EN ÇOK yardıma ihtiyacı olanlar neden yardım istemezler? Herkes hayatında en az bir kez bu duruma şahit olmuştur ve bu soruyu kendine sormuştur. Sevdiklerimize ne kadar yardım edebiliriz? Hatta yardım edebilir miyiz?
Sevgide hissedilen acz halidir bu. Bana göre, acizliklerin en yakıcısıdır. Bizler Allah’ın rahmetini, sevgisini doğrudan üzerimizde yansıtırken, O’nun kudretini ancak zıddıyla yansıtırız— aczimizle. Bu insana önceleri bir paradoks gibi gözükür. Sanki birşeyler daha elimizde olmalıdır yahut bu kadar acı çekmemek için birşeyler kalbimizde hiç olmamalıdır. Ya sevgi gitmeli ya kudret gelmelidir. Bu anlarda en yoğun olarak yaptığımız şey dua etmektir. En şevkle, en aczle ve en çok sayıda duayı salarız gökyüzüne. Sanki dualarla göğü delmeye niyet etmişizdir; dağları sarsmaya, kalpleri oynatmaya. Kalpleri oynatmak en az dağları sarsmak, gökkubbeyi delmek kadar zordur. Bu anlar sevdiklerimize yardım edemediğimiz anlardır. Kendi gerçeğimize, kalbimize, gerçek gücümüze Allah’a en yakın olduğumuz anlar. Sanırım veriliş hikmeti de budur.
Yardım etmeye hazırız. Ama ya birşeye ihtiyacı olduğunu bilmiyorsa- Nasıl ikna edebiliriz onu? Haydi ikna edebildik diyelim, hangi yolla, hangi dille yardım edebiliriz ona? Hangi parçamızı verebiliriz meselâ eğer vermek istediğimiz parçamız istenmiyorsa? Birlikte yaşadığımız yakınımız olan insanlar bizden fersah fersah uzaksa, dilimizden birşey anlamıyorlarsa, gözlerini bizden kaçırıyorlarsa, gözlerine her baktığımızda ruhlarındaki sırrı çalmaya çalıştığımızı sanıyorlarsa, nasıl merhem olabiliriz yaralarına? Nasıl işaret edebiliriz çıplaklıklarına? Kendilerini küçük düşürdüğümüzü vehmediyorlarsa? Nasıl şefkat edebiliriz ki onlara?
Efendimiz sallalahu aleyhi veselleme “Sen dilediğine hidayet edemezsin ancak Allah dilediğine hidayet eder” diyen âyet bize haber verir doğru yolda olduğumuzu. Rahmetin ve sevginin gözesi, en parlak aynası olan Efendimiz de bize benzer haller yaşamışsa, “Onlar inanmıyorlar diye kendi kendini harap mı edeceksin?” hitabına muhatab olmuşsa, o da acz içinde yüreğine taş basmış, o da semaya bir dua salmış, gökkubbeyi delen en büyük çığlığı o atmış demektir. Onun yüreğinden bir parçaya olsun sahip olmak, her acıya dayanılabilir tesellisini verir bize.
Yüreğimiz Resûlullah’ın yüreğine yaklaşınca, aklımız da anlar ki, bize bazı şeyleri gerekli gösteren, olmazsa olmaz gösteren, kendi ilkel anlayışımızdır. Ve biz insanların acısını dindirmek için çabalarken yüreğimizin derinliklerinden en değerli defineyi çıkarırız kan ter içinde. Gerçekten olmamız gereken de budur: “yardım etmeye çalışan biri.” Karşımızdakinin ihtiyacı olan budur: “yardım etmeye çalışan birinin varlığı.” Böylece o yeni bir güne yeniden umutla uyanabilir. Hayatta tutunacak en az bir el bulabilir. O da bir dua gönderebilir gökubbeye: “İnsana kalb veren, kalblere rahmet yerleştiren Rabbe şükürler olsun.”
Artık sevdiğim ama tam olarak anlayamadığım herkese bu yolla ulaşabiliyorum. Hatalar yapsam da, bazen sınırları aşsam da, doğru zamanı ve doğru uslubu yakalayamasam da, onlar için orada durabiliyorum. Hayatlarında sabit değişmez bir direk gibi. Ellerimi daima açık tutuyorum. İstedikleri zaman tutabileceklerinin huzuruyla. Ve bütün varoluşumla sevebiliyorum onları. Sevgiden daha iyi bir ilacın olmadığının bilinciyle...