Kâinat konuşuyor

Zehra Sarı

TREN GEÇİNCE insan kendi sesini, kendi düşüncesini bile zor duyar ya… Teknolojinin her an yeni çıkan cihazları, ürünleri de bizi kainatın sesini duymaktan alıkoyuyor.

Deniz kıyısına üçyüz adım mesafede bir evdesiniz. Orman boyunca, zihninizin takip edemeyeceği kadar çok, ismini bilmediğiniz değişik renklerde ve değişik türde ağaç görmüşsünüz; sarısından, morundan, kırmızısından, lilasından, sarılı siyahlısından, pembeli grilisinden bir sürü çiçek arzı endam etmiş. Havanın soğukluğuna aldırış etmeden; Ya Celil’in Ya Cemil ile buluştuğu, Ya Kadir’i, Ya Kebir’i ve hatta Ya Vedud’u size zikrettiren deniz ile ayaklarınızı buluşturmuşsunuz.

Ve sukunet… Az önce muazzam renk ve desenlerdeki ağaçlarla, çiçeklerle, onların melekleriyle tanışıp selamlaşmanın hoşnutluğu ile sukunet bulan siz; şimdi de deniz ile göğün hemen hemen aynı tondaki maviliklerinin cümbüşü ile bambaşka bir manzaraya şahitlik etmiş olmakla sukunet buluyorsunuz.

Ve gün gece oluyor. Aydınlık kararıyor. Doğal diyemeyeceğiniz tabiatın eline havale edemeyeceğiniz, tesadüfe ise hiç bırakamayacağınız bir düzen, bir silsile birbiri ardınca devam ediyor. Okuyabilen için yineleşmeyen bir süreç bu. Tekdüze olmayan. Birbirinin aynını tekrarlamayan, birbirinin aynı olmayan bir süreç. Renk, şekil, desen, uzunluk, kısalık vs.si ile özenle yapılmış sanat eserleri bazen aynı perde içinde, bazen de birbiri ardısıra perdelerde bizlerin izlenimine sunuluyor. Hikmetli, Kudretli Sanatkâr tarafından. Bir anda olur gibi olan, kimselerin boy ölçüşemeyeceği bir sanat. Her bir sahne ve her bir sahnedeki her bir sanat eseri Sanatkarına şahitlik ediyor; bizden kendi şehadetlerini okumamızı bekliyor.

Evet gece oldu… Dalgaların şiddeti arttı. Dalga sesleri bulunduğunuz odaya kadar girebiliyor. Ya Celil seslerini daha net duyuyorsunuz. Aynı tabloda bir de kuş sesi… Gece kuşu olmalı… Ve rüzgarın sesi ile birbirine çarpan yaprakların çıkardığı sesler…

Ama o da ne? Tüm bu sesler birden kesildi. Değişik bir ses geldi kulağınıza. İçinizdeki sukuneti söküp alan bir ses bu… Az önceki gibi rahatlatan bir ses değil. Kainat konuşmasını mı bıraktı, faaliyetleri mi durdu acaba diye düşünüyorsunuz… Önem verdiği bir kişinin kendisine hiç beklemediği bir sözü karşısında alınır susuverir ya insan. Konuşmak gülmek istemez ya. İçine kapanıverir ya. Kainat da mı böyle yaptı diyorsunuz?!

Ve ne olduğunu anlıyorsunuz! Bu düşündükleriniz değildir olan. Duyulan ses, alt katta açılan televizyondan gelen sestir. “Duymuyor musun beni, sana kendimi ifade edemiyorum bir türlü” diye bağırıyor bir kadın. Kadın bağırıyor, kainat susuyor. Kainat susuyor, kadın bağırıyor. Ve kainat küsüyor. “Sen de artık beni duymuyorsun” diye küsüyor kainat.

“Hayır” diyorsunuz. (“Hayır önemli bir söz; sıradan bir söz değil” diyen okuduğunuz kitabın yazarını hatırlayarak. Hatta kitaba isim olacak kadar önemli bir söz)

Evet, siz de “Hayır” diyorsunuz tüm gücünüzle. Şehrin saçmasapan tüm seslerinden ayrılmışken, bu sesleri burada duymak istemeyişinize karşılık, kainatın sesini ve içinizde oluşan sukuneti alıp götüren bu sese “Hayır” diyorsunuz.

“Ben kainatı duymak istiyorum; bana küsme lütfen. Seninle zaten çok zor görüşebiliyorum şehrin gürültüsünde sana çok zor kulak verebiliyorum. Benimle barış, tekrar ses ver bana” diyorsunuz.

Ve bir işaret istiyorsunuz Rabbinizden; kainatın sizinle barıştığını anlamanız için bir işaret… “Lütfen Allahım, bir işaret gönder” diyorsunuz.

Ve yatsı ezanını duyuyorsunuz: “Allahu ekber…”

  19.04.2008

© 2021 karakalem.net, Zehra Sarı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut