Ey ölüm, sana merhaba!

Mona İslam

BUGÜN ÇOK sevdiğim birinin fotoğrafını gördüm. Uzun uzun baktım, gülümseyen yüzündeki çizgilere. Hayatın izleri, sevincin ve kederin damgaları vardı yüzünde. O hayalimde yıllar önceki gibi kalmıştı, onun yaşlandığını hiç düşünmemiştim. Sanki yıllar benim için akmış, ama o hatıralarımın bir yerinde zamansız bir boşlukta öylece asılı kalmıştı. Yılların ona da değdiğini, ben farkına varamasam da, yaşamın virajlarında sürtülmekten onun da yıprandığını neden düşünememiştim? Hangi nesne, hangi insan bıraktığımız yerde duruyordu, kim zamanın akan nehrinde sabit kalabiliyordu ki…

Sevdiklerimizi hep genç halleriyle hatırlamak isteriz. En çok da kendimizi. Eşimizde, arkadaşlarımızda yaşlanma belirtilerini sezsek de, bunu kendimize kondurmayız. Zaman bize dokunmamaktadır sanki. Olgunlaştığımızı, hayat tecrübemizin arttığını fark ederiz, ancak bunun yüzümüze de yansıdığını hiç düşünemeyiz. Çünkü biz aynaya baktığımızda bile yüzümüzü değil, kendimizi görürüz. Ruhumuzu, kişiliğimizi, bizi biz yapan şeyleri…

Hele de görüntü ile değil, ruhla ilgilenen insanlardan isek, güzellik kremlerine, anti-aging ürünlere başvurmuyor, ayna karşısında göz altlarımızı çekiştirmiyor, saç tellerimizi tek tek incelemiyorsak yaşlandığımızı idrak etmemiz, birinin bize “Aaa! Saçlarında beyazlar çıkmış”

demesi suretiyle olur. Üstümüze alınmayız ilkin, sonra şaşırırız, sonra gidip bir kez daha aynaya bakarız, kendimizi başkalarının gözüyle görmeye çalışırız. Evet, gerçek inkar edilemeyecek biçimde ortadadır. Yaşlanmışızdır. Ölüm adım adım gelmekte, onun için bir karşılama töreni hazırlamak gerekmektedir.

Bazen de bunu kocaman kocaman kızların, delikanlıların size abla demesi ile fark edersiniz. Biraz bozulursunuz, sonra onların gözlerindeki sıcaklığı, sevgiyi ve hürmeti görürsünüz. Ablalık koltuğuna önce istemeyerek, sonra “N’apalım, benim zamanım gelmiş” diyerek oturursunuz. Zihninizde sizin abla, abi dediğiniz insanlar vardır; geçmişte onların üstlendikleri ve üzerinizde icra ettikleri harikulade işlemi, bir bayrak yarışı gibi devralırsınız. Onları hatırlar ve taklide çalışırsınız.

Artık hafif hareketler, kikirdemeler, yersiz şakalar, argo sözcükler zinhar çıkmamalıdır ağzınızdan. Hoş görülecek yaşı geçmişsinizdir. Bilgece konuşmanız ya da susmanız beklenir. Bunu becerebiliyorsanız, insanlar size daha da saygı gösterirler, ama gittikçe sizden uzaklaştıklarını fark edersiniz. Siz çay koymaya mutfağa gittiğinizde aralarında fısıldaşıp nişanlılarından bahseden, siz gelince haya edip susan, dertleri olunca size gelip ağlayan insanlar vardır artık etrafınızda. Kimse size bu pozisyonu isteyip istemediğinizi sormaz, hayat görev gömleğini giydiriverir üstüne insanın. Yolda biri düşüp bayılınca müdahale eden bir doktor gibi müdahale edersiniz olaylara. Kollar daima sıvanmaya hazır tetiktesinizdir. Göreve her an çağırılabilirsiniz. Kapasiteniz varsa, istemeseniz de sorumluluk alırsınız. Zamanla buna alışmanız mukadderdir…

Yahut kızınızın arkadaşları ile konuştuklarına şahit olursunuz. Genç kız havalarına şimdiden girmiştir. Seçimleri, beğenileri, kendine özgü bir tarzı vardır artık. O plan yapar, siz planlarında ona yardımcı olursunuz. O sahneye çıkıp oynar, siz dekoru hazırlarsınız. Sizin zamanınız geçmiştir artık. Başrol onundur. Siz ise olsa olsa bir figüran olabilirsiniz onun için yazılmış senaryoda. Bazen onun diline uzaklaştığınızı düşünür ve size abla diyen kızlara rica edersiniz, “bizim kızla bir konuşun lütfen” diye. Şaşırarak görürsünüz ki, onlar onun kalbine sizden daha kolay yol bulmaktadır. Yaş farkı sizi bazı şeylerden temelli emekli etmiştir artık.

Artık Gençlik Rehberi’nin menzilinden çıkalı yıllar olmuştur. Ne fırtınalı aşklarda gözünüz vardır, ne alışverişte, giyim kuşamda. Dünya ile aranıza mesafe girer, siz gidenlerin ardından bakmaya başlamışsınızdır artık tutkuyla. Sevdanız ayrılanlaradır. Diyar-ı ahere göçenlere. İhtiyarlar Risalesi’ni başucu kitabı yaparsınız. Onun içinize çeker, onunla sükun bulursunuz. Ruhunuz kemale erdikçe, bu dünya gibi, bedeniniz de ona dar gelmeye başlar. Artık yapıp ettikleriniz, seyahate çıkmadan önce yapılması gereken hazırlıklar kabilindendir. Sorumlulukları yerine getirirsiniz, tamamlanması gereken işleri tamamlarsınız. Ardınızdan dünya elbette dönecektir, ancak siz vazifenizi devredecek birileri buluncaya kadar işlerinizi sürdürür, kimsenin üzerinizde hakkı kalmadan veda etmeye gayret edersiniz hayata.

Rüyalarınız bile değişir. Sevdalı bir kuş gibi uçuverirsiniz misal alemine, her gece “alın beni de yanınıza nolur, geri göndermeyin” dersiniz. İşiniz vardır, geri gönderilirsiniz. Yunus gibi vazifeden kaçmak yoktur. Emir gelinceye kadar sürgünde bilirsiniz kendinizi. Emri bir muştu gibi alır ve atılırsınız boynuna yarinizmiş gibi Melekü’l-mevtin. Siz onu severseniz, o da sizi sever. Zaten ölümü her andığınızda, size selam veren de o değil midir? İhtiyarlığı iyi demlenmiş halde, yudum yudum içenler onunla zaten tanış olurlar.

“Sana muhabbetimiz vardır ey güzel melek, senin elini tutup nereye dilersen gideriz.” Muhabbet ehli için visal o şerefli dostun kucağına atılmakla başlar. “Sen daima hoş gelirsin, bizi sarıp sarmalayıp ait olduğumuz yere erdirirsin. Senin temiz yüzüne müştakız. Bu gönülde sana hep merhaba vardır. Şahit olasın.”

Allah hepimizi ölümü hoş amedi eyleyenlerden kılsın.

  15.06.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut