Tersine dünya

Zehra Sarı

METRO ÇIKIŞI... Uzun tünel... Yürürken kulağınıza çok güzel bir melodi geliyor. Siz ilerledikçe o güzel tını size yaklaşıyor. Ve farkediyorsunuz ki; üç tane genç, enstrümanlarıyla, gelip geçenlere gülümseyerek birşeyler çalıyorlar. Bir taburenin üzerin de de bir çalgının kutusunda bozuk paralar gözünüze çarpıyor. Karşıdan da orta yaşlı sayılabilecek bir anne ve beş-altı yaşlarında, uzun saçlı, tatlı mı tatlı bir kız geliyor. Anne, cebinden çıkardığı bozuk paraları kızına uzaltıyor ve "Hadi ver abilere, teşekkür niyetine" diyor. Şaşırtıcı bir tablo. "Hayır" diyor küçük kız, "Onlara vermeyeceğim, o parayı ben kendim için saklayacağım."

Yapılan hoş bir davranışa, elden geldiğince bir teşekkür sunabilmeyi anlatmaya çalışıyor belki anne kızına... Ya da emeğe bir karşılık verilmesi gerektiğini... Veyahut da kızına, elindekini paylaşmayı öğretmeye çalışıyor. Ama boşuna. Küçük kız; tüm sevimliliğine rağmen kabul etmiyor paylaşmayı; yanaşmıyor teşekkür etme fikrine. Ve bu zamanın, aslında yaşça daha büyüklerde görülmesinin "normal" olarak algılandığı bir davranışı yapıyor ve "Hayır" diyor rahatlıkla, o yaşına göre çok deneyimliymişcesine; "Hayır, paylaşmaya da, teşekküre de, muhabbete de..."

Gözün, gün içerisinde takılıp sonra unuttuğu yüzler arasında idi o anne ve kız... Gün içinde vapurda, otobüste, yollarda, dışarısını seyrederken rastlanan o kadar insandan sadece iki tanesiydi. Ama rollerini şaşırmış iki insan gibi gelmişti bu iki insan ilk anda; hani çocuk "Anne bak abiler, bak kutuda para var, hadi anne sende ver o bizim güzel çiçekli kesemizden para da, bende abiler için o kutuya koyayım onu" deseydi... Böyle bir sahne yaşansaydı; daha gerçeğe yakın, daha çocuk masumiyetine uygun olurdu galiba.

Ama arkadaşımın kızında da hissettiğim bu "tersine dönmüşlük" algısı, bu küçük kızı da görünce iyiden iyiye arttı. Altı yaşındaki arkadaşımın kızı da; bilgisayarda, sanal ekranda bir genç kızı giydiriyor, saçını boyuyor, özenle ekrandaki renklerden hoşuna gideni seçip mankeninin makyajını yapıyordu geçen gün onlara gittiğimde. Ben, daha önce görmediğim bu eğlencesinde onu seyrederken, açık olan televizyondada bir reklam çıktı ve bizim küçük kız, anında yüzünü ekrana doğru dönüp, "Anne bak, ben dün de gördüm bu reklamı, kadının makyajını hiç beğenmedim, çok kötü yapmış, benim leydimin makyajı bu kadınınkinden kat kat güzel oldu" deyiverdi.

O küçük güzel kızın yüz ifadelerine, daha bu yaşta fikrini savunurkenki hırsına vs..ye şahit oldum. Birşeyler için erken farkındalığına üzüldüm. Dışarıda şu yaz günlerinde çimenler, çiçekler arasında koşup oynamak, ağaçlara tırmanmak yerine; tamamen sanal ortamda, sanal şeylerle uğraşmasına üzüldüm. Alıcılarının hangi noktalarda açık olduğuna üzüldüm. Daha bu yaşta, insanların dış görünüşüne bu kadar dikkat etmesine olmasına üzüldüm. Az sonra tanıştığım arkadaşlarının da, onun gibi bilgisayar başında, o sanal genç kızı başka şekilde giydirip, boyayıp bunları birbirleriyle paylaştıklarını duyduğumda üzüldüm; başka bir paylaşımlarının olmamasına, ellerindeki oyuncak bebeklere çok prim vermemelerine de üzüldüm. Bir de içlerinden birinin ablası olan, kendilerinden üç yaş büyük bir kızın, msn’deki fotoğraf kısmına, kendi resmini değil de, çok beğendiği, kendisinden yaşça çok büyük yakışıklı bulduğu bir gencin resmini koyduğunu konuşup, bunu anlatırken mahcup mahcup birbirlerine gülmelerine üzüldüm. Ne konuştuklarının bile bilincinde olmadan sarfettikleri o cümleler karşısında büyükler olarak bizlerin çaresizliğine üzüldüm. Onlardan yaşça büyük abilerinin ve ablalarının, onlara ümit olacak, bağlanabilecekleri birşeyler sunamadığımıza bu konuda alternatiflerimizin az olmasına üzüldüm. Bir amaç, bir hedef, hayatları için bir anlam, onların yaşlarına uygun; onları bilgisayardan, televizyondan alıkoyacak bir mana bulamadığımıza üzüldüm. Bizim küçükken kurduğumuz hayallerimizin, onların dünyasında yerinin olmadığına üzüldüm. Onların çoğunun hayali yok. Hayal kurmak için düşünmeye vakitleri yok çünkü. Düşünmek için temiz, sağlam bir zihinlerinin olmasına imkan tanınmıyor çünkü. Zihinleri ya şiddet içeren bilgisayar oyunlarıyla kirlenmiş ya da anlamsız dizilerle, çizgi filmlerle uyuşturulmuş. Onların sağlam zihinleri yok, bizlerin ise onların bu hallerini farkettiğimiz halde onlara deva olacak ilaçlarımız yok.

Yazıyı bu cümleler ile bitirmeyi düşünürken geçen gün, öğrencime giderken, önünden geçtiğim okulun çıkışında gördüğüm bir kız aklıma geldi... Ve tebessüm ettim o anda da yaptığım gibi...Üçüncü sınıfa falan gidiyordu herhalde. Üç arkadaş gidiyorlardı. Bir tanesi, arkalarından kolunu tutarak geliyordu ve ağlıyordu da. Diğer ikisi "Ama böyle yapma lütfen Tuğçe" diyorlardı ağlayan kıza dönerek. "Çok az bir çarpmaydı biz de gördük, bu kadar sızlanacak kadar birşey değildi." Ve o kız "Ama Tuğçe, sen bugün bir kolunu çarpmana bu kadar ağlayıp sızlarsan, yarın Allah korusun annene babana birşey olsa ne yaparsın hiç düşünmek bile istemiyorum" dedi. Ve ekledi: "Biraz güçlü olmamız lazım. Hem ne demişler hayatta zorluklar da var kolaylıklar da; bugün kolunun çarpmasına üzülürsün, yarın sınavdan iyi not aldığına sevinirsin; alışmamız lazım böyle şeylere, yoksa büyüyünce ne yaparız."

Evet çocukların konuşmasını, özellikle o bilgece konuşan sevimli kızın anlatımlarını dinlemek için adımlarımı ağarlaştırdım ve hala hayatın içinde yaşayan, sanalın dışına çıkabilmiş bu çocukları gördüğüm için çok mutlu oldum ve hiçbir zaman Allah'tan ümit kesmememiz gerektiğini bir kez daha hakkalyakin hissettim.

İyi şeyler de oluyor bu hayatta evet... Tüm "Hayır"ların karşısın da bir çok "Evet" de var. Zaten biliyoruz ki, Allah yeryüzünde hep hayır yayılsın istiyor, toplumsal hayatımızda hayır galip olsun istiyor. Ama bunun için bizim de üzerimize düşen şeyleri yapmamız gerekiyor; önce en yakınlarımızdan, en elimizin altındakilerden başlayıp, dairemizi giderek büyüterek bunu yapmamız gerekiyor.

  12.06.2008

© 2021 karakalem.net, Zehra Sarı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut