Derinlerde bir inilti:
“Beni terketme”

Mona İslam

VEDA ETMEK ne kadar zor. Yürüyüp gitmek ve ardına bir daha hiç bakmamak. Kalbin alakasını kesmek mümkün mü? Sevdiğimiz şeyleri kalbimize yerleştirmekte bir irademiz var mı? Ya onları unutmakta? Terk etmek mi, terk edilmek mi zor? Söylenecek söz bulunabilir mi böyle anlarda? Bir özür bir tebessüm bir çift güzel kelime. Yahut güzel kelimeler söyleyerek ve tebessümle biri terk edilebilir mi? İnsanı tebessüme sevk eden hal bizzat terke mani değil midir? Huzur ve barış olsa, sevgi olsa veda olur mu?

Bazı insanlarla barışmak fıtraten mümkün değildir. Onlar sizi dokundukça iğneler, yaklaştıkça içinizi karartır. Onlarla ancak bir çıkarınız varsa temas edebilirsiniz, böyle ucuz hesaplarda mümine yakışmaz. Çünkü böyle kişiler kendi iktidar oyununun, şişirilmiş benliğinin, zalim emellerinin, cahilane plan ve hesaplarının aracı yapar sizi. Ne kadar cömert bir kalbe sahip olursanız olun, ne kadar umut ederseniz edin, onların hüsranı sizin umudunuza hiç deymeden sarıp sarmalar tüm varlıklarını. Her çaba boşunadır. Her ikaz faydasız. Her dua cevapsız. Asiye’nin Firavun’a davrandığı gibi davranmak gerekir onlara karşı; asi, pervasız, gücünün yettiğince umursamaz, imanının eriştiğince ondan uzak bir cennete talip. Ya da Nuh gibi olmak lazımdır. Yıllar yılı bıkmaz usanmaz cehd ve gayretine istihza ile yaklaşan gafillere söylenecek söz,. “Rabbim ben kesin bir şekilde mağlub oldum, sen beni kurtar” olmalıdır.

Ya İbrahim gibi halim ve rahim olanlar ne yapmalıdırlar? Akıllarını başlarına getirmek için uğraştığı, üstün muhakeme yeteneği ve tatlı diliyle rahmet olmaya çalıştığı halde, kendisini yakmaya cüret edenlere, beddua etmeyen İbrahim, babasına da duaya devam etmiştir. Ta ki Rab yasaklayana dek. Tıpkı Nuh’un oğlu için duası gibi. Bazen sevdiklerinizi kurtaramazsınız, kendinizi paralarcasına dua etseniz de boştur. “Sen sevdiğine hidayet edemezsin, ancak Allah dilediğine hidayet eder” denildiği gibi. Nitekim İbrahim’in duası ne babasını, ne de Sodom ve Gomorre şehirlerini kurtarabilmiştir. Ama Rab yasaklayana dek duadan ümitvar olmak lazımdır.

Dedesi İbrahim gibi Muhammed-i Arabi (asv) da dur olmamıştır Ebu Talib’e duadan. Emek vardır, minnet vardır, vefa vardır ortada, nasıl sukut edip hali aleme terk edilir sevgili? Üstelik Ebu Talib son nefesine kadar sevgisini izhar etmiştir Muhammed (asv)’a. Sevgiyi bile bile insan birinden vazgeçebilir mi? Kanaatimce baba da olsa İbrahim’in imtihanı daha kolay olmuştur, zira Azer onu taşlamakla tehtit edip kovmuştur. Bazen taşlamak insanı kendine getirir. Bazen acıtan sözler insana sevgiyi layık olmayana vermemeyi öğretir. Bazen de yüreğiniz parçalansa da söker atarsınız birini içinizden, o oraya layık değildir çünkü. Ama Ebu Talib gibi sizi bağrına basanı nasıl sökersiniz kalbinizden? Bazıları size kendini zorla sevdirirler.

Nefis Lut’un karısı gibidir, yahut Nuh’un karısı. Sufiler nefsi dişil tanımlarlar, hakikatte de Arapça dil kaidesine göre dişildir nefis. Ancak eril olan ruha tabii ve muti olursa ondan bir hayır gelir. Bu yüzden herkeste bir dişil bir eril taraf vardır. Nefis de kalple beraber sever, ve bazen kalp muhabbeti layık olmayandan geri çekmek istese de, nefis ona müsaade etmez. Mahbuba türlü türlü bahaneler uydurur. Davranışlarını tevil eder. Sebeplerden zorunluluklar üretir. Nefis de kadın gibi çok konuşur, başınızı şişirir. Ancak bir sert kaş çatış yahut kararlı bir ikaz döndürebilir onu yolundan, bazen döndüremez bile. Onunkisi muhabbetten ziyade müptelalıktır. Böylesi nefis, fiilen pılısını pırtısını toplasa da, elini şerre bulaştırmasa da şerre muhabbet eder. Ağlaya ağlaya giden bir gelin misali gibidir onun hali. Geriye bakmadan duramaz. Geriye her dönüp baktığında bir kere daha taşa dönüşür kalbi. Şerrin her tahayyülünde ruhtan bir kez daha boşanır. Bir kez daha terk edilir rahmet tarafından.Yine de vazgeçemez tiryakiliğinden…

Bir de Yakub’un terk edilişi var elbette. Yusuf’una veda bile edemeden ondan koparılışı gibi ayrılıklar. Yusuf muhabbete layık, Yakub’un yüreği muhabbetle dopdolu. Ama ayrılıyorlar işte. Demek her halü karda ayrılık mukadder. Tıpkı bizim ali süfli tüm mahbublardan ayrılışımız gibi. Yusuf Yakub’a bir umut bırakıyor ardında hiçbir sebeple izah edilemeyen, Rabbin katında Yakub’dan başka kimsenin bilmediği, ummadığı bir visal umudu. Umut Yusuf’u yıllar sonra da olsa geri getiriyor. Demek ki, umut edebilenin firakı geçici, visali baki oluyor. Öyleyse elimizdeki kavuşma bileti umut.

Züleyha’nın terk edilişini de anmadan geçmeyelim. Aşkın kontrol edilemez ateşiyle hem kendini hem Yusuf’u yakmaya meyleden Züleyha’nın terk edilişi. Buna karşılık Yusuf’un Rabbinden bir burhan görüp nefsini susturup terk edişi. İki terk, biri Rabbin namına, diğeri nefsin. Züleyha’nın Yusuf’u hapse gönderişi nefsin terk ediş hikayesidir kuşkusuz. Nefis terk edebilmek için istiskal eder, aşağılar, çünkü yüce ve yüksek olanı tapınırcasına sever. Küçük görür ki kabil-i terk olsun. Başka çaresi yoktur. Tıpkı Yunus bin Metta’nın Ninova’yı terki gibi. O da bunlar adam olmaz deyip Ninovalılardan umudu keserek çekip gitmiştir. Ancak Rabb böyle terk edişleri sevmez, daha yüce bir amaca hizmet etse de mahlukatının aşağılanmasını sevmez çünkü, gayretine dokunur. Mahlukuna yukarıdan kendi bile bakmayan, inzal buyuran, teveccüh eden, muhabbet eden bir Rabbin kullarına yapılacak şey değildir, istiskal. Rab yarattıklarını tek tek sayar, onları tek tek sever de…

Akıbet ne oldu bilinmez ama sufiler hep kavuştururlar Yusuf ve Züleyha’yı. Züleyha kanaatimce de visale layıktır. O da Yunus gibi ayetin şehadetiyle hem istiğfar ehlidir. Hem de Yusuf’la beraber kendini de mahvedecek, ipliğini pazara çıkarıp şehri aleyhine döndürecek kadar ser hoştur aşkla. Aşk serhoşu mazurdur. Affedilir. Belki de terk edişlerin en acısını o çekmektedir. Gönül razı değildir Züleyha’yı ateşe atmaya. Ama terklerimiz bile adil ve insaflı olmalıdır. Ayrılmak zorunda olduğumuz şeyi hor ve hakir görmek ve göstermek suretiyle değil. Belki hiç istemezdim ama böyle olmak zorunda diyerek. Muhabbet ehline bu yakışır.

İster İbrahim gibi vatanınızı babanızı terk edin, ister Lut ve Nuh gibi eşinizi evladınızı, ister Asiye gibi Firavunu ve tüm saltanat ve debdebesini itiverin elinizin tersiyle. İster gözünüzün aydınlığı Mekke’yi bırakıp gidin, vedalar hep çok zordur. Bazen hayatın içinde bazen hayatın sonunda ama illa ki terk eder ve terk edilir insan. Belki de en önemlisi terk edişlerimizin ve terk edilmeye sabredişlerimizin kimin için ve neyin hatırına olduğudur. Her şeyden hatırı ali olan bir Rabbe yüzünüzü dönerek yaptığınız terkler, inşaallah sizin Allah’a karşılığında cennet almak üzere sattıklarınızdan olacaktır. Allah sizin verdiklerinize muhtaç değildir. Size hepsini daha güzel bir surette, hikmetinin el verdiği koşullarda muhakkak iade edecektir. Aynı zamanda bu vedalar mahbubu da incitmez, zira o bilir ki ancak Alemlerin Rabbi için terk edilmiştir, başka bir şey için değil. En sevgili için gönül harab olsa ne çıkar…

Hz. İsa buyuruyor ki: “Tanrı krallığı ancak bu dünyayı terk edenlere açılır”

Hz. Muhammed (sav) buyuruyor ki: “Seven sevdiğiyle beraberdir”

Öyleyse terk etmek sevdiklerine kavuşmanın önü acı sonu tatlı bir yoludur. Ve herkes ayetin de dediği gibi “tav’an ve kerhan,” gönüllü ya da gönülsüz bu yoldan geçmek durumundadır. Hasılı, mühim olan terk etmek değil nasıl ve kimin için terk ettiğinizdir.

  21.06.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut