Hassas olduğumuz noktalar

Zehra Sarı

AZ SONRA yazacağım satırlar aslında hakkında tamamen doğru olduğundan emin olmadığım; nefsimle vicdanım arasında bir süredir gelip giden hisler niteliğinde. Kendimin de anlamlandıramadığım; sesli bir tefekkür mü, yoksa şeytanı çok dinleyen nefsin konuşmaları mı olduğundan emin olamadığım şeyler. Ama şundan eminim ki; bunları hissetmemin, bunların hissettirilmesinin şu an çoğu kapalı da olsa hikmetlerinin olduğu gerçeği...

Anneler Gününün yarın olması münasebetiyle yazılmış bir yazı değildir bu. Zaten yazıyı okumayı bitirdiğinizde, bu konu hakkında yazılmadığını, fakat bu konuyla bağlantısının da kurulabileceği noktalarının olduğunu anlayacaksınız.

Öncelikle, ne zaman okuduğumu bilmediğim, olay kahramanlarının da kimler olduğunu bilmediğim bir olayı paylaşmak istiyorum. Bir hoca ve talebeleri hakkında... Hoca ve talebeleri medresedeler, halka şeklinde oturmuşlar. Hoca susamıştır. Talebeleri arasında hocanın oğlu da vardır. Ve tevafuk ki; o gün hocanın oğlu bir tarafında, talebelerinden bir genç de diğer tarafındadır. Hocanın aklından suyu önce oğlundan istemek geçer, ama sonra vazgeçip diğer talebesinden rica eder suyu getirmesini. Çünkü diyerek şöyle düşünür kendi kendine: “Oğlum hem evladım, hem de talebem. Şimdi ondan istesem ve çocuğum istemeye istemeye suyu getirmeye kalksa, ona iki yönlü zararı olacak. Hem babasına, hem hocasına hürmetsizlik etmiş olacak. Talebemin ise, sadece hocasıyım. Onunla yakınlığımız sadece hoca-talebe ilişkisi açısından.”

Bu hikayeyi okuduğumda hiç hocalık boyutundan düşünmedim olayı desem yeridir. Hatırlıyorum; “Maşaallah ne kadar duyarlı, ne kadar düşünceli bir baba. Ne kadar da hassas. Kendi susuzluğunun gitmesi için, bir faaliyette bulunurken bile ne kadar ince düşünebilmiş. Kendi isteğini, başkasının zararına olacak bir davranışa sebep olmasın diye hassas davranabilmiş” demiştim ilk okuduğumda.

O zamandan beri; anne-baba hakkı anlatıldığında, ilgili ayetler okunduğunda; hepsinin doğruluğuna inandığımı söyledikten sonra, yani gerçekten özellikle annenin bir çocuğun hemen hemen her aşamasındaki emeğini, fedakarlıklarını, dualarını gördükten sonra; anne-babaya saygının tartışılmasının bile—âyette söylenildiği gibi belli konular haricinde—doğru olmadığına inanan biri olarak; anne-babanın da, çocuklarının durumlarına, hallerine göre talep ve istek de bulunmaları gerektiğini de düşünüyorum.

Konuyu anne-baba bağlamından çıkarıp, başka beşerî ilişkiler bağlamında düşünelim isterseniz. Zira anne-baba hakkı konusunda hassas biri olarak, onların fedakarlıklarının elimizden geldiğince hakkının verilmesi gerektiğine inanan biri olarak ve her konuda onlara yardımcı olmamız gerektiğini düşünen biri olarak, onların bu konuya dahli, sadece yazının başındaki örnekteki kadar olsun inşaallah.

Yaratılış itibariyle hepimiz bazı konularda güçlü, bazı konularda zayıfız. Ya da şöyle de söyleyebiliriz; Rabbimizin bazı isimlerine çok parlak ayna olabiliyorken; bazı isimlerini ise belki tefekkürsüzlüğümüzden, belki nefsimizi çok dinlediğimizden, vicdanımıza az kulak verdiğimizden, belki de o noktalarda talimimizin eksik olmasından, ya çok az taşıyoruz ya da neredeyse hiç üzerimizde taşımıyoruz. Mesela bir insanda cömertliğin çok fazla olduğunu görebiliriz ya da cömertlikle birlikte çok da şefkatli bir insan olduğunu, yaratılan her ne varsa şefkat kanatları altına alırcasına onlarla muhatabiyetini gözlemleyebiliriz. Ama insanın zayıf noktaları da vardır. Her insanın; açılmasından hoşlanmadığı bazı konular vardır. Açıldığında ince noktalarına değip, bir yerlerini acıtıveren konular. Bunu, o noktadaki isimdeki eksikliğinden, orada Rabbini eksik tanımasından, o noktada Rabbi ile muhatabiyetini ya tam kuramadığından ya da yanlış kurduğundan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Ama neticede, vardır çoğu insanın, böyle zayıf olduğu noktalar.

Örneklendirmeye çalışırsak; iki arkadaşınız olsun. İkisiyle de aranız iyi olsun. İkisiyle de zaman zaman görüşüyor olun. Ama o ikisi birbirinden hoşlanmıyor olsun, araları iyi olmasın. Size düşen, tamam o iki arkadaşın birbiriyle arasını yapmaya çalıştıktan ve bunda başarılı olamayacağınızı anladıktan sonra, (bu noktada da insanın nefsi şunu söylüyor: “Herkesle iyi olmak, herkese muhabbet beslemek zorunda mısın?” Bunu geçelim, bu ap ayrı bir konu) o iki arkadaş ile görüşmelerinizi sürdürmek, ama mümkün olduğunca biri ile ilgili haberi diğerine, diğeri ile ilgili haberi ötekine iletmemek. Çünkü siz anladınız, o ikisi birbirlerine karşı zayıflar; diğeri hakkındaki bir haber o kişinin duygu dünyasına yeniden girerse ona zarar verecek. Siz onlarla ilşkilerinizi sürdürürsünüz, ama onlardan birbirlerine bahsetmezsiniz. Bu noktada onlara saygılı olur, onları incitmezsiniz, ama onlar hakkında kavli duanıza devam edersiniz. Yani onların bu noktadaki, tabiri caiz ise, yaralarını kanatmazsınız, ama yaralarının iyileşmesine dua edersiniz.

İnsan böyle durumlarda ne hissedeceğini bile şaşırıyor. Hatta bazen; yaratılış, kainat, hayat, irade vs.. tüm algılarını, tüm kabullerini gözden geçirmek zorunda kalıyor. Yani zor anlar yaşıyor kişi. Zor anların içine giriyor. Şahit de olduğum üzere, şöyle sahneler bile yaşıyor: “O arkadaşım hem benimle, hem onunla aynı anda nasıl bu kadar samimi olabiliyor?” diyor mesela. Ya da bir adım daha ileri gidip, "nasıl" yerine "niye" diye soruyor. “O arkadaşım benimle samimi ise niye benim görmeyi bile istemediğim onunla da samimi?” diyor. Bu gibi diyaloglar inanan insanların dünyasında olmamalı elbette. Güzel ve doğru olanı olmaması tabii ki. Ama doğru olan her zaman yaşanıyor değil. Doğruluğu biliniyor ama nefislere söz geçmediği zamanlar olabiliyor.

Zaman en büyük müfessir. Zaman, çoğu "Hallolmaz" dediğimiz, çözümsüz gördüğümüz, "Bunu kaldıramam" dediğimiz olayları bize kolay eyleyen arkadaş. Ama zamanın arkadaşlığının yanında; şuurlu olan insan arkadaşların da; çevrelerin de, önemsedikleri, sevdikleri, değer verdikleri insanları ve hallerini anlamaya çalışıp, onların zayıf noktaların da dolaşmamaya özen göstermesi, karşısında ki kişiye en büyük vefası olacaktır diye düşünüyorum. Ona dua etmeye devam edip, onun o ince damarının kalkması için kavli duasına, fiilen de destekte bulunup, onun hoşlanmadığı şeylerle ona yaklaşıp, onun kulluğuna halel gelmesine sebebiyet vermemeye dikkat etmesi gerekir.

Âlâ-i illiyyine çıkabilecek donanımda yaratılan insan; nefsinin heva ve hevesinin peşine takılıp, bazen esfel-i safiline giden yolda ilerleyebiliyor. Evet bazen böyle olabiliyor. Bu”u kabullenmiyor ise, “Bu yaptığım doğru, bu hak bir davranış" deyip onda ısrar etmiyor ise; onu tanıyıp, sevenlere düşen; onun bulunduğu o halden kurtulması için dua edip yardım etmektir. Yoksa "Yardım ediyorum" zannederek, yarasını kaşıyıp durmak değil. O kişiye istiğfar ve tevbe yolunda ilerleyebilmesi için her an onun yanında olduğunu hissettirmesidir.

  10.05.2008

© 2021 karakalem.net, Zehra Sarı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut