Şeytan Prada giyer

Mona İslam

MAVİ KAZAĞINIZI, rahat pilili eteğinizi, eşofmanlarınızı, tüm gün ayağınızı bir patik gibi saran yuvarlak burunlu rahat ayakkabılarınızı, arkadaşlarınızı, sevdiğiniz adamı, onun özenerek size hazırladığı peynirli sandviçleri, akşamları dost sohbetleriyle şenlenen şirin sıcak evinizi değiştirmeye ne dersiniz?

Durun canım, hemen sinirlenmeyin, münasebetsizlik edip etmediğime size ne vaad ettiğime bakarak karar verin.

Türkiye’de “Şeytan Marka Giyer” ismiyle gösterilen Devil Wears Prada filmi tam da böyle, küçük gibi görünen, ama sonuçlarına bakıldığında oldukça büyük bir değişimin hikayesini anlatıyor. Bir genç kadının hayallerine ulaşma öyküsünü…

Moda dünyasının mabedi, güzellik ve başarı tanrılarına adanmış büyük katedral, multimilyarlık bir endüstrinin yönetim merkezi olan, Runway dergisinde bir işten söz ediyorum size. Onun baş rahibesi, güzellik tanrıçası, bir dudak büküşüyle sektörü darmadağın edebilen Miranda Priestley’in asistanı olacaksınız. Bedavadan giyebileceğiniz Gucci’ler, Chanel’lar, Prada’larınız olacak. Bir çifti binlerce dolar eden sivri burunlu yüksek topuklu ayakkabılarınız, her bir ayrıntısı sanatçılarca ince ince tasarlanmış kemerleriniz ve çantalarınız olacak, parfümlerinizle tüm karşı cinsi toptan peşinize takabileceksiniz desem, ilginizi çekmeye başlamış olabilir miyim?

Ya da büyük partilerin gözde insanı olacaksınız, kırmızı halılardan yürürken flaşlar üzerinizde patlayacak, modanın kutsal hac merkezi Paris’te lüks otellerde kalacak, hoş defileleri izleyeceksiniz, kendi küçük, egosu büyük moda üstadlarıyla tanışacaksınız diye eklesem. Heyecanlandınız değil mi? Biliyordum…

Çünkü binlerce kız bu iş için birbirini öldürür. İnsanlar bundan çok daha küçük bir başarı için neler yapmıyorlar ki... Moda endüstrisinin prens ve prenseslerinden biri olmak, daimi başarı ve güzellik için eski, orta sınıf alışkanlıklarınızı, tuhaf, küçük ideallerinizi, zaten pejmürde giyinen ve ne arabanın ne kadının iyisinden anlamayan sevgilinizi bırakmak küçük bir bedel olsa gerek.

Benim ideallerim, bir yaşam biçimim, inançlarım, hedeflerim var mı diyorsunuz? Andrea’da öyle düşünmüştü. Basın yayın fakültesinden başarıyla mezun olmuştu. Gazeteci olacak, insanların acılarına dair haberler yapacak, duyarlılıkları arttıracak, dünyaya iyilik ve ahlaktan bahsedecekti. Ne banal! Güya Runway onun için bir basamaktı. Öylesine bir işti. Zaten o giydiklerine dikkat etmeyecek kadar insan ruhuna önem veren biriydi. Böyleleri kaldı mı yahu? Ama bu işte bir yıl tutunmalıydı. Ancak o zaman New York’un büyük gazeteleri onu görür, iş başvurusunu dikkate alırlardı. İyi bir referans lazımdı. Böyle bir işte bir yıl tutunmanın, bu ortamı solumanın, bu insanlarla oturup kalkmanın onu, ideallerini, hedeflerini, kişiliğini değiştireceğini hiç bilemezdi.

Aslına bakarsanız, ben biliyordum. Çünkü hayatta yaptığımız her seçimle bir şeyleri arkada bırakırız. Bu yüzden, hedeflerimiz kadar onlara ulaşmak için seçtiğimiz yol da önemlidir. Biz o yolda yürürken, geride bıraktığımız hiçbir şey durup bizi beklemez. Onlar da kendi yollarında giderler. Bize sonsuza dek veda ederler. Başarı tanrısının emrine girdiğimizde bizden hangi gün kimi, yahut neyi kurban etmemizi isteyeceğini bilemeyiz. Aldığımız alkışlara, övgülere karşılık hangi latifelerimizi sattığımızı da. Aldığımız ödüllerin, terfilerin, alkışların, bizi görünce kıskançlıktan çatlayıp, hayranlıktan eli ayağı dolananların yanında bunların lafı bile edilmez. Herkes bilir ki zirve daima yalnızlık yeridir.

Güzellik tanrıçası da, başarı tanrısından daha insaflı değildir. Bize cicili bicili hediyeler verirken bizden hiç de ucuz şeyler istemez. Latifelerimizi, ahlakımızı, ruhumuzu, kalbimizi alır; yerine güzellik kremleri, makyaj malzemeleri, parfüm ve aksesuarlar verir. İyi pazarlık yapabilirsek, yanında son model arabalar, mücevherler ve bir lüks gökdelen katı, hatta bir yüksek duvarlı villa sahibi olabiliriz. Ama güzelliğe meftun olup giyiminizi, evinizi, arabanızı, hatta eşinizi daha güzeliyle değiştirmeye kalkıştığınızda sizi bekleyenin yalnızlık, estetik cerrahların yapmacık gülümsemeleri, steril odalarında birkaç yıl daha güzel kalabilmek için çekilen ağrı ve yanınızda merhametle başınızı okşayacak kimsenin bulunmayışı olacaktır. Belki bir sevimli köpeğiniz, birkaç da hizmetçiniz olabilir.

Tabii bu iyi ihtimaldi. Yol kazalarını, başınıza gelebilecek aksilikleri, dolandırıcılıkları, ihanetleri, elinizdeki başarı, güzellik ve serveti kaybetme ihtimalini de unutmayalım. Bunlar için kendinize nasıl bir sigorta sağlayabilirsiniz ki? Sigortacılar sizi hastalıktan da, ölümden de koruyamazlar, zaten böyle bir niyetleri de yoktur.

Hâlâ hayatınızı değiştirmek istiyor musunuz?

Bence bir kere daha düşünün.

  09.05.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut