Vacibül Vücud, Yaratılış Teorilerindeki Çağrışımları ve Bize Düşenler

Halil Köprücüoğlu

S.PEHLİVANOĞLU KARDEŞİMİN, “Vicdanda Delâilin Hükmü” makalesinde ATM makineleri ile ilgili anlattıkları, Ali Baba ve kardeşi Kasım teorisi ve Paul Erdös'ün "THE BOOK" u gerçekten bizi ayrı boyutlara taşıdı. R.Nurların farklı taraflarıyla ilgili olarak heyecana getirdi. Erdös, Tanrı'ya inanmak zorunda değilsiniz, ama 'The Book'a inanmalısınız demiş''. The Book ise matematiksel teoremlerin en öz ve en güzel ispatlarının yazılı olduğu hayali bir kitapmış. Hocası, kendisi de dâhil çok matematikçinin Tanrı'ya inanmasalar bile bu kitaba inandığını söylemiş. Yani bu kadar karmaşık, kompleks bir kâinatın bütün temel esaslarının, bütün ilmi kayıtlarının olduğu MÜTHİŞ KİTAP!

Bu farklı yaklaşım çok önceleri okuduğum Batı’da önemli müntesipleri bulunan “Akıllı Dizayn’cıları” hatırlamama sebep oldu. (Sızıntı, Aralık 2004)

ABD'nin itibarlı Lehigh Üniversitesi'nde biyo-kimya profesörü olan Michael J. Behe’nin de savunucuları arasında bulunduğu 'AKILLI DİZAYN' (Intelligent Design) teorisi, hayatın menşeini daha iyi açıklamaya çalışıyor.

Bugün ABD'de Akıllı Dizayn Teorisini savunan yüzlerce bilim adamı, pek çok enstitü ve ilmî vakıf varmış. Bu kuruluşların itirazları sonucunda, ABD'nin Georgia, Ohio ve New Mexico gibi eyaletlerinde ders kitaplarındaki Darwinizm yanlısı açıklamalar düzeltilmiş...(ag. Dergi.)

Sızıntı’da “Bir gözlük gördüğümüzde bile, bunun sadece fizikî güçlerin ürünü olmadığına, akıllı ve sanatkâr bir gözlükçü tarafından yapıldığına hükmedebiliyoruz. Hayat ise, bundan binlerce kere daha kompleks. Dolayısıyla hayatın da yaratılmış olması gerektiği neticesine varıyoruz. Burada önemli olan, ilmî delilleri mümkün olduğunca önyargı olmaksızın değerlendirebilmek.” diye devam ediliyor.

Hemen ardından da proteinlerin oluşması ile ilgili olarak anlatılan, tesadüfün yaratmada dahli olamayacağını ispat eden bir mesele geliverdi zihnime. İlk defa Harun Yahya müntesiplerinden duyduğum bir ihtimal hesabıydı bu hatırladığım. Onlar bununla, amino asitlerden oluşan bir cins protein için gereken ihtimal sayısını ve lüzumlu zamanı anlatarak, imkansızlığı ortaya koymuşlardı.

Daha sonra matematikçilerin ortaya koyduğu, maddenin yeni bir formunun oluşması için gerekli zamanla ilgili bir ihtimal hesabını okuduğumda da, kâinatta şimdiye kadar geçen zamanın yetmemesi, yine önüme çıkmıştı. (Sızıntı, Haziran 2004)

(M.Temiz Bey, derginin 305. sayısındaki makalesinde çok güzel şeyler anlatıyordu. İlim adamlarına göre:

• Canlıları, şans ve zaman faktörü ile açıklamak için neredeyse sonsuz sayıda deneme-yanılma hâdisesi gerçekleşmiş olmalıdır;

• Bu süreç sonucunda bir sürü işe yaramaz organizma ortaya çıkmış, bunlar bir kenara atılmış olmalıdır;

• Muazzam ölçüde madde, zaman ve mekân kullanıldıktan sonra,

yaşayabilir, düzgün organizmalar meydana gelmiştir..." gibi zoraki açıklamalar yapılmak mecburiyetinde kalınıyormuş.

Bütün bunlar, Allah'ı kabul etmeden, varlık ve hâdiseleri açıklamanın mümkün olmadığını göstermektedir.

Kâinatta bütün imkânların kullanıldığı ve ihtimallerin denendiği düşünülse bile, makul kabul edilen ihtimal sınırlarının ötesinde ihtimaller ortaya çıktığı için, bütün hesaplar geçersiz sayılıyormuş.

Günümüz matematikçi bilim adamlarından olan Dembski, bu sayıyı (10 üzeri -150), yani virgülden sonra 150 sıfırın ardı ardına geldiği çok küçük bir sayı olarak hesaplamış ve bunun mânâsını şöyle açıklamış: İlim adamları,

• Bilinen fizikî evrendeki TEMEL PARÇACIK sayısını,

• Maddenin BİR FİZİKÎ HALDEN DİĞERİNE GEÇİŞİ için gereken PLANCK zamanını,

• Kâinatın yaşını esas alarak;

• Bu kozmolojik kısıtlamalara göre, kozmik tarih boyunca GERÇEKLEŞEBİLECEK TOPLAM OLAYLARIN SAYISINI hesaplayarak,

• EVRENSEL İHTİMALİYAT SINIRINI buluyorlarmış.

Bu sonuca göre de kâinatın, sadece ihtimaller kullanılarak kompleks yapılar elde edilebilecek çok küçük bir mekan olduğu ortaya çıkıyormuş.

Stuart Kuffman bu meseleyi 'Soruşturmalar' adlı kitabında tafsilatlı olarak incelemiş. Kauffman'ın vardığı sonuç ise şöyle imiş:

Bilinen kâinatın, Big Bang'den bu yana 200 amino asitten oluşan, ihtimal dahilindeki proteinleri, bir kere bile üretmeyi başarabilmesi için, yeterli zamanı olmamış. Proteinlerin, kendi kendine oluşabilmesi için, kâinatın yaşının 1067 katı kadar bir süre gerekmekteymiş. (Dembski, 98)”(Sızıntı,305)

Fakat bu verileri bilmeden R.Nurları okurken, O’nun usulüyle, vicdanımın, ruh ve kalbimin önüne öyle deliller konuyordu ki ben VACİBÜL VÜCUD’a tereddütsüz iman ve itikat ediyordum. Ve bütün bu verilerin başka versiyonları, herhangi bir üniversiteyi bitirmiş bir kişiye, hatta bir lise mezununa bile, okuduğu değişik ilimlerin verileriyle desteklenebilecek bir format ve usulde takdim ediliyordu.

Arada sadece bir fark vardı. Bizim VACİB-ÜL VÜCUT dediğimiz Allah’ı, onlar;

• THE BOOK,

• AKILLI DİZAYN ve

• en eski ve en çok kullanılan tabiriyle TABİAT …gibi ifadelerle anlatmaya çalışıyorlardı.

Çünkü hayalleri zorlayacak güzellikte olan şu sanatlı varlıkların, mutlak ilim ve kudrete sahip bir ustaları muhakkak bulunmalıdır. Vücudu mutlak var olan, yokluğu mümkün olmayan, ademi mümteni, zevali muhal olan bir ZATA, zaruret derecesinde ihtiyaç vardır. O zata yakışan, o vücudu en iyi ifade eden ancak Vâcib-ül vücud kelimesi olabilir ki O da Cenâb-ı Hak’tır. O'nun vücudu zâtîdir, ezelîdir, ebedîdir, ademi mümteni'dir. Zevali muhaldir.

Onlar da, zaman içerisinde hem de kendi ilim ve fenleriyle; bu sanatlı varlıkların tesadüflerle yapılamayacağı, kendi kendilerine de olamayacağı, insanların ise bu harika eserleri asla meydana getiremeyeceği hakikatini çok net olarak anlayıp, yukarıda belirtilener gibi pek çok delillerle ispat ediyorlar.

Fakat, buna rağmen onlar, büyük bir ihtimalle, dinin getirdiği bazı mükellefiyetleri yapılması zor işler vehmederek, yüklenmemek için, Allah demekten, Vâcib-ül Vücud diye dillendirmekten kaçıyorlar. Bediüzzaman Hazretleri, buna da çare üretip bu maglatanın yanlışlığını ispat etmiş. İman ve İslam’ı yaşamanın kolaylığını, bunlarla gelen mükellefiyetlerin o kadar ağır olmadığını, helal dairenin de keyfe kafi bulunduğunu anlatıp ispat ederek bu asrın endişesini hafifletmiş, kalp ve ruhumuzu rahatlatmıştır.

Yirmi dört saatten birini ahiret için ayırması kafi olan insanın; yiyemeyeceği, içemeyeceği iki üç nesne dışında her şeyden istifadesinin mümkün olduğu ortaya koyularak nefis ve şeytanlar susturulmuştur.

Risale-i Nurlarda, belki bütün inkârcıların pek çok farklı iddialarının tamamını ihtiva eden bütün fikirlere Tabiat Risalesi, Ayet-ül Kübra, Otuz üç Pencere, Hüve Nüktesi, Münacat gibi sayısız risalelerde harika cevaplar verilir. Pek çok yerde de onların bütün iddialarını akıl dışı gösterecek bir tarzda, hatta bütün çeldiricileriyle ortadan kaldıracak sağlamlıkta usuller öğretilir.

Ancak bu yeni teorileri, Agnostisizm ve Epistemoloji gibi çok atıfta bulunulan, Batıya ait bazı temel usulleri ifade eden kelimelerle, kardeşlerimin yazılarıyla muhatap olup öğrendikçe; aklıma Molier geldi. Çünkü ben de, kendimde, Moliere’nin, “Kibarlık Budalası” adlı eserinde, sosyetenin üst tabakalarına geçmek hayaliyle kültürünü artırmak isteyen bir zenginin, gramer dersinde öğretilen bazı şeyleri daha önceden bildiğinin farkına varması(!) gibi bir hal hissettim.

Ve S.Pehlivanoğlu kardeşimin karakalem’deki ifadeleriyle:

• “Gerçekten matematiksel olarak delile dair bir bilgi sunmaksızın delile sahip olduğumuzu,

• Bir teoremin ispatını göstermeksizin ispatı bildiğimizi,

• Karşımızdakinin ikna olmasına yetecek büyüklükte bir ihtimalle ispatlar yapabileceğimizi…” fark ettim.

Hatta S. Pehlivanoğlu’nun “Ali Baba'nın iddiasının doğrulanabiliyor olması, işlemin çok sayıda tekrarlanıyor olmasından kaynaklanıyor. “ fikrini doğrularcasına R.Nurlarda hemen her şeyden Allah’a götüren o kadar çok delil sıralanıyordu ki –S. Pehlivanoğlu’nun dediği gibi- vicdanımızın eli, gerçekten çok kuvvetleniyordu. Yeter ki biz Nurlara vakıf olup tam teslim olmasını becerelim. Bir başka ifadeyle “Birikimlerimizi, onlara ADAPTE etmesini iyi bilelim.

Bizler, yurtiçi veya yurtdışı üst seviyede tahsillerle, kendilerini daha iyi yetiştirmiş arkadaşlarımızdan, Bediüzzaman gibi, tespihin imamesinin bir tarafından diğer tarafına geçiriverecek tarzda, kolay ulaşılacak bilgiler, adaptasyonlar, feyizler bekliyoruz.

Bizleri felsefenin karmaşık bilgileriyle çok fazla oyalamasınlar. Felsefenin, materyalist fikirlerin etkisindeki, ruhları yaralayan tarzlarıyla, usulleriyle fazla muhatap etmesinler, karşı karşıya getirmesinler. Belki bu usullerine karşı, yüksek idrakleriyle bizleri koruyacak tarzlar geliştirip, onları aktarsınlar. Vakit kaybetmeden bize rehberlik etsinler. O dairelerden özet bilgileri geçmeyen aktarımlar yanında, daha çok, bize ve bu asrın yaralı insanlarına deva olacak feyizli fikirler, yeni modern açılımlar üretsinler.

Çünkü Mesnevinin başında, felsefeden yaralandığını(!) belirten Üstadımız varken, çok daha zayıf talebeleri olarak bizim safi zihinlerimiz ehl-i dalaletin usulleriyle çabuk iğfal olunabilir. Bizler zayıfız. Yaralanma ihtimalimiz çok yüksektir. Bizim için o ileri karakollarda mücadele ve mücahede eden güçlü arkadaşlarımız bizleri fazla yormasınlar. Zaman kaybettirmesinler. Bir kaşık bal için, bir çuval Keçiboynuzu gibi odunumsu şeylerin bize yedirilmesine lütfen müsaade etmesinler.

Çoğu arkadaşımız evlerinin her bölümünde, arabalarının bagajlarında, torpido gözlerinde, ceketlerinin ceplerinde R.Nurları bulundurmaya çalışıyorlar. Bunların yanında lüzumlu pek çok kitabı da muhakkak okuyabilmek için, ellerinin hemen uzanabileceği yerlerde bırakarak bilgi noksanlıklarını, hislerine kuvvet verecek manaları elde etmeye çalışıyorlar.

Bu mesele bizim gibi emekli olanlar için bile oldukça güç bir iş. Çünkü ihtiyacımız olan pek çok harika eser ortaya konulmuş. Ve bizim zamanımız bunları okumaya yetmiyor. İnanın çoğu zaman pek çok arkadaşımın, 2–3 eseri birlikte takip etme mecburiyetinde kaldığını müşahede ediyorum.

Hanımlarımız, kızlarımız gibileri biraz olsun anlasak işin vahametini tam kavrayabiliriz. Hele bir ailede 2–3 çocuk varsa, kadının işi asla bitmiyor. Her an ya yemek pişirilecek, ya bulaşık yıkanacak, ya çocuğun altı alınacak, ya derslerine yardımcı olunacak, ya da oyun oynamalarına nezaret edilecek veya eşinin, misafirlerin ihtiyaçlarına cevap verilecek. O kadar çok yapılacak işin yanında kitap okumaya kendini mecbur hisseden bir hanımın perişan halini muhakkak anlamalıyız.

Felsefenin karmaşık meselelerini belki kendi aramızdaki ilmi tartışmalarda ortaya koymalı ve orada tartışmalıyız. Dışarıya, daha mamul fikirler aktarırsak bizim dünyamızın insanlarına daha faydalı olacağını zannediyorum. Yoksa bu ölçüler dışındaki fikirlerimizi ortaya koyduğumuz yazılar sadece o sahanın kişilerine mahsus kalır ve hatta bu arada muhatap olan birilerinin de kafasını karıştırabilir diye düşünüyorum.

Abbas Güçlü’nün geçtiğimiz günlerde İstanbul Teknik Üniversitesindeki programını seyretmeliydiniz. On altı büyük devlet kurmuş, dünyaya medeniyette rehberlik yapmış, asırlarca İslam’ın Bayraktarı olmuş bir milletin evlatlarının; en eski ve oldukça köklü bir geçmişe sahip bir üniversitenin Rektörünün; insan hakları, iman ve akıl gibi konularla ilgili olarak söyledikleri, tarihe ve olaylara bakışları bizleri ve belki pek çoklarını HAYRET içerisinde bırakacak kadar MÜTHİŞ ve farklıydı.

Bence bizlerin hatta bütün insanların ve gençliğin kaybedecek zamanı kalmamış. İman ve İslam’ı yanlış algılamak, Kutsi Kaynakların tamamen akli olan prensipleri yerine, yanlış ilaçlarla muhatap olmak maalesef dünyayı kasıp kavuruyor. Hala sıcak savaşlar bile, diğer yaygın dehşetli kötülüklerin yanında, bütün şiddetiyle devam ediyor. Beşerin kendine yakışır bir hayata kavuşması için, biran önce hakikatlerin doğru şekilleriyle ve doğru tarzda onlara ulaştırılması gerekiyor.

B.S.Nursi Hazretlerinin dediği gibi, “Doğru İslamiyet’i, ef’alimizle izhar etsek; belki küre-i arzın kıtaları –inşallah- İslamiyet’e dehalet edecek”. Fakat artık dünyanın zamanı azalmış. Yeni usuller geliştirmeye de, başkalarının yanlış ve yaralayıcı tarzlarına da hiç ihtiyaç yok. Bize Nurlardaki Kur’an ve Sünnet Kaynaklı tarz, kâfi ve vâfidir. O’nun usulüne aykırı olmayan tarzlarda, birikimlerimizin verileriyle yeni açılımlar, farklı geliştirmeler elbette ki yapılmalı, yapılabilmelidir.

Ülkemizin ne kadar çok ve temel konulara ait problemi olduğunu bilmeyen yoktur sanıyorum. Ve 5.Desise-i Şeytaniyede yer alan “R.Nurların şerhleri, izahları ve tanzimleri…” dışındaki tarzlara soğuk bakan ve önemli bir usul kaidesi gibi görülen B.S.Nursi’nin önemli ikazını burada hatırlamanın doğru olacağı kanaatindeyim. Bu ikazın rehberliğinde, Hz. İsa AS.’a bile program olacak Nurlu eserlerden, bir an önce dünya insanlığının dertlerine çıkarımlar yapma, devalar bulma mecburiyetimiz var.

Hatta bu meselelerde önderlik yapma seviyesindekilerin, muhakkak dünyevileşmekten kurtulup bir an önce ciddi bir mesai tanzimiyle, hakları olan helal zevklerden bile vazgeçerek sıkı bir çalışmaya girişmeleri gerekmektedir. Onları bu faaliyette daha derin ve ulvi zevkler, heyecanlar; altından nehirler akan Hurilerle tezyin edilmiş Cennetler bekliyor.

Allah böyle kardeşlerimizi hem gayretsizlikten, hem de ilmi enaniyetten muhafaza ederek bütün hayırlı faaliyetlerinde muvaffak etsin.

  29.02.2008

© 2021 karakalem.net, Halil Köprücüoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut