Kardelen, lâle ve gül

Mona İslam

KARDELENİN BEYAZ zarif yaprakları, hafifçe boynunu büküşü, soğanlı menekşe diye adlandırılışı ile sizi aldatmasın. O çok cesur ve güçlü bir çiçektir. Şubat’ta karın içinden filiz verir. Uygun şartlar olursa suda bile yeşerir.

Kardelenler bembeyaz rengi, yeryüzünde kışın ortasında yiğitçe duruşu ile bana Hz. Musa’yı hatırlatırlar. Onun yüreğinden çıkardığı bembeyaz eli gibidir kardan çıkan kardelen filizi. Kışın en zor şartlarının hüküm sürdüğü, insanların hayaline bile baharın dokunmadığı, fırtınanın ve donun ortalığı kasıp kavurduğu, Firavun maddeciliğinin alıp yürüdüğü bir günde, tam da karın ayazın, zemheririn göbeğinden, firavun sarayından filizlenen, ‘suyla gelen’ anlamındaki adını bile kardelen gibi suda hayatta kalmasına borçlu olan Yüce Resûl. Kardelenin çıkmasıyla cesaret kazanır tüm nebatat; meydan okumaya cüret ederler amansız soğuğa. Kardelen öncüdür. Bütün öncüler gibi, bir kahraman…

Kar biter kutlu yağmurlar gelmeye başlar ardı ardına. Vahiy düşer her gün insanların yüreklerine yağmur gibi. Yağar Benî İsrail peygamberleri damla damla. İlk kardelenin çıktığı yağmur duasına lâle devam eder. Yağmurlar kat kat artar onunla. Utangaçtır lâle, çekingendir, dikensizdir. Kardelenin zerafetine ve cesaretine, asaleti, letafeti, büyüleyici güzelliği ve nezaketi ekler lâle. Masumiyeti ve güzelliği tek silahıdır. Ehl-i vicdan, ehl-i insaf kimse kıyamaz lâleye dokunmaya. Pek çok ismi vardır. Cücemoru, Sahipkıran, Narçiçeği, Pabuççu, Altınsarısı, İbrahim Bey alı, Aşçımoru, Gülcübaşı, Kızılbıyıklı, Keresteci, Pençe, Erikdibi, Kalaycı Bey, Hokka, Cennetçocuğu, Kesretbâdesi. Lâle Anadolu çiçeğidir. İlk hakimiyetini burada kurmuş, ilk kez İstanbul’u fethetmiş, oradan henüz kendisini tanımayan Frenklerin memleketine göç etmiştir.

Lâle bana Hz. İsa’yı hatırlatır. Onun o kırkikindi yağmurlarında tüm ihtişamıyla boy gösterişini, kılıçsız dikensiz, dövene elsiz sövene dilsiz halini, tek bir soğandan ortaya çıkışı ile tek bir valideden doğuşunu, eliyle çamur içinden hayat çıkarışını, dininin evvela Anadolu’da filizlenişini, İstanbul’un ona ilk başkent olma şerefine nail oluşunu, Frenklerin elinde çoğalmasına karşın değerini yitirişini, kendisine doyulamadan ortadan kayboluşunu hatırlatır. Lâle müjde içindir. Onun görevi sıcak yaz mevsimini, ve çiçeklerin sultanı gülü müjdelemektir. Nisan’da arz-ı endam eder. Hayalleri yaza yöneltir, nazarları güle tevcih eder ve veda etmeden gider.

Gül, âh ki o güzeller güzeli gül! Ben gülü tariften acizim, zira benim varlığımı tarif eden güldür. Gül Haziran’da sıcaklarla beraber hayatımıza girer. Güneş gül için parlar, çocuklar gülün kokusuyla gülümser. Gül için hava ısınır. Vahiy gülle beraber içimizi ısıtan, en derin kuytularımızı aydınlatan, en karanlık taraflarımızı şualarıyla ortaya çıkaran bir hal alır. Gül boyunduruklarımızı çözer, yükümüzü hafifletir, bizden ancak yapabileceğimiz kadarını ister. Mevsim gülle tamamlanır. Vahiy gülle mühürlenir. Gül Hâtemü’z-Zehra’dır. Çiçeklerin mührü ve sonuncusudur. Gül her yerdedir. Başınızı nereye çevirseniz onun saltanatını görürsünüz. Narin değildir, haddinizi bilmezseniz, dikenlerini size batırır. Gülle konuşmanın, buluşmanın adabı vardır. Gül sultandır. Herşey onun için olan sultana ne hediye verilir? Adı övgü olan nasıl övülür? Gülün memleketi tüm yeryüzüdür. Onun giremediği yer yoktur. Evler, bahçeler onunla doludur. O muhabbetin ve ondan gayrı birşey olmayan Habibullah’ın işaretidir.

Ben her gül kokladığımda Resulullah’ın eline bir öpücük kondurduğumu hayal ederim. Onun hatıralarını kurutup en kıymetli kitabın arasında saklarım. Sesim olsa da, bülbül gibi kasideler döşeneyim isterim. Hayran kalırım, dilim tutulur. Benim güle diyecek sözüm yoktur. Ben ancak onun sözünü dinlerim. O en fasihidir insanlığın, onun sözünün üstüne söz söylenmez. O sözün bittiği, vahyin başladığı, insanın sustuğu Rabbü’l-âlemînin konuştuğu yerdedir.

Hayallerin söndüğü umudun bittiği, küfre teslim-i silah edildiği, tüm ceberutluğuyla kafir medeniyetin karları altında insanlığın titrediği zamanlarda çıkar kardelen. Bediüzzaman da öyle çıkmıştır. Musa aleyhisselam gibi. Firavunların topukları altında ezilen bir halkın prensidir o. Tek başına meydan okumuştur dünyaya. Bizi alıp va’dedilmiş topraklara götürmüş, içinden süt ve bal akan diyarları göstermiş, “secde ederek ve günahlarınızın affını dileyerek girin bu beldeye” demiştir. Risale-i Nur vaad edilmiş toprakların yol haritasıdır. Bembeyaz narin ellerine, zulmün hiçbir türlüsünü leke etmemiştir. Rabbinin hediyesi asâsından başkasına dayanmamıştır. Bize baharı müjdelemiştir. Lâle soğanlarını tek tek elleriyle dikmiş, nazarımıza Hz. İsa’yı takrib etmiştir.

Şimdi lâle zamanıdır. Soğanlar çatlamıştır. Toprak yarılmıştır. Kırkikindi yağmurları yağmaktadır. Lâle başını yeryüzüne uzatmıştır. Zuhur-u İsa zamanıdır.

Ve elbette, gül daima imamdır...

  14.04.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut