Umutsuzca Susan’ı arıyorum

Mona İslam

BİR ZAMANLAR seyrettiğim bir filmdi Umutsuzca Susan’ı Arıyorum. O yıllarda da çok etkilenmiştim filmden.

Öykü özetle şöyleydi: Bir aile görürüz. Evinden işine, işinden evine bir adam, lüks bir araba, şu bildik garajlı ahşap Amerikan evlerinden biri ve yemek yapan bir kadın; Susan... Susan mutsuzdur. Kendisini çok seven kocası, güzel evi, arabası arkadaşları onu bunaltmaktadır. Söyleyecek sözü, edecek şikayeti de yoktur. Herşey olması gerektiği gibidir çünkü. Susan’a rahat batmaktadır.

Susan bildik kadın dergilerini karıştırırken bir gün bir ilana rastlar. Bir bar ilanıdır bu; bir showgirl aranmaktadır. Susan düşünür, gitmeye karar verir. Ne de olsa bir değişiklik olacaktır hayatında. Amerika’nın zengin mahallelerinden fakir mahallelerine bir yolculuk yaparız Susan’la. Barın etrafında dolaşan serseriler arabasına ve Susan’a bakar, ıslık çalarlar “Bu hatunun buralarda ne işi var?” der gibi.

Susan bara girer, işi kapar. Olabilecek en kolay iştir onun için. Haftada iki gün şarkı söyleyecektir. Zaten sesi fena değildir. Böyle bir barda daha iyisi de olamaz zaten.

Sonra, bir başka kıza gider hikâye. Kız iş aramaktadır. Terkettiği serseri bir sevgilisi vardır. Kız da bir o kadar serseridir zaten. Ama adam ona el kaldırınca “O kadar uzun boylu değil” demiş ve ayrılmıştır ondan. Tabii onun barmen olduğu bardaki işinden de olmuştur. O sadece şarkı söyler. Güzeldir de, ama başka ne iş yapabilir ki? Bu arada Susan’ın kocasına rastlar ve adamla birlikte olur.

Adamın karısı evi terketmiştir, kayıplara karışmıştır. Adam da karısına nisbeten benzeyen bu serseri hatunla avutur kendini. İki kadın da hallerinden memnundur. Birbirlerinin hayatını almışlardır farkında olmadan. Susan barmenle flört etmeye başlar, adamın diğer kadını rahatsız eden serseriliği Susan’ın hoşuna gider. Onun için sıradışı bir sevgili sıradışı bir hayatın üzerine sostur. Bir karavanda yaşamak ayrıca hoştur. Susan yeni hayatını sever...

Bunları niye mi hatırladım? Niye mi anlatıyorum?

Çünkü ben her kadının içinde bu iki kadının içten içe var olduğunu düşünüyorum. Bir ev kadını, bir serseri hippi. Yine her kadının zaman zaman birinden diğerine salındığını, diğer tarafın hayatına özlem duyduğunu düşünüyorum.

Bizim gibi toplumlarda buna işaret etmek bile zordur, değil mi? Ama gerçek budur. Her birimizin içinde bir Meryem ve bir Maria Magdalena vardır. Hikâyeyi bilirsiniz; Mecde’li Maria (Maria Magdalena) İsa aleyhisselamın nefesi ile ruhu kurtuluşa ermiş eski bir fahişedir. Hz. Meryem’i ise bilmeyenimiz yoktur zaten.

Salınımlarımız ne kadar küçük olursa, hayatımız o kadar düzenli oluyor galiba. Ama bu nefis-vicdan mücadelesi kadın ruhunda böyle süregeliyor.

“Allah gece ve gündüzü çevirendir” der âyet-i kerime. İnsanların da bir geceleri, bir gündüzleri var.

Yine ünlü romandaki Dr. Jeykl ve Mr. Hyde’ı hatırlamamak elde değil. Hatta bu yönler bu romanda öyle zıttır ki birbirine... Tabii bu işin karikatürü. Böyle abartılı bir çift kişilikli olma durumu değildir elbette bizimkisi; ama her birimizin iki ayrı yönü vardır.

Bazen bunların birini tamamen yok sayar, diğerine göre düzenleriz hayatımızı. İşimizi buna göre seçeriz; eşimizi, arkadaşlarımızı, okuduğumuz kitapları... Bazen de aradan sızıverir ikinci kişilik; sevilen bir müzikle meselâ, şaşırtıverirsiniz arkadaşlarınızı: “Sen böyle şeyler dinler misin?” derler. Utanırsınız, hatta ‘madara olursunuz’ amiyâne tabirle. Yanlış yerde yanlış şeyi yapmışsınızdır.

Bazen bir arkadaşınız vardır; ona gösterdiğiniz yüzünüz... Hiç de hayatın sair zamanlarındaki siz değilsinizdir.

Bazen gizli bir hobi, bir tutku edinirsiniz ve bunu eşinizden bile gizlersiniz. Masum bir şeydir, ama ona göre siz bu değilsinizdir. Onun gözündeki imajınızı zedelemezsiniz.

Bizimki gibi kapalı toplum ve cemaat yapılarında ise, bu farklılıklar mutlaka gizlenir. Normlar bellidir; davranış kalıpları, hatta kelimeler bile seçilidir. Bu kısmen hoşunuza gider; güvende hissedersiniz kendinizi böyle korunaklı yapılarda. Ama içinizdeki asi kız saklandığı delikten çıkıverir bir gün ve size saçlarınızı Pippi Uzun Çorap romanındaki kız gibi örmenizi, yanaklarınızı kıpkırmızı boyamanızı, her biri farklı renkte rengarenk çoraplar giymenizi, tuhaf tokalar takmanızı söyler. Nev-i şahsına münhasır olmak özgür olmaktır, özgürlük ise başdöndürücü bir hazdır çünkü.

Kâh terazinin özgürlük tarafı, kâh emniyet tarafı ağır basar. Sanırım hayatın sırrı bu ikisini dengede tutmaktadır.

Filmin sonunu merak mı ettiniz? Kadınlar birbirlerinin hayatlarından vazgeçip evlerine döndüler; ama bir hayat tecrübesi ve bir dostlukla beraber. Zaten onlar elmanın iki yarısı gibiydiler...

  19.03.2008

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut