Hayat hatalarla güzeldir

Mona İslam

İNSAN HAYATI boyunca seçimler yapar. Seçimlerinin sonucu olarak, bazı insanlarla tanışır bazılarını terk eder. Bir şeyleri başarır, bir şeyleri kaybeder. Hayat ayrılıklar ve kavuşmalar dizisidir. Ayrılıkların kızıştırdığı gönül, kavuşmalara daha fazla bir tutkuyla yapışır. Elindekilere daha bir eğilir, onları da kaybetmemeğe uğraşır.

İnsan hayatında yaptığı seçimleri ve terk ettiklerini, herhalde en çok ömrünün sonunda düşünür. Ölüm döşeğinde bir hastanın hayalleri, terk ettikleri yahut kendisini terk edenlerle dopdoludur. Onlarla yaşadığı alternatif yaşamların rüyalarını görür. Başka şehirler, başka insanlar, başka bir adam, başka çocuklar, başka bir iş, sonsuz alternatifler, sonsuz hayaller, sonsuz hayıflanmalar. Aklından çıkaramadığı hataları, pişmanlıkları, keşkeleri birer hayalet olup dadanırlar sekeratta başucuna insanın.

Şeytanın son kozu bu olsa gerek; keşke. Keşkeler insana yaşadığı hayatı değersiz hissettirir.Yaptıkları anlamsızdır. Emekleri boşu boşunadır. Aklı ermekte ama gücü yetmemekte, zamanı geri çevirememekte, ayrıldığı sevgilileri geri getirememektedir. Yanı başındaki sevgiliye başkasının adıyla hitab eder. Çocuklarına hiç tanımadıkları kişilerden bahseder, onlara işlediği suçları bir bir anlatır. Sürekli “o yelkenliye binip gitmeliydim” der. Uzaklara çok uzaklara.

Sorumluluk duygusu anlamsız hale gelir, insan sadece kendi acısını hisseder. Yaşanmamışlıklarla kıvranır durur. Utanç bile duymaz keşkelerinden ki insan, en derin yaralarını açar, en gizli sırlarını faş eder. Özlem en büyük şeytanı olur. Son nefesinde bile bir “Ah!” ile onu yoldan çıkarmaya uğraşır. Bu gerçekten korkulacak bir şeydir. Bir ömür boyu yapılmış güzel şeyleri insan kendi elleriyle mahvedebilir ölüm döşeğinde.

“Evening,” yahut Türkçe gösterimindeki ismiyle “Günbatımı” bunu anlatmaya çalışan bir film. İyi oyuncular (Meryl Streep, Glenn Close), ve hayalle gerçek , geçmişle an arası yumuşak geçişlerle yönetmen (Lajos Kolati) son nefesteki yaşam sorgulamalarını harikulade anlatmış.

Ölüm döşeğindeki Ann, bizi iki kızına ve eşine adanmış hayatından alır ve gençlik günlerine ve farklı bir seçimle her şeyi değiştirebileceği aşkına götürür. Kızlarının gözündeki sorumluluk sahibi erdemli fedakar anne bir bir foyalarını ortaya döker. Büyük kızı, zihnindeki kusursuz anne imajını zedelemek istemez, saçmaladığını düşünür, küçük kızı ise anlatılanların doğru olabileceğini düşünür, şüphelenir. Odaya giren her kişiye “Harris” diye hitap etmektedir Ann. Kızlar sormaya başlarlar, “”Harris kim anne?” diye. “ O benim en büyük hatam” der Ann. Ve kızlar babalarının hayata annelerinden önce veda etmesine ilk kez şükrederler. Bu babalarının kaldıramayacağı bir isimdir çünkü. Bir sırrın faş edilmesidir. Bir keşkedir, Harris. Hepimizin Harris’leri vardır.

Sonraları annelerinin bir çocukluk arkadaşı gelir, ve meraklı küçük kıza “Harris”i anlatır. Harris annesinin büyük aşkıdır. Ann büyük bir hata yaptığını söylemektedir kıvrandığı ölüm döşeğinde. Harris’le gitmemek hayatının hatasıdır. Her şeyi riske atıp neden gitmemiştir? Neden kalbini değil mantığını dinlemiş, kendinden başka insanları düşünmüş ve endişe etmiştir ki, şimdi hiçbiri yoktur. Onun fedakarlığından kimsenin de haberi yoktur. Ona kim teşekkür edecektir?

Sanki Harris büyülü bir sözdür, sanki hayat onunla periler diyarında “lived happily ever after” (sonsuza dek mutlu yaşadılar) suretinde geçecektir. Evlenmiş olduğu adamla yaşadığı sıkıntılar Harris’le yaşanmayacaktır sanki. Bu bir yanılsamadır. Ne Harris mükemmeldir, ne de Ann onunla yaşamış olsa istediği mükemmel hayata ulaşacaktır. İşin doğrusu, bu dünyada ne mükemmel insan, ne de mükemmel hayat vardır. Arkadaşı Lila ona “Sen hayattan mutluluk adına çok şey bekledin, bak iki güzel kız yetiştirdin, bu mutluluk için yeterli değil mi?” der.

Kanımca şeytanın hilesinin bozulduğu yer de budur. Ann anlar ki, uzun ve güzel bir hayat yaşamıştır. Keşkelere harcayacak enerjisi yoktur. İyi bir evliliği, çok mutlu zamanları olmuş, çok büyük acılar da çekmiştir. Onurlandığı zamanlar ve çuvalladığı yerler olmuştur. Hayat tam da böyle bir şeydir. Allah her şeyin hamuruna biraz acı katmıştır. Güzel şeyleri anlamlı kılan belki de bu acılardır. Ann hayalinde son şarkısını söyler. Durur notalarda hata yapar, siyah piyanist ona “neden durdun bebeğim” der. Hata yaptım der Ann, “Devam et bebeğim, hayat hatalarla güzel diye” yanıtlar adam. Ann şarkısına devam eder. Son nefesini verir.

İnsan mutlaka seçim yapmak zorunda kalır. Ya şartların zorunlu kıldığı, ya ahlakın emrettiği, ya kalbinin yönlendirdiği seçimler yapar. Ama her seçim noktasında Allah önümüze yepyeni bir yol çıkarır. Yolda çiçekler de taşlar da vardır. Yepyeni olanaklar, yepyeni başarılar, yepyeni hüzünler. İnsanın “Bunun yerine onu yaşasaydım daha mutlu olurdum” demesi şeytanın en büyük tuzağı olsa gerek. Ve o bu oyunu bize, tam da ruhumuz bir kelebek gibi pencereden uçmaya en şevkli olduğu anda oynar.

Şeytan bizim sadece anımızla uğraşmaz, geçmişimizi de yok etmeye çalışır. Her keşkede bir nimeti siler, her pişmanlıkta bir emeği yok eder. Hayat nötr bir şey değildir. O, bizim ona verdiğimiz anlamla iyi veya kötü olur. Biz onu güzellikle, tebessümle, şükürle andığımızda, geçmiş ülkesinde çiçekler açar, biz ona pişmanlık ve acıyla yöneldiğimizde onun üzerine bir kasırga iner var olan tüm çiçekleri savurur ve onu ıpıssız, çorak bir bozkıra döndürür. Yaşlılıkta insanın anı değil de geçmişi hatırlaması ona geçmişi düzeltmek için yeniden verilen bir şanstır. Geçmiş elimizden çıkıp gitmiş midir? Bence hayır. O bizim onu yeniden anlamlandırmamız sayesinde yeniden hayat bulur, geçmişimize ruh üflemek elimizdedir.

Hayatımız bizim elimize verilmiş bir kısmettir, nasıl yaşamış olursak olalım, tercihlerimizden pişmanlık duyamayız. Onu belkilere kurban edemeyiz. İnanmalıyız ki, var olan her şey mutlaka en iyisi olduğu için var olmuştur. Elimizdeki hayat denilen talih kuşu uçup gitmeden her zaman onu küçücük bir sihirli sözle iyiye tebdil etme şansımız vardır. Bu söz Elhamdülillah’tır.

Pişmanlık olsa olsa geçmiş zamanın günahlarına yöneltilmelidir. Ancak o zaman yararlı bir ilaç olacaktır. Acı içinde mazinin günahlarına bakmak bizim için oradaki susuz vadileri yeşertecek , pişmanlığımız ve istiğfarımız ancak o zaman bizi yüceltecek, anlamlı kılacak, şeytanın eline bırakmayacaktır.

Hz İsa der ki: “Mirasyedi diz çöküp ağladığı anda, servetini fahişelere yedirmiş, sonra da domuz besleyip domuzların yediği mısır yapraklarında gözü kalmış olmasını, yaşamının güzel ve kutsal olaylarına dönüştürmüş olur.”

O halde seçimlerimizi hata olarak görmeyelim. Hata ancak günahlarımızdır. Gözyaşlarımızı terk ettiklerimize yahut yoksun olduklarımıza değil, günahlarımıza yöneltelim. Zira gözyaşlarımız sonsuz değiller. İsraf edilmemelidirler. Günahlar da kabil-i istiğfardır. Rabbi olan için her zaman umut vardır. Ölüm döşeğinde bile….

Geçmişimize ruh üfleyelim öyleyse, bir elhamdülillah, bir estağfirullahla…

  12.07.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut