Bizi ayıran nehir

Mona İslam

BİZİ AYIRAN Nehir bir Robert Redford filmi. Redford’a en iyi görüntü yönetmeni Oscar’ını kazandırdığı gibi, bize Hıristiyan ruhuna dair ipuçları da veriyor. Montana dağları İncil’le kucaklanmış ve öykü yine kutsal bir metaforla, baba-oğul ilişkisiyle anlatılmış.

Peder Macneal hem bir Presipiteryen papazı, hem de bir alabalık avcısıdır. Ona göre din ile alabalık avlama arasında kesin bir sınır yoktur. Haftanın altı günü balık avına çıkar. Oğullarına Presbiteryen usulü, ritimle balık tutma sanatını öğretir. Onları Büyük Kara Ayak Nehri kıyılarında dolaştırır ve şöyle der: “Uzun zaman önce çamurun üstüne yağmur yağdı ve taşa dönüştü, ama bundan önce kayaların altında Tanrının sözleri vardı. Yeterince dinlerseniz onları duyabilirsiniz.”

Çocuklarına nehirde Tanrının sözlerini duymayı öğretmeye çalışırken, pazarları da kilisede cemaate İsa’nın havarilerinin de balıkçılık yaptıklarını anlatır. Ona göre insan ruhu hoyrattır, kabadır, ilkeldir, ve ancak sanatla inceltilip Tanrıya layık hale getirilebilir. Bu sanat onun için balıkçılıktır ve bunu bilmeyen kişi balık tutmaya kalkışıp balığa hakaret etmemelidir.

Norman Macneal, büyük oğul, hikayeler anlatmayı sever. İnsanların içindeki sanatı bulup çıkarmaya azimli babası da onu içindeki sanata, yazma sanatına yöneltir. Bir konuda tekrar tekrar yazdırarak, her seferinde “Lütfen yarısı kadar olsun” diyerek ona sabrı ve fesahati öğretir. Ona göre yazma sanatı idareli olmaktan geçer. Anlatım kısa ve öz olmalıdır. Norman’ın eğitiminin ikinci kısmı doğayla ilgilidir. Öğleden sonraları serbest bırakılır. Nehir kıyısına, dağlara, ormanlara, üzerinde henüz çiğ duran vadilere gider Tanrının düzeninin doğayla ilgili bölümünü öğrenmek için. Babasının çalışmaları sonuç verir, Norman edebiyat okumaya Dartmouth kolejine gönderilir. Şehirde tavında dövülmüş demir gibi iyice yumuşar dağlı genç. Döndüğünde babası ona sorar: “Hayattan beklediğin nedir Norman?” O bu soruya cevap veremez. Henüz bir şeyler eksiktir.

Bir dua eder Norman kilisede babasının vaazı esnasında. Şöyle der: “Geri dön uçan zaman, sadece bir geceliğine beni yeniden çocuk yap.” Duasına icabet edilir. 4 Temmuz kutlamaları esnasında bir kızla tanışır. Jessie neşeli, hareketli, komik, sevgi dolu bir kızdır. Ne yazık ki Norman’ı sıkıcı bulur. Ne yapacağını bilemeyen Norman, ikinci sevdası edebiyata sarılır, ve şöyle yazar Jessie’ye:

“Bilinmeze takılıp kalmadan önce ayın ağaçların dallarına takılıp oyalanışı gibi, beynimin içi bir şarkıyla dolu. Kendimi sessizce mırıldanırken buluyorum. Müzik için değil, başka bir şey, başka bir yer için. Unutulmaz bir yer. Geyikler dışında kimsenin görmediği geniş bir otlak. Ve benim beceriksiz kollarımda dans eden senin gittikçe güçlenen anın.”

Aşk, üçüncü uyanıştır Norman’ın kalbinde, doğayı ve edebiyatı takip eden. Kutsal üçgeni tamamlar. Artık cennetin hayalini görmüş, Tanrının sözlerini duymuş, hayatının anlamını bulmuştur.

Doğayla, sanatla ve aşkla üçgeni tamamlamak mümkün müdür? Tanrının sesini duymak, ayetlerini okumak, hayatın coşkusunu, varlığın anlamını hissetmek... Kanaatimce bu insan kalbi için yeterlidir. Kalp bu üç noktanın ortasında kutsal esini hissedebilir. Varlığına bir anlam verebilir. Ruhunun derinliklerinde bunu hissedebilir. Ancak insan sadece kalpten ibaret değildir. Bu anlamdaki mistisizm arayışı Hıristiyanlığın nasıl da yetersiz kaldığına en açık delildir. İnsan bir dağ köyünde, bir nehir kıyısında, temiz ve saf insanlarla beraber yaşamamaktadır artık, bu tarz bir dini anlayışın besleyebileceği insan türü belki köylerde bile kalmamıştır. Kim bilir?

  12.05.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut