Misyon

ESMÂ-İ HÜSNÂ tefekkürünün iki anahtar kavramı: vahidiyet ve ehadiyet. İkisi de birliği ve tekliği ifade eden bu kavramların taşıdığı nüans ise, insana hayatı boyunca aklından çıkarmaması gereken nice hakikat dersi taşıyacak kadar geniş ve derin.

Vahidiyet Allah’ın birliğinin ‘genel anlamda’ ifadesi iken, ehadiyet bu birliğin ‘özellikle’ ifadesi niteliğinde. Tıpkı Rahmân isminin Allah’ın rahmetini ‘genel anlamda’ bildirmesine karşılık, Rahîm isminin O’nun ‘özellikle’ rahmet sahibi olduğunu bildirmesi gibi. Vahidiyet, bütün kâinata bakarak O’nun birliğini kavramanın ifadesi; ehadiyet, her bir şeyde görünen bütün güzel özellikleri yalnız ve ancak O’na tevdi etmenin.

Vahidiyet ile ehadiyetin beraberce en parlak surette yansıdığı aynanın, insan yüzleri olduğunu düşünürüm. Her insanın yüzü aynı ortak özellikler içerir. Her insanın iki gözü, burnu, ağzı ve kulakları aynı yerdedir meselâ. Ve bu, bize insanı yaratan âlemler Rabbinin vahidiyetini bildirir. Hepsi de aynı temel özellikleri taşıyan yüzler, buna karşılık, biri diğerinin tıpatıp aynısı olamayacak kadar farklıdır. Yeryüzündeki milyarlarca yüz arasından birbirinin tamıtamına aynısı olan iki yüz yoktur. Bu beraberlik içinde bu farklılık ve çeşitlilik ise, Vahid olan âlemler Rabbinin Ehad de olduğunu bildirir bize.

Yüzün aynası olduğu iç dünyalarımız açısından da aynısı sözkonusudur. Bütün insanlar aynı fıtratla yaratılmışlardır; ama bu ortak temel özelliklere mukabil, her bir insanın onu hemcinslerinden ayıran farklı bir kişiliği vardır.

Vahidiyet-ehadiyet denkleminin insanların dünyasındaki bir diğer tezahürünün ise, hayatlarımızın amacı noktasında olduğunu düşünüyorum. “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” mealindeki Kur’ân âyetinin bildirdiği üzere, bütün insanların varoluşlarının amacı, belli. Bu ‘ibadet’ gerçeği, insanın ancak bu ubudiyet talimi içinde Cenab-ı Hakkı tanıma noktasında yol alabildiğini dikkate alırsak, marifetullah boyutunu da zımnında içeriyor. Bu, bir insanın veya bazı insanların değil, hepimizin hayatına bakması itibarıyla, vahidiyetin bir tezahürü olarak karşımıza çıkıyor.

Buna karşılık, her insanın şu dünyadaki varoluşunda, onun hayatını diğer insanların hayatından farklı kılan özel bir amacın da gözetildiğini görüyoruz. Bütün insanların ortak bir amaçla yaratıldığı bu âlemde, her insanın varoluşundan güdülen hususî bir maksat da var. Bu ise, ehadiyet sırrının bir tezahürü.

Her insanın hayatına hususî bir değer atfetmenin, “biri ölür, bini gelir” kabilinden nice hayatları heder edici toptancı bir tutuma girmemenin, her insanın hayatını aziz bilmenin bu ehadiyet sırrını kavramakla ilgili olduğunu düşünüyorum. Ve kendi namıma, her insanın hayatında, onun varoluşunu özel kılan bir amaç olduğunu; bu dünya imtihanındaki bir büyük cevap arayışının da işte bu özel amaca ilişkin olması gerektiğini düşünüyorum.

Epeydir dilimize de yer etmiş ‘misyon’ kelimesi, sanırım böyle bir özel amaca işaret ediyor. Herkesin ortak bir amacın kapsama alanı içinde özel bir misyonla varedildiği bir dünyadayız kısacası.

İş bu ‘misyon’a gelince, başka hayatlar için olduğu kadar, kendi hayatı için de özel bir anlam ve amaç arıyor insan. Milyarlarca insan arasında kendi varedilmişliğinin sırrına vâkıf olmak, kendi biricikliğinin özel sebebini kavramak, kendi özel misyonunu anlamak istiyor.

Ama işin bu noktasında, insanın zor bir virajı alma veya refüjlere çarpma ve hatta yuvarlanma riski mevcut. İnsanlık tarihine baktığımızda kendi hayatlarıyla birlikte nice hayatları heder eden insanların hemen hepsinde yanlış bir ‘misyon’ tasavvurunun varlığını görmemiz, bu riskin boyutları hakkında sanırım bir ipucu veriyor.

Söz buraya gelip dayanınca, kendi varoluşundaki özel amacı tahakkuk ettirip, Cahiliyeye bulaşmış bir asırda söz ve hikmet sultanı bir hanîf olarak yaşamış kutlu şair Kuss b. Sâide’nin Ukaz panayırında gerçekleştirdiği o büyük hitabın sahnesi canlanıyor zihnimde. Henüz yirmisinde bir genç olarak Peygamber aleyhissalâtu vesselamın da dinlediği; “Bir peygamberin gölgesinin üzerimize çöktüğü, bir peygamberin gelmesinin yakın olduğu” haberinin verildiği o büyük hitabın sahnesi… Ve Ümeyye b. Ebi’s-Salt gibi niceleri gelecek o büyük peygamberin kendileri olacağı ümidiyle dolarken, Peygamber aleyhissalâtu vesselamın yüreğinden geçenin gelecek o peygambere en evvel tâbi olanlardan olma iştiyakı olması… Sonuçta, kendisine peygamberlik misyonu biçenin, söylediği onca tevhid şiirinden sonra, hasedinden çatlayıp şirk derelerine yuvarlanması… Buna karşılık, kendisine peygambere en evvel tâbiiyet misyonu biçenin Hâtemü’l-enbiya tacıyla şereflendirilmesi…

Baksak, bütün büyük simalar, hayatlarında karşılarına çıkan/çıkarılan işaretleri de okuyup, insanlık için hayırlı yollar açmışlar. Bu ümmetin âlimleri, bu şekilde, tıpkı Benî İsrail’in peygamberleri gibi hizmet görmüşler asırlar boyu. Bid’aların hücumu zamanında, ümmet, onların dimdik ayakta duruşlarıyla, imanın hakikatlerini müdafaa edip İslâm’ın ölçülerini bihakkın korumalarıyla dik durabilmiş, direnebilmiş…

Ama beri tarafta, kendi varoluşuyla güdülen özel amacı anlama çabası içerisinde, ‘işaretler’i yanlış okuyan, o yüzden kendisinde olmayacak ‘misyon’lar vehmeden, kendisini olmayacağı yerlerde gören insanlar da zuhur etmiş.

Bu vâkıadan hareketle, ‘misyon’daki isabetin sözle değil, fiilin anlaşılabilir birşey olduğunu düşünüyorum şahsen. Eseri ve duruşu kendisine tevdi edilmiş olduğu hissedilen misyonla birebir örtüşen Bediüzzaman gibi isimlerin çizdiği yola âmenna; ama ‘kerameti kendinden menkul’ misyon tarifleri beni oldum olası tedirgin ediyor. ‘Kerameti başkasından menkul’ misyon tarifleri de cabası!

Bilelim ki, hepimizin bu dünyada varoluşunun bir ‘genel’ amacı var, bir de özel. Hepimizin bu dünyada taşıması beklenen bir misyon sözkonusu.

Ama kendine bir misyon biçmekle, gerçekten bir misyon ifa etmek arasındaki fark o kadar büyük, aradaki uçurum o kadar derin ki…

Mesnevî-i Nuriye’de Bediüzzaman’ın açıkladığı üzere, ‘niyet’ ile ‘niyete niyet’ arasındaki fark kadar derin…

  19.05.2008

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut