Sanat: ruhu yakalama çabası

Mona İslam

PORTRE, GOGOL’ÜN ünlü Mayıs Gecesi’nde anlattığı öykülerden biridir. Bence en güzelidir. Genç Ressam Çartkov’un hayatı üzerinden bize sanat-popülarite ilişkisini anlatır Gogol. Çartkov gibi idealist bir genç sanatçının, anlam ve ebediyet arayışının ödenmemiş faturalara nasıl da harcandığını, ev sahibinin tasallutuna nasıl siper edildiğini, aristokrasiye nasıl peşkeş çekildiğini görürüz hikayede. Vurulan her rastgele fırça darbesinde Çartkov’un ruhuna saplanan hançerleri, her şımarık genç hanımda yitirilen soyut güzellik zevkini, gazetelere verilen her reklamda boyaların haykırışını hayretle okuruz. Tanrı vergisi zeka ve yetenek pırıltıları, gün be gün söner, anlam yitirilir; elde edilen karanlık, sonsuzdur.

Önceleri, sırtında eski paltosu, modası geçmiş elbisesi, her nesneye ruhunu yakalamak istercesine derin derin bakışı ile tanıdığımız ressam, cebindeki son yirmi kapiği aç kalmak pahasına hayran olduğu bir resme, adı bilinmeyen bir sanatçının portresine, tam da kendisine benzemek istediği usta ressam hatırına, feda eder. Portreyi alır, odasına koyar. Portre canlı gibidir. Yüzündeki izler, mimikler, hayatının özeti gibidir. Özellikle gözler; onlar sürekli Çartkov’a bakmakta, onu izlemektedir. Çartkov bu resmin bir ruhu olduğuna katiyetle inanır. Adeta, usta ressam, resmettiği adamın ruhunun bir parçasını yakalamış ve tablonun içine, tam da gözlerinin olduğu yere hapsetmiştir. Onun da tüm dileği, böyle doğadaki tüm ruhları yakalamak ve tablolarında sabitleyerek ebedileştirmektir.

Profesörü ona birçok kez: “Sen yetenekli bir ressamsın,” demiş; yeteneğini ziyan etmemesini, gelgeç gönüllü olmamasını, emeği önemsemesini, gösterişli olandansa, duyguyu yakalamasını, bunun için de doğaya kalbi ile bakmasını, iyi bir ressamın gözünde evrende hiçbir çirkinliğin bulunmadığını, onun en çirkin olaylardaki güzelliği, anlamı bile bulup tuvale aktarabileceğini söylemiştir. Ve ona süslü takımlara, parfüm ve fularlara, gözde mekanlara, cilveli hanımlara aldırmamasını, hayatını amacına, iyi bir ressam olmaya, adamasını öğütlemiştir. Onda gördüğü ve endişe ettiği hal hakikaten de Çartkov’da vardır. Zaman zaman o her şeyi bir yana bırakıp, diğer Rus gençleri gibi içip dağıtmak, eğlenmek ve avunmak, soyut güzelliği boş verip, somut güzelliğe sarılmak sevdasıyla yanıp tutuşmaktadır.

Sabreder, kendini kontrol eder, her yere dağılmış eskizlere bakar, fırçasını eline alır, günlerce kendini, yeme içmeyi unutur. Ah! Şu sinir bozucu ev sahibi olmasa, kapısına dayanıp hakaretler yağdırmasa, polis zoruyla onu evden attırmayı planlamasa, her şey yolunda gidecektir. Her ideal adamının karşısına çıkan şey, onun da karşısına çıkar, geçim derdi. Ah! “Bir yerlerden elime geçen bir miktar para olsa da, boyalarımla tuvalimle sessizce odama kapanabilsem, işimden başka şeyi düşünmek mecburiyeti olmasa, neler yapardım? Üç yıl, sadece üç yıl sabırla çalışabilsem. Büyük sanatçıların maddi sorunları olmayan çevrelerden çıkması, yahut imparatorlar, krallar tarafından desteklenmesi boşuna değil” diye düşünür. Çartkov’a göre sanatçılar, imparatorların taçlarındaki incilerdir.

Sanat ancak sıkıntı, emek ve düşünceyle yoğrulur. Sanatçının bir tuvale aktardığı doğanın basit bir taklidinden ibaret değildir. Bilakis o, onu alır, kendi ruhundaki süzgeçlerden geçirir, çiçekleri bala dönüştüren arı gibi onu benzersiz, bedi bir tarzda yeniden yoğurur ve ortaya koyar. İnsan gözüyle tutulan ışık olmadan doğa ne kadar güzel olursa olsun bir şeyler eksik kalır. Sanat, var olanı insan gözüyle okumak dışında nedir ki? İnsan her şeyi anlamlı kılan biricik gözdür.

Kahramanımız bir talih eseri (yahut talihsizlik) bir paraya kavuşur. Artık çalışmalarının, yeteneklerinin önü açılmıştır. Birkaç yıl odasına kapanacak ve Tanrı’nın verdiğini tuvale yansıtacaktır. Önünde hiçbir engel kalmamıştır. Nefsi dışında…

Ah! O nefsi, yanı başında sessizce oturan nefsi, ortada hiçbir imkan yokken hiç sesi çıkmayan nefsi, aslanlar gibi kükremeye başlar. Fakir bir ressamken yutkunduğu, yakınından geçmeye cesaret edemediği, imrendiği her şey önünde resmi geçit yapmaktadır artık. Hepsine büyük bir iştah ve açgözlülükle saldırır. Son moda takımlar, ipek fularlar, gözde lokantalarda yemekler, süslü hanımlarla geziler… Gazetelere para verip reklamını bile yaptırır. Aristokrat aileler bir bir gelmeye başlarlar ona. Portreler isterler. Kendilerini olduklarından daha güçlü, daha dürüst, daha erdemli, daha güzel gösteren yapmacık portreler. Aslında ressamın kendisini satın almaktır tüm istedikleri. Tüm yeteneğini ele geçirmek ve kendi amaçları doğrultusunda kullanmak. Onlar soylulardır, her güzel şey üzerinde doğal hak sahibidirler. Her fırça darbesine müdahale ederler, her adımına karışırlar, onu verdikleri davetlerde yedirip semirtirler, somut olan tüm zenginliği önüne yığıp, onu soyut olandan büsbütün uzaklaştırırlar. Artık basmakalıp birkaç şey çizen bir son moda ressamdır, ünlüdür ama yapıtları beş para etmez. İşin kötüsü o bunu bilmektedir. Bu yüzden sanatı için çile dolduran her ressama hınç duyar. Yapılan emek eseri her tabloyu hor görür. Kıskançlık iliğini kemiğini emer. Ruhunu satmıştır, artık şeytanın avukatı olmak zorundadır…

Bugün sahip olduğu ünden eser yok, tabloları artık bit pazarlarında bile bulunmuyor. O bunu ruhu bedene, anlamı gösteriş ve cafcafa, ebediyeti torba torba altına değişerek kazandı. Tüm istediği doğadaki ruhları resmederek ebedileşmekti, tüm yapabildiği midesini resmetmek oldu. Allah vergisi yeteneğini az bir pahaya sattı, gerçek şu ki insanların ekseriyeti ona çok az bir değer biçmişlerdi. Zaten insanların ekseriyeti varlığın değerini bilmez.

Sanat insanın ruhunu kainata harmanlama çabasıdır. Doğada serbest bir rüzgar gibi dolaşan güzelliğin, inceliğin, zerafetin insanların sosyal hayatına zerk edilmesidir. Yalnızca insan ruhunun hissedebileceği çıplak anlamı bulma, ona kendi elbisenizi giydirme ve onu kendi dünyanıza sokma başarısıdır. Yalnız insan Sani’e muhatap olabilir. Bu muhatabiyet ise sanatın her türünün insan hayatına derinlemesine nüfuzu ile mümkündür.

Sanatı ruhun bir unsuru olmaktan çıkarıp nefsin emrine verdiğinizde, o saldırıya uğramış, ürkütülmüş, bir kenara sinmiş, zoraki bir biçim verilmiş, lüzumsuzca kalıplara sokulmuş olur. Artık Sani’i yansıtmaz, insanın kaba ve ucuz zevklerinin bir dışavurumundan ibaret olur. Dünyanın geçiciliğini unutmaya sebep olur. Kutsal olanı değil bayağı olanı betimler. Bir eğlence, bir avuntu haline gelir. Ebedileşmenin bir yolu olan sanatın, böylesine nefislere esir edilmesi, bir güzel ismin böyle dünya metaı haline getirilmesi, medeniyetin iflasıdır.

İnsan, kendisini Sani-i Hakim’e götüren bir sanatın yokluğunda kemalatını tamamlayamaz. Ruhu incelemez, Sani-i Hakime layık hale gelemez. Bir yerlerden bir sanata temas etmeyen insan, ruhunu yakalayamaz, inceliklerini keşfedemez. Bunun için Yaratıcıdan ilham alan sanat, medeni toplumların vazgeçilmez bir unsurudur.

  02.08.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut