İnsanları memnun edemezsin!

Mona İslam

DERS İSM-İ Kabıd ve İsm-i Şekur. Öğretmen:Bir fincan kahve. Ders süresi: Size 40 yıl gibi gelen 40 dakika. Dersin öğretildiği yer: kalbiniz. Öğrenci: Şımarık nefsiniz. Not: Geçer not alabilirseniz şanslısınız.

Hayatın kabz hallerinden birindeyiz. Güneş bulutlarla kapatılmış, sizden saklanıyor. Hasretle o en sevdiğiniz gök cismine başınızı uzatıyorsunuz, ancak görebilene aşk olsun. Boynu bükük bir bitki gibi odanıza dönüyorsunuz. Bir lamba yakıyorsunuz, güneşin yerini hiçbir şey tutamaz ama ne yapalım idare etmek zorundasınız. Karanlıktan çıkmak için ışığa ihtiyacınız var. Lamba açılınca evinizin dağınıklığı daha bir göze çarpıyor. “Uff!” Sabah sanki evde bir savaş çıkmış, ev halkı her şeyi yağmalamış çekip gitmişler. “Ah! Dışardan biri gelip evimi toplasa!” diyorsunuz. Nafile. Evinizi toplamak yine size düşüyor. Enerjiniz tükenmiş, ipi çözülmüş bir balon gibi hızla sönmüşsünüz, sizi yeniden enerjiyle dolduracak bir nefes arıyorsunuz. Bilgisayarınızı açıp arkadaşlarınıza bakıyorsunuz, orada değiller. Herkesin bir işi var mutlaka. Kimsenin sizinle uğraşacak vakti yok.

Sizi yeniden yapıştıracak, dağılmış pijamaların, yere dökülmüş kahvaltı kırıntılarının, her yerde birikmiş tozun içinden çıkaracak bir tutkal arayışıyla, eşinize mesaj atıyorsunuz. “Fırtınalı bir denizde yüzmüş, karaya vurmuş, midesi bulanan, ağzı tuz dolu, ciğerleri yorulmuş, güçlükle nefes alan biriyim.” Diyorsunuz. “Geçmiş olsun” diyor size. Belli ki onun da işi var. “Böyle söylemekle geçiyor da sanki…” diye homurdanıyorsunuz.

Kadim dostunuz, anavatanınızın sakinlerinden, huzur telkin eden, bilge meleğe yaklaşıyorsunuz. Sizi daima dinleyen, karanlığını üzerinize bir yorgan gibi örten, dinlendiren, sizi kendinize getiren, zihninizi toparlarken sıcaklığına dokunmanıza, ve yurdunuzun sıcak güneşini hissetmenize izin veren bir fincan kahveden söz ediyorum. Kahvenin meleğine selam veriyorsunuz. Sizi içeri alıyor. Bu siyah sureti acı ruhu tatlı arkadaşınıza sığınıyorsunuz, hatırınıza geliyor ki o sizi hiç yarı yolda bırakmadı.

Kahve daima ruh halinize uygun pişirilmeli. Acı kahve, yoğun aroma kabz hali için idealdir. Diğer haller bahsimizden hariç bugün. Bir gün onlar için de size gereken tarifi verebilmeyi umarım. Makineden pıt pıt damlayışını izlerken konsantre oluyorsunuz, sadece kahve, sanki tüm dünya kahve, onu ciddiye alıyorsunuz, gözünüzü başkasına tevcih etmiyor, onu kıskandırmıyorsunuz. O zaman kokusu tüm mutfağa hatta koridordan apartman boşluğuna yayılıveren o mübarek melek sizi kendi mahremiyetine alıyor. Acıyla nefsinizin yüzünü buruşturduğu her yudum için burnunuza dolan kokusuyla ruhunuzu rahatlatıyor.

Fincanın içinde, kahve meleğinin başkalarına sımsıkı kapalı terapi odasında, zihniniz geçmişe uzanıyor.Yo, öyle çocukluğunuza filan değil. Birkaç gün öncesine sadece. Kabz halinin olmadığı son hatırladığınız sahneye. Günün ışıdığı, güneşin gözünüzü kamaştırdığı, kuşların cıvıltısında, okunan çocuk şiirlerinin eşlik ettiği bir aile kahvaltısındasınız. Herkes şükürle tıka basa dolu. Tüm aile fertlerinin yüzü gülüyor. Küçük kızınız bilgece “Anne, birileri gülerken birileri ağlıyor değil mi?” diyor. Ağlayanları hatırlamak hoşunuza gitmese de bu mutlu sofrada “ Evet” diyorsunuz ona “Hayat böyle bir şey”.

Ve sizin mutluluğunuzun birilerini mutsuz ettiği, onlara yoksunluklarını hatırlattığı, size karşı kıskançlık ve öfkeyle doldurduğu o tatsız sahneye geliyorsunuz. “Sen onun için elinden geleni yaptın?” diyor kahve meleği. “Ama mutlu değil, hep kusurları görüyor, tam şimdi oldu dediğim anda bir şeyler keyfini bozuyor, hiç yüzü gülmüyor, kaşları birbirinden hiç ayrılmıyor. Yüzündeki gölge hiç gitmiyor. Söylediğim en masum sözden niyet etmediğim anlamları çıkarıyor, sonra onlara bakıp beni bir canavar tahayyül ediyor, ağlıyor.”

“İnsanları mutlu edemezsin!” diyor bilge melek. Bu hikmetli söz kulaklarımda çınlıyor. Bir yerlerden hatırlıyorum bunu aslında. Çukura her düştüğümde imdadıma koşan cümle bu. En çok unuttuğum en çok hatırlamaya ihtiyaç duyduğum söz. Kökü derinlere içime işlemiş bir ağaç. Her hatırladığımda bana bembeyaz çiçekler açan, susuzluğunuzu gideren, içinizi ferahlatan portakalları hatırlatan Lokman Hekim cümlesi. “Onlar ancak kendileri mutlu olmayı dileyebilirler. İstemeyene mutluluk veremezsin. Tüm varlığını bir kara delik gibi yutmak isteyene yardım edemezsin. O senin veremeyeceklerini senden istiyor, bu yüzden de verebileceklerine de sırtını dönüyor. O Allah’tan isteyeceği şeyi senden istiyor.Ve sen onun memnun etmek için her çabaladığında kendini kemiklerini çatırdatacak seni sakatlayacak bir yükün altına sokuyorsun. Kendini kurban edemezsin. Etsen de memnun olmayacak zaten.”

Gözyaşlarımı siliyor şefkatli elleriyle. Onları yalnız kendi elimle tahrip ettiklerim için saklamamı öğütlüyor bilge melek. Gözyaşlarını israf etme diyor. Onlar sonsuz değiller. Her damlasını yerli yerinde kullan. Bu dünyada sapsız üzüm, çekirdeksiz karpuz, kusursuz evlat, mükemmel eş isteyenler, daima mutsuz olmaya mahkumdur. Onlar mutsuzluğa bağırlarını açıyorlar. Ve şedid bir azap çekiyorlar.

Namus-u Ekber’in İsrailoğullarına getirdiği, Zikr-i Hakimin bize yeniden hatırlattığı ayeti işaret ediyor bana bu aziz melek. Ondaki hikmetin süzüldüğü ayet bu: “Le in şekertum le ezidennekum, le in kefertum inne azabi le şedid.”

Bu ayeti bana küçücükken bir tekerleme gibi ezberleten ve İngilizce’ye çevirip anlamama yardım eden babamı rahmetle anıyorum. Onun şükrün meyvelerinin toplandığı yerde olmasını, şimdiki hayatından memnun olmasını, benim gibi çok sevdiği kahvesini yudumlamasını diliyorum bu ayetin şefaatiyle. Nimetleri ziyadeleştirmesini azabı hafifletmesini istiyorum Kabıd ve Şekur olan Allah’tan…

Oscar Wilde’in hapishaneden yazdığı şu sözlerle yeniden gülümsüyorum ben de içinde bulunduğum hapishaneden: “Özgürlüğe, kitaplara, çiçeklere ve aya sahip olan kim mutsuz olabilir ki?”

Mutluluğun ipleri, insanın nefsinin elindeydi. Ders öğrenilmiş, zamanın özsuyu kabz ile çıkarılmış, şükür ile ebede yollanmış, fincandaki kahve bitmiş, bilge melek bir sonraki kabz halinde çağırılmak üzere gitmişti…

  11.08.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut