Bereketli mekânlar

HAYAT AKIP giderken, arada bir durup, geride bıraktıklarına bakar insan. Geçen günler, gelip geçtiği mekânlar, görüp tanıdığı insanlar, baktığı manzaralar, okuduğu kitaplar...

Hayatımın gözümün önünden akıp giden karelerine baktığımda, benim dünyama bir hakikatin hatırasını bırakan zamanlar, mekânlar, olaylar, kişiler ve kitaplardır benim için asıl değerli olan. Bir hakikatin hatırasını taşıyan anlarıma şükreder, böyle bir hatıradan mahrum zamanlarıma üzülürüm. Benim için bir hakikatin hatırasını taşıyan mekânların özel bir değeri vardır, böyle bir hatıradan mahrum mekânlar ise bana hayatımın posası gibi gelir.

Bu ölçüler dahilinde, Mevlanakapı’daki Kozlu Mezarlığının, doğup büyüdüğüm Tire’nin sırtına yaslandığı Güme Dağının ‘Kayalık’ diye bilinen mevkiinin, insanların haklı olarak İstanbul siluetini bozduğu için taşınmasını istedikleri Haydarpaşa Liman İşletmelerinin, Bursa Ulu Cami’nin ve daha nice yerin benim için hususi bir yeri vardır. Her biri, hayatımı nurlandıran birer büyük hakikatin hatırasını taşımaktadır çünkü.

Yirmi yıl önce bana ‘esma-i hüsna’ yazısını ilham eden, sağanak yağmurlu bir ilkbahar günü Kayalık denilen mevkide gördüğüm bahar manzaraları, hele ki dizime konan kelebektir zira. Yine yirmi yıl önce bir bahar vakti, Kozlu Mezarlığındaki ölüm sessizliğini haşir müjdesiyle dağıtan ve bana okudukça yazdığım andaki o dingin ruh hali ve akıcı üslup için hâlâ daha Rabbime şükrettiğim haşre dair yazı üçlemesini ilham eden gonca gülleri unutmam ne mümkün?

Haydarpaşa Liman İşletmelerindeki, İstanbul siluetine mekanik bir çizik atan o konteynırlar, devasa vinçler, yıldızları görünmez kılacak derecede gökyüzüne ışık yayan büyük lambalar ise, bir gece vakti vapurun içinde oradan geçerken, “Otuzuncu Söz”ün ve “Yirmidördüncü Söz”ün “ikinci dal”ındaki zühre-katre-reşha sembolizminin ipuçlarını fısıldamıştır bana. O dev lambaların ışığı havada yayılmakta, suda kırılmaya uğrayarak yansımakta, önlerine konteynırlar çıktığında ise kaybolmaktadır. Işığın maddenin katı, sıvı ve gaz haliyle temasında karşıma çıkan bu üç ayrı manzara, ‘ene’nin üç halini düşündürmüştür bana. Reşha-misal, benlik iddiasından arınıp şeffafiyet kesbeden ene, hava gibi, doğruca hakikati taşır, kendisini değil hakikati gösterir. Katre-misal, şeffafiyet kesbeden ama benliğinden de büsbütün vazgeçemeyen ene, hakikati gösterir, ama tastamam gösteremez. Katı halinde ise enenin, hakikati göstermeme riski çok yüksektir, gösterse bile zühre-misali tek bir rengiyle, tek bir veçhesiyle gösterir ancak. “Ene” bahsinin, “Fatiha’nın ahirindeki üç yol”un, “İkinci Dal”ın anahtarı, benim için, Haydarpaşa Liman İşletmelerindeki o üçlü gece manzarasıdır.

Bursa Ulu Cami’de ise, bir vakit namazından sonra imamın okuduğu Rahmân sûresi âyetlerini dinlerken, bu sûrenin bildirdiği birçok mânâyı ilk defa farketmişimdir. Rahman sûresini komşusu olan Kamer sûresiyle birlikte anlama çabasını yansıtan; bu meyanda Kur’ân’a muhatabiyeti hayatımızın merkezine yerleştirme lüzumuna dikkat çeken “Ay Yarıldı” yazısını yıllar sonra yazabildiysem, bu anlam yolculuğunun kilometre taşı, Bursa Ulu Cami’de o ihlaslı imamdan Rahmân sûresini dinlerken dünyama gelenlerdir.

Nisan ayının son Cuma namazını İzmir’e Fuar Camiinde kılarken, her Cuma hutbesinde işittiğimiz Ahzâb âyetine dair bir nükte ise, o mekânı daha bir sevimli kıldığı gibi, o âyeti okuyan ama namazı avluda kıldığım için hiç göremediğim mü’minin bereket sırrına nail olmuş biri olduğunu da düşündürmüştür benim için.

İlgili âyet nedir, ve o bereketli ortamda bana neler düşündürmüştür; bir sonraki yazıda söyleşelim inşaallah...

  03.05.2008

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut