Büyük ikilem:
hatırlasak mı, unutsak mı?

Mona İslam

HAFIZA KİMİ zaman büyük bir nimet, kimi zaman büyük bir yük. Hayatın akışı içerisinde öğrenerek mükemmelleşmek için gelmiş insan, bu yolda bir sırt çantası olarak kullanır hafızayı. Bu içi sonsuz genişlikte ve sonsuz tertipte bir çantadır. Bana çocukların çok sevdiği hikaye kitaplarındaki sihirli çantaları anımsatır. İçine ne atarsan at dolmaz, asla düzenlemen gerekmez, her şey inayetle yerli yerine yerleştirilir.

İnsan öğrenme sürecini taş taş üstüne koyarak hafızası ile tamamlar. Toplumların, kültürlerin, tarihin de böyle hafızaları vardır. Biz sadece kendi çantamızı değil, bu kamusal çantayı da ihtiyacımız ölçüsünde kullanırız. Hatta hücrelerimizin bile bir hafızası olduğundan bahsedebiliriz. İnsanın ne yiyip içtiği, ne kadar hareket ettiği, kafasını ne kadar çalıştırdığı, hangi hastalıkları geçirdiği de hücrelerin hafızasına kayıtlıdır. Anne babamızdan, atalarımızdan tevarüs ettiğimiz hafızamızı da öncekilere ilave edersek, karşımıza önüm, arkam, sağım, solum hafıza gibi bir tablo çıkar.

Gittiğimiz bir yeri, okuduğumuz bir kitabı, sevgilimize ilk ilan-ı aşk ettiğimiz anı, ve onun sesinin şaşkınca titreyişini, bize ilk okuduğu bizim için yazılmış gibi duran şiiri, çocukluk arkadaşlarımızı, yıllar önce vefat etmiş titreyen elleri ile tıraş olurken yüzünü kesen, ve tek tek küçücük ellerinizle gazete koparıp verdiğiniz gülümseyen dedenizi, bebeğinizi ilk kucağınıza aldığınız anda bitkin ama muzaffer bir bakışla alnına kondurduğunuz ilk öpücüğü, o sırada eşinizin size kaygı ve mahcubiyetle bakışını unutmak ne büyük bir kabus olurdu...

Ancak bazen hafıza başa beladır. İnsan unutmak istediği şeyleri de tüm berraklığıyla hatırlar. Ortalıkta altına tozları süpürüvereceğiniz bir halı bulamazsanız, o tozlarla birlikte yaşamak çekilir şey değildir. Hayat sadece güzellikten ibaret olmadığından, kimi zaman çirkinlikleri unutmak tek çıkar yol gibi gözükür. Hatıralar sadece neşe vermez, ayrılığın kederini de üzerimize boca ederler. Onların altında eziliriz. Hele de anılar yitirilmiş sevgilere aitse, güzel de olsalar hatırlamak, yıkılıp viran olmuş tarihi şehirleri dolaşmak, bir müzeyi gezmek, hatta bir mezarlıkta ağıt yakarak dolaşmaktan farksızdır.

Toplum hafızası da bazı şeyleri nefretle hatırlar. Önyargılar, düşmanlıklar asla bitmez, öteki ile barışılamaz. Öteki ne kadar da elini uzatsa o elden bir hayır umulmaz. Yahudi-Arap düşmanlığı da böyledir. Yahudilerin Rabbi dedikleri din bilginleri, kendi tabirleri ile İsmaililerin kurtuluş ehli olduğuna, tevhide bağlı olduklarına Nuh kanunlarına sadakatlerine, hatta Rabbin adını tüm milletlere duyuran misyonları ile mesihin gelişine yardımcı olduklarına, Tanrının kurtuluş planına dahil olduklarına şehadet ederler. Ünlü Yahudi bilgin Maimonides, nâm-ı diğer İbn Meymûn böyle der mesela. Onlar cennete girecektir derler. Ama Tanrı ile araları iyi de olsa bu insanlarla aralarını daima kötü tutmak gibi bir ahde sıkı sıkıya yapışırlar.

Bunun sebebi, nineleri Sare’nin acısını daima hatırda tutmalarından başka bir şey değildir. Sare’nin anlaşılabilir kıskançlığını anlaşılamaz bir kine dönüştürüp, “İsmail zaten İbrahim’in hayırsız evladı idi. İsmaililer bu yüzden İbrahim’in vaadine dahil değildir” derler. Büyükbabalarının mirasından kardeşlerini mahrum ederler. Üzerinden 5000 yıl geçmiş bir hadisenin böylesine diri bir biçimde hatırda tutulduğu bir toplumla barış yapılabileceğine inanmak safdilliktir. Zira onlar cennette de olsanız sizinle barışmamaya kararlıdırlar. Hafızaları ile bugüne dek var olmuş bu millet için en büyük imtihan yine hafızalarıdır.

Bireysel hayatımızda da kimi zaman unutmak daha hayırlıdır. Bize yapılan bir kötülüğü unutmak, yaptığımız bir iyiliği unutmak bunlar arasındadır. Bazen insan o kadar çok unutma duası yapar, o kadar çok anıyı bodrumuna kilitler ki, artık hatırlamak istediği şeyleri dahi hatırlayamaz olur. Çünkü silmek, tahriptir. Yok etmek, bombalamak gibi seçici olmayan bir eylemdir. Nokta atışı yapmak mümkün değildir. Bu yüzden unutma silicisini çalıştırmadan evvel kırk kere düşünmek icab eder. En güzeli bize acı veren olaylardaki düğümleri çözmek, onların eza veren boşluğunu anlamla doldurmak, onları Rabbin yed-i eminine güvenle bırakmak, sebep olan koşulları affetmek iken, bazen insan bunda muvaffak olamaz. O zaman daha az güzel olana başvurulur; unutmaya...

Ben hayatımda, çok acı veren anılarım da olsa, daima hatırlamayı tercih ettim. Zira kolay kolay terk edilemeyecek bir nimettir hafıza. Geçip gidenleri, terk edenleri, ihanet edenleri hatırlatsa da, hatırlama yolunu acıya rağmen seçene, büyük bir hikmet bağışlanır çünkü. Hikmet öyle kolayca elde edilebilecek bir zenginlik değildir, içinde acı ve kan muhakkak vardır. Onu öylece orta yerde bulamazsınız, o toprağın derinliklerinden meşakkatle çıkarılır. Eğer hikmet çıkarma niyetlisiysek, kötü anılardan daha bereketli bir toprak bulamayız. Bu ızdıraplı bir iştir. Ama elde edilen zafer, bu savaşı vermeye de, ezaya sabretmeye de değer.

Hafızanın kaybedilmesi ile duçar olunan Alzheimer gibi hastalıkları yahut ani hafıza kayıplarını da dikkate alırsak, bunun hiç de öyle kolayca elden çıkarılabilecek bir şey olmadığını anlarız. İnsan sahip olduğu emaneti her ne olursa olsun takati yettiğince elde tutmaya, hatta bunun uğruna savaşmaya muvazzaftır. Hafîz’in emanetini taşıyana, O’nun gibi iyi kötü her şeyi hatırlamak yakışır. O hiçbir şeyi unutmaz.

Bunu harikulade bir üslupla anlatan “Eternal Sunshine of the Spotless Mind,” Türkçe adıyla “Sil Baştan” filmini izlediğimde zihnimde henüz oturmamış olan birkaç taş da yerlerine oturdular. 2004’ te Oscar almış bir Michel Gondry filmi. Jim Carey ve Kate Winslet’in cidden iyi oyun çıkardıkları bu psikoloji içerikli fantastik filmi, hafızasının kıymetini tam anlayamamış olanlarımıza acilen salık veriyorum. Üzerinden dört yıl geçmiş bir filmi keşfetmek, daimi bir sinema izleyicisi için gecikmiş de olsa, iyi filmler izlemek için hiçbir zaman geç değildir.

  09.06.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut