Vahşiler geliyor

Mona İslam

BEDİÜZZAMAN SAİD Nursi, Barla Lahikası’ndaki Mesail-i Müteferrikada 2. Meselede ehl-i dalaletten “vahşiden çok vahşiler” diye söz eder. Onların kainata, insanlığın sosyal hayatına hiç girmemiş, onların dilinden anlamayan, adet ve kanunlarını bilmeyen, bu yüzden de girdiği ortamda hem kendi rahatsız olan hem de etrafını rahatsız eden bir vahşiye benzetir. Acaba neden kendilerini herkesten evvel medeni sayanlar aslında vahşidirler?

“Vahş” kelimesi, “üns”ün zıddıdır. Ünsiyet yakınlık kurma, yakınlaşma, kaynaşma, alışma, dost olma manalarına gelirken; ünsiyet peyda etmek de alışkanlık kesbetmek, uyum sağlamak anlamını taşır. Sufiler nezdinde ise “üns” sevgiliyle başbaşa kalmanın, yar ile halvetin adıdır. Hak ile ünsiyet, perdelerin ortadan kalkması ile olur.

Vahşinin, “ilkel, yabani” anlamında kullanıldığını hepimiz biliriz. Bu kelime yadırgama, huzursuzluk, uyumsuzluk anlamlarını da içerir.Vahşi tanınmayan, bilinmeyendir, kendileriyle ünsiyet kuramadıklarımızdır. Vahşet, dehşet kelimesine de işaret eder. Bu ne vahşet dediğimizde görülmemiş derecede şiddet ve dehşet içeren bir olayı kastederiz. Vahşilik, aynı zamanda yalnızlıktır, ıssızlıktır, dışarıda ve uzakta kalmaktır.

Mümin kainata ünsiyet peyda etmiş insandır. “Allah Adem’e isimleri öğretti” hakikatiyle bakıldığında elementler, bitkiler, hayvanlar, denizler, dağlar, gökteki seyyareler yani adını bildiğimiz her şey dostumuzdur. Birinin adını bilirsek ona selam veririz, onunla hasbıhal ederiz, ihtiyacını işitiriz, yardım etmek elden gelirse yardım ederiz. Bunun için mümin kainatta kendini evinde hisseder, her mekan tanıdıktır, her yer mesciddir, her varlık, abiddir, her biri enisdir. Allah’ın öğrettikleriyle hareket edince her yol kolaylaşır, her kapı açılır, her kale fethedilir. İnsan kardeşleriyle de, mümin kardeşleriyle de ünsiyet eder. Doğru bir iletişim kurar. Kainata aziz bir misafir, mahlukata da emin bir halife olur.

Kafir ise kainata vahşetle, dehşetle, yabanilikle nazar eder. Hiçbir varlığın adını bilmez. Bakışları, mahlukatı yoldan geçen serserinin dik dik yabanıl bakışları gibi rahatsız eder. Konuştuğunda “Hey sen!” diye seslenir. Gücü yettiğinde ezer, köleleştirir. Gücü yetmediğinde tir tir titrer bir köşeye siner. Sürekli huzursuzdur. Başına gelebilmesi muhtemel kötülükler ona mekanı dar eder. Mekan ona daraldıkça o kainata tasallutunu arttırır. Tahkir eder, alaya alır, oburca tüketir, çirkinleştirir, bayağılaştırır. Müminin kainata nikahlı eşine davrandığı gibi davranmasına bedel, kafir kainata bir fahişeye edilen muameleyi reva görür. Çünkü onun nezdinde akit yoktur, hak yoktur, hukuk yoktur. Mevcut tek şey güç ve hevadır.

Ehl-i dalaletin hırçınlığı çaresizliktendir. Önüne bir kamyon dolusu oyuncak yığılmış, ama anne babası tarafından terk edilmiş bir çocuğun hoyratlığıyla kırar oyuncaklarını bir bir. Sanki anne babasını kırar gibidir, oyuncakları kırıp dökerken. O kimse ile tanış değildir.Herkes ötekidir, düşmandır, tehtittir. İnsanlar arasında yapayalnızdır. Yetimdir. Övüneceği tek şey kölelerinin ve oyuncaklarının sayısı olan zavallı bir yetim. Başkasını anlaması beklenemez, zira o kendini dahi anlayamamaktadır.

Ayet-i kerime kafirin bu halini vahşi bir köpeğe benzetir. Der ki: “Ona yaklaşsan da hırlar, yaklaşmasan da.” O hep tetiktedir.O bir vahşidir. Sahibinden ayrıdır. Her şeyden ayrıdır.

Mümin ise hakiki insandır. Adı bile ünsten gelir. Kainata ünsiyet ettiği gibi, Rabbi ile de her daim halvettedir. Mevla’sını bulmuştur, her şey ona hoştur.

  18.07.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut