Mustafa Dede

Harun Pirim

"BANA, ARKAMDAN hayırla yadedilmeyi nasip et'' (Şuara, 26: 84)

Manisa’da Mesir Camisi olarak da tesmiye edilen Sultan Camisi’nin avlusunda bir Cuma sonrası 3 arkadaş avludaki bir bank üzerinde muhabbete tutuşmuştuk. Ortamın sükuneti, beli bükük bir ihtiyarın görüş alanımıza girmesiyle meraklı bir seyre yöneldi. Bir an sonra tatlı ihtiyar önümüzden geçer iken durdu ve bize yönelerek “Evlatlarım isterseniz şimdi beni dövebilirsiniz ama size söylemem lazım namazınızı kılın evladım...” cümleleri ile kalbimizi duraklatırken gözlerinden yaşlar dökülüyordu. O damlalar benim kalbimi de ıslatıyordu adeta. “Allah kuluna azap çektirir mi zulmeder mi evladım, bizler yanlış yapıyoruz. Bakın mevlam her şeyi ne güzel yaratmış...” cümlelerini kurarken gözlerim bükük beli, mesnet bastonu, beyaz sakallarını ıslatan kalp yaşlarını temaşa ediyordu. Adının Mustafa olduğunu daha sonradan öğrendiğim mübarek insanın hatırası şu anda bile bana nasihat veriyordu. Nasihattan hoşlanmayan nefsim köşeye sıkışıp kalmıştı. Arkadaşlarla ortak hissettiğimiz saygı idi. Nitekim ayağa da kalkmıştık. Mustafa dede elinde son dem hayatında insanlara kendi çapınca yapabileceği en büyük faydanın onlara kuracağı Allah’dan gafil olmayın edalı cümlelerini pekiştirecek takvim yaprakları vardı. Bize o yapraklardan vermişti. Sahi şu an kim bilir o yapraklar nerdeydi? Mustafa dedeye “Allah razı olsun amcacım, dedecim” diyorduk iki lafın arasında zannediyorum. Derken dede yürümeye durdu, kalp yaşları taşlaşan kalbimi delmeye devam ederek. Bastonu ile zar zor yürüyen bu insan adeta ‘kıyametin kopmama’ sebeplerinden biri idi. “Mustafa dede sana evine kadar eşlik edelim” dedik. Yürümesine destek olmak istiyorduk velhasıl. Durakladı yüzünü bize çevirdi, “Bu alemde benden adi bir insan bulamazsınız” dedi. Hıçkırıyordu, içimde şiddeti zaman geçtikçe artacak depremler oluyordu. “Benim günahlarım bana yeter evladım, bir de siz bana eşlik edince sizin zamanınızı alıp, sizi boş işlerde uğraştırmanın günahını almayayım” dedi. Ne de olsa kararlı idi. Ne de olsa çok şaşkın bir halde idik. Mustafa dede sendeleyerek uzaklaştı.

İlerleyen zamanlarda kendisini Sultan Cami’inde arada sırada görürdüm. Selamlaşırdık. Dua ederdi. Belinden ya da dizinden bir rahatsızlığı vardı sanıyorum. Bu yüzden Cami’ye çok sık gelemediği anlaşılıyordu. Başka bir gün içinde oturdugu mahallenin civarında rastladım mübarek insana. Selamlaştık. Yine bana takvim yapraklarından bir şeyler okudu. Ağlamaya başladı ve “Evladım bana deli diyorlar” dedi. O insana deli diyen bahtsız bir akıllı idi. Farkında olmadan bir hakikati ifade etmişti. Ahirzamanda onlara deli denilecekti nitekim. Sonra dedeyi ziyaret için gittiğimiz bir gün vefat ettiğini öğrendik. Yaklaşık 5 sene önce yaşadığım bu hatıralar, bugün gurbet elde, yalnızlık hissedişimde bana arkadaş oldular. Bu muhterem insanın kabrini Rabb-i Rahim nurlarla doldursun. Şunu da anladım ki Yürüyen Kur’an (S.A.V.)’den sonra en çok iz bırakanlar, Yürüyen Kur’an’ın yolunda yürüyenler...

  11.04.2008

© 2021 karakalem.net, Harun Pirim



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut