Kim ikinci bir şans istemez ki?

Mona İslam

HAYAT BİR yün eğirme makinesinde dokunan ip gibidir. Kaderin çemberi döner, yün ipe dönüşür, ipince bir yol uzar, kullanabileceğiniz hale gelir. Onu ellerinizde mahir bir yün eğirici gibi tutmazsanız kopuverir. Yine kopan ipi birleştirmek ve ikinci bir sırayı eğirmek daha da güçtür. Ancak bunu sebat eden mahir sanatkarlar başarabilir.

Yumurta bir Semih Kaplanoğlu filmi. Harikulade sinematografik çekimlerle bizi Tire’ye davet ediyor Semih bey. Tire’nin dokuma tezgahlarından hayata dair aforizmalar üretiyor. Filmde tezgahta eğirilen ip gibi, yumurta da böyle bir metafora kaynaklık etmiş. Başrol oyuncusu Nejat İşler’in elinde rüyalarında sık sık gördüğü bir o yana bir bu yana yuvarlanan yumurta, kahramanın savrulan ve ne yöne gittiği belirsiz hayatından başka ne olabilir ki? Her seferinde yumurtayı elden düşürerek bir kabustan uyanır Yusuf bey. Tire’de yetişmiş sevgili anneciğini bırakıp İstanbul’a yerleşmiş bir şair ve bir sahaftır Yusuf. Tozlu kitap rafları arasında bir şarap şişesi eşliğinde kaybolan hayatın dizelerini yazmaya çalışır beyhude. Ama artık ne Tire’deki o hayat dolu ümitvar delikanlıdır o, ne de başucunda mırıl mırıl dua eden annesi mevcuttur hayatında.

Yusuf’un Tire’den gelen bir telefonla apar topar dükkanı kapatıp yola koyulduğunu görürüz. Bu ihmal edilen anneye, gençliğin güzel günlerine, unutulan ahbaplara, yemyeşil bir doğaya ve kendi içine yaptığı esaslı bir yolculuktur kahramanımızın. Yıllardır duymadığı sabah ezanında varır Tire’ye, yıllardır kulaklarından içeri girmemiş Yasin-i Şerifi dinler anacığının baş ucunda. Annesinin yüzünü açmaya cesaret edemez. Utanır, zira vefasız bir evlattır o.

Mezarlık dönüşü eve bir enkaz halinde gelen Yusuf evde tabak çanak sesleri işitir. Mutfakta biri vardır. Annesinin hayatından öylesine habersiz ve bigane kalmıştır ki onun son dört yılını yetim bir akraba kızıyla geçirdiğinin farkında bile değildir. Ayla ona annesinin bir adağı olduğundan bahseder. Yusuf’un ne ezanla, ne kurbanla, ne annesiyle, ne de Tire ile ilgisi kalmıştır. Bunu yapmak istemez önce. “Ben inanmıyorum öyle şeylere” der. Kız “Bu annenizin son isteği, bunu onun bir borcu sayın” der ve Yusuf’un vicdanına bir yol bulur.

Hayatını heba edenler her zaman ikinci bir şansa sahip olamazlar. Bu Allah’ın sizde bir güzellik görmesi ile ancak mümkün olur. Yüreğinizde bir pırıltı kalmışsa, vicdanınız can çekişiyor olsa da hayattaysa, o vakit size ikinci bir şans verilebilir. Ama bunun farkına varmak için teyakkuzda bir akla, ağlayabilen bir çift göze ihtiyaç duyarsınız. Çünkü ikinci bir şans size kaybettiğiniz insanla değil bir başkasıyla da verilebilir. Aklını şarap şişesinin yanında masaya bahşiş diye bırakanlar, en yakınlarının ardından dahi ağlayacak tek damla gözyaşı bulamayanlar bu şans tam karşılarına gelse de onu ıskalarlar.

Yusuf da tam ıskalamak üzeredir elde ettiği bu şansı. İstanbul’da yaşayan, dostları şiirler ve şarap şişeleri olan bir adam ortada kalakalmış bir akraba kızını burnunun dibinde de olsa fark edemez. İnsan olan için kolaylıkla sorulacak, “Bu kıza ne olacak şimdi? Ne yer ne içer. Okuluna nasıl devam eder? Nerede yaşar?” gibi sorular Tireli komşuların aklına gelir de Yusuf’un aklına gelmez. Öyle ya, yabancı biridir bu kız ve yapılacak hiç bir şey yoktur. Ama bazen bir yabancı sizin yardımınıza başka herkesten daha çok ihtiyaç duyabilir. Yahut bir yabancıya şefkat göstermek sizin tüm yaralarınızı iyileştirebilir. Farkına bile varmazsınız yardım eden mi yardım edilen mi olduğunuzun.

İnsan yardım etmeye en çok kendi nefsi için muhtaçtır. Sevgiye, alakaya, gözetime, teselliye muhtaç biri tam da yanı başınızda durmaktadır da habersizsinizdir ondan. Onu bulmak için etrafınızdaki insanların sadece gözlerine bakmanız yeterlidir. Gerçekten size ihtiyacı olan perişan durumdaki bir insan sadece gözlerinden anlaşılabilir. Onun gözleri “Elimi tut!” der gibidir. Fakat büyük metropollerde insanlar artık birbirlerinin gözlerine bakmazlar. Onlar göz teması kurdukları insanların ruhlarından bir şeyler çalıp götüreceğinden kaygılıdırlar. Bu yüzden uzak dururlar, güneşi arkalarına alırlar, gözlerini kaçırır, fiyakalı güneş gözlükleri takarlar. Güneşten gözlerini koruduklarını sanmayın, onlar kalplerini sizin gözlerinizden korurlar. Oysa hiç kimse bir insandan gönüllüce verdikleri dışında birey alıp götüremez.

Hayatta ikinci bir şansınız olsun istiyorsanız, insanların gözlerine bakmaya, ve onlara gönlünüzde minicik de olsa bir yer vermeye dikkat etmelisiniz. Korkmayın, gönül içine aldığı insan sayısı ile daralıp sıkışmaz, bilakis sonsuza dek genişler, tıpkı muhabbetle genişleyen kainat gibi. Bir de bakarsınız elinizdeki yumurtayı kırmamışsınız bu kez, ipliği tamir edip yeni bir parça koparmışsınız mutluluktan…

  15.07.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut