror söyleminin İslam’ın uzağında olduğunu ifade etti. Tıp doktoru olan Dibble tahmin ediyorum 70 yaşlarındaydı ve muhtemelen zihnindeki İslamiyet-Hristyanlık karşılaştırmasının izini sürerek böyle bir kitabı yazma gayretine girmişti. O günden beri arada sırada Pazar toplantılarına katılıyoruz. Bekleneceği üzere bize İslamiyet’in kabuğu ile ilgili sorular soruyorlar: Neden İslam’da sesli zikirler yok? İslam’da karar merci bir kurum var mı? İşlerinizi yapmadan önce imama mı danışırsınız? Neden müslümanlar Hristyanlığa dair sorular sormuyorlar? Şia Sünni problem nedir? vs. O ortamdaki bir çift bizi evlerine yemeğe davet etti. Onlardan birisi bana aslında dindar olmadığını lakin inançlı insanlarla bir arada olmanın hoşuna gittiğini ifade etti. Bu Pazar grubuna da liberal oldukları için katıldığını söyledi.
Manzara böyle iken iman, yaratılışın fıtratın şahitliğinde algılanması, hidayet, Kur’an’ın teorik ve pratik bütünlüğü, Kur’an’a muhatap olabilmek için aşılması gereken perdeler vs. zihnimde uçuşup durdu. Halimize ne kadar şükür etmenin gerektiğini de perdelerin pencerelerinden gördüm.