Gizli saklı yaşamlar

Zehra Sarı

“BU DEFA tamam artık düştüm kalkamam” dediğinde insan... Ama ümidini kesmemesi gerektiğini de biliyorsa... Açar odasının penceresini açtığı gibi, kalbinin de penceresini tüm evrene. Ve herşeyin bu kadar düzenli, intizamlı, sanatlı şekilde sonsuz bir ilim ve sonsuz bir kudretle yaratıldığını görüp; herşeyin yaratılışının hikmetlerinin olduğunu tefekkür edip, yeniden gülümser hayata. Gece ise içinde bulunduğu an ve varsa ay, yoksa yıldızlar teskin eder onun kabaran duygularını... Gündüz ise, işi belki de daha kolaydır... Hele bir de bahar ise... Güneşle, güzel kokulu çiçeklerle, rengarenk olmuş bahçelerle, lezzetli meyvelerle, ötüşen kuşlarla diner içindeki fırtınalar, açar onun da içinde baharlar...

Nefes veriyor ise Yaratan, nedir bizi O’ndan ümitvar olmaktan alıkoyan? Yaşantımız boyunca maddi rızkımıza kefil olduğunu vaad etmiş ise, manevi rızkımız için çabaladığımızda bize yardımcı olmayacak mı? Ayaklarımızın sürçmeleri olsa da, insanlar ile ilişkilerimizi düzenlemede zorlansak da, dengeyi bazen ayarlayamıyorsak da... Ama içten içe üzülüp pişman oluyor, daima halimizi düzeltmesi için dua ediyor ve güzel ahlak ile bizi şereflendirmesini istiyorsak... Kâinattaki herşey hayat için, hayatlandırmak için ise; ve herşeyde rahmaniyetinin, rahimiyetinin mührü varsa... Bizim dualarımız da inşaallah kabul olunacaktır.

Anlatıldığında hepimizin gitmeyi çok arzu edip dualar ettiği cennetine lâyık hale bizi getirecektir inşallah. Mehmet Akif’in “Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda” dediği gibi, asıl mekânımızın, daimi istirahatgâhımızın cennet olması için dünyadaki heva ve heveslerimizden, nefislerimizin dürtüklemelerinden, gururumuzdan, kinlerimizden, nefretlerimizden, kıskançlıklarımızdan Rabbimiz bizi vazgeçirecektir.

İstiyor kalp, yanlış yapıldığında bas bas bağırıyor vicdan... Ama aldanıyor yine insan. Nefis her defasın da elinde bir kase bal ile hatta tepsiler dolu tatlılar ile bekliyor önümüzde. Ve kanıyor yine insan. Adım adım... An be an... Olay be olay... Bu hep böyle devam ediyor... Bir düşüyor, bir kalkıyor insan... Bazen emekliyor, bazen yürüyor, bazen koşuyor, bazen ise sendeliyor insan. Kalkmalarımız çoğalsın, yürümelerimiz ve hatta koşmalarımız artsın inşaallah.

Seyrettiğim bir belgesel beni çok etkilemişti. Düşüp de kalkmakta zorlandığım günlerden birinde seyretmiştim onu. Belgeseli çeken kişi, sabahtan akşama kadar kağıt toplayan biri ile bir gün geçiriyordu. Kağıt toplayanların çöp tenekelerinden kartonları nasıl topladıklarını, ne kadar mesafe yürüdüklerini, insanların onlara attığı küçümseyici bakışları, horlanmalarını, hatta yokmuş gibi davranılmalarını görüntülemişti ve belgeselin sonunda yapımcı onunla bir röportaj da yapmıştı. Sordu ona: “Hayata dargın mısın, seni bu halde bıraktığı için?”

Şaşırmalarım işte o an başlayacaktı. Ve ardından da, sorulan sorulara kağıt toplayıcının verdiği cevaplarla, giderek artacaktı.

Adam anlamamış gibi baktı, soruyu soran iyi giyimli yapımcıya. “Hayata dargın olmak! Buna kimin hakkı var ki?” dedi sonra. Soruyu soran kişi devam etti: “Hani bu kadar zengin varken, siz bu durumda!!! Kıskançlık falan?” “Hayır” dedi adam tam bir asaletle. “Hayır. Allah bana bu rolü vermiş ise. bunu yaşamak düşer bana. Hakkım olmayan birşey için kimseye kızamam. Kıskanmak mı? Elimdekilerin, verilenlerin şükrünü edemiyorum ki! Ben şunu anladım; bu dünya boş. Herkes bir gün ölecek. Türkiye’nin zenginlerindendi Sakıp Sabancı. Ama ne oldu, o da öldü. Serveti ona fayda verdi mi, ölmemeyi başarabildi mi? Ben bana verilenlere şükrediyorum, burada verilmeyenlerin bir kısmının orada verileceğine inanıyorum. Birinden duymuştum zamanın birinde, bir büyük zât demiş ki: ‘Burada nümunelerini yersiniz, orada asıllarını.’ Nümuneler için kendimizi bu fani dünyada bu kadar parçalamaya değer mi? Ben bugün kazanıyorum, bugün yiyorum, yarın ise kefilim Allah deyip düşüyorum yollara...”

Adamı dinlerken gözlerimin dolduğunu hatırlıyorum. Büyükler ne doğru söylemiş; “imanın kimde olduğu belli olmaz” diye. Çoğu insanın görmeden geçtiği, gördüğünde de “Belki bana zarar verir” diye yaklaşmaktan çekindiği bir kişi,* yıllarca okuyup da gelemediğim noktaya gelmiş diye düşündüm ve kendim için üzüldüm.

O kişi anlamıştı dünyanın dünyevîliği açısından faniliğini... Verilen herşeyin Rabbimizin bir lütfu olduğunu ve daim şükrü gerektirdiğini... Ve Rabbimizin kimseye zulmetmediğini...

Evet, Rabbimiz kimseye zulmetmiyor; kim nerede ne iş üzerinde olursa olsun, ona hakikatin kapılarını ona uygun tarzda açıyor. Kişinin kendisidir kendine zulmeden, açılan bu kapıları görmeyerek... Dünyada olup herşeyle Bismillah ile muhatap olmayıp kalbini ve ruhunu genişletmeyerek... Gayb ile bağlantısını arttırmayarak...

Yani, ölmeden önce ölemeyerek...


* Çöp toplayıcı adam, dün iyi giyimli bir kadının kendisine adres sorduğunu ve kendisinin de adresi tarif ettiğini, ardından kadının ona teşekkür ettiğini anlattı belgeselde. “Artık bize adres sorabiliyorlar” dedi memnun bakışlarla...

  19.03.2008

© 2021 karakalem.net, Zehra Sarı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut