Mevlânâ’yı nasıl bilirdiniz?

Nuriye Çakmak

KOSKOCA BİR Mevlânâ yılını geride bıraktık. Bir kesimin sıkı sıkıya sarıldığı, can simidi kelimeler vardır hep, lugatlarından onları çıkarsanız bir üçüncü cümle kuramayacaklar ve sessizliğe mahkum kalacaklar sanırsınız. Kendileri de farkındadırlar ki, hiç bıkma ve bırakma eğilimi göstermezler. Birkaçını şöyle sıralayabiliriz: laiklik, çağdaşlık, konjönktür, hoşgörü, ve tabiî ki Mevlânâ.

Bahsi geçen Mevlânâ ne engin bir denizdir ki, bu isme sarılan kaç kişi, kurum, kuruluş hiç batmadan yaşamaya devam etmiştir! Ve tabiî bu denizin hoşgörü denizi olduğu konusunda da kimse şüphe etmemiştir!

Bu durumda eski bir aile dostları kıvamında andıkları Mevlânâ birçok fikir adamı, yazar, söyler vs. için büyük bir kurtarıcı olmuştur. Ya da birçok işyerinin yegane kurtarıcı ismi, birçok dernek ve vakıf için de resmi bir gelir kapısı.

Asırlar önce gelmiş ve bir silsilenin kopmaz parçası olmuş olmasına rağmen, en çok bu asırda anılmış olmasına şaşırmamalısınız. Çünkü zaten aynı Mevlânâ’dan bahsetmiyoruz. Biz bahsedecek olduğumuzda, İslâm’ın bir müçtehidi olan Hz. Mevlânâ'dan, onu Hz. Mevlânâ yapan öğretiden hiç sapmadan ve tabiî kendi eserleri üzerinden konuşuruz. Çünkü çıkarımız yoktur.

Bunu ayıralım; rant için kullanılan can simidi kıvamında ve sanki mahalle arkadaşları gibi andıkları Mevlânâ ve tabiî Hz. Mevlânâ...

Öyle olmasa, kendisinden bu kadar bahsedildiği halde eserini bulmak bu kadar güç olmazdı. Onun sözlerinden derlenen kitaplar uygun fiyata yüz binler basıldığı, onun öğütleri en çok paylaşılan mailler ve forum parçaları olduğu halde ortalıkta bir tane bile Mesnevî okuyan kişiye rastlanmaması doğal olmazdı. Hoşgörü kelimesinin altına yeni yeni mezhepler, tarikatler sığınmaz ve evangelistlerin bu kadar sevgisini kazanamazdı.

Sonra çocukların sünnet düğünlerinde, sevenlerin klasik ve basit salonlardaki düğün davetlerinde, okul müsamerelerinde veya üst düzey sosyetenin lüks toplantı mekanlarında, hatta mağaza açılışlarında ve bunun gibi türlü alâkasız mekanda sema gösterileri izlemezdiniz.

Konya şehrinin kültürel parçası olarak ustası Konyalı olan her lokantanın adına Mevlânâ dendiğini görmezdiniz (ki son zamanda içkili Mevlânâ restoranını da görmüş olmamız, hal-i pürmelalimizi ispat etmeye kafi).

Tatil beldelerine gezi düzenleyen uçuk fiyatlı turların listesinde Kapadokya gezisiyle birleştirilmiş Mevlânâ gezileri bulunmazdı. Konya gibi ulaşımın pahalı olmadığı bir Anadolu şehrine gitmek için zorlanmadığınız halde, Mevlânâ sihirli kelimesini kullandığınızda birçok yardımsever fedai bulunmazdı.

Bir İslâm büyüğünün kabrini ziyaret niyetiyle düştüğünüz yolda, yolunuz resmen kesilip, kanuni olarak cepleriniz boşalmazdı. Kültürel bir müze gezisi yapmakla yapmamak arasında kalmış olmazdınız.

Veya İstanbul'un en büyük spor salonunda Mevlânâ’yı anma günü için gittiğiniz toplantıya, protokol konuşmalarıyla başlamazdı ve devamında konjonktüre uygun anma emirlerini yerine getirip okunması emredilen marşları okumanız gerekmezdi. Sonra sema gösterisi bitince dedeefendi dua ederken ve selam verirken, hatta kimse duymasa da “el fatiha” demişken salondan çılgınca alkışlar yükselmezdi.

İşte koskoca bir Mevlânâ yılı bu sahnelerle geçti.

Sahi, Mevlânâ yılını kim ilan etmişti?

Bunda bilinmeyecek birşey yok, Unesco demeyecek kimsenin olduğunu sanmıyorum ve fakat açılımını bilen veya merak edenler için aynı sanıya sahip değilim. Unesco'nun kendi sitesinde yayınlanan tanımına bakıyoruz;

“UNESCO kelimesi, İngilizce United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization kelimelerinin baş harfleri alınarak oluşturulmuştur. Dilimizde ‘Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu’ biçiminde karşılanmıştır.”

Eğitim, bilim ve kültür kurumu. Mevlânâ yılı etkinlikleri içerisinde Mevlânâ hakkındaki sayısız bilgiye rağmen Hz Mevlânâ ve eserleri hakkında ne gibi eğitimsel çalışmalar yapıldı sizce? Mesnevî hakkında bir gelişmeye şahit oldunuz mu? Ya da bilimsel olarak bir araştırma, eserleri, hayatı ve öğretisinden biri için en azından. Fakat kabul edelim, kültürel açıdan güzel etkinliklere sahne oldu. Ve belki bu topraklarda yapılan en kapsamlı etkinlikleri de Unesco'ya borçlanmış olduk.

Kültürel bir Mevlânâ yılıydı geçen. Çünkü kimse Kur’ân’dan beslenen Mesnevî'yi, Mevlânâ’nın Kur’ân ve hadisten beslenen ve buram buram İslam mirası kokan sohbetlerini, tek bir nefes ibadetten ayrılmamış hayatını merak etmiyor.

Çünkü bize bir Mevlânâ lazım; düşünce üretme yoksunu desteksiz konuşmalarımıza can simidi, devekuşu kıvamındaki kulluğumuza bahane, renksiz hayatımıza kültürel bir renk ve güzel bir hafta sonu etkinliği, karın doyurmak için güvenilir bir mekan ismi, bilet kesmek veya yardım toplamak için güzel bir makbuz senedi vs...

Bize Hz. Mevlânâ'dan hiç nasip düşmemiş anlaşılan. Birileri Mevlânâ kelimesine dünyalar sığdırmış, ama biz içinde nice dünyalar saklı Hz Mevlânâ'mıza hiç lâyık olamamışız.

Bu rant denizini hoşgörü denizi diye sunanlara sitem etmeye hacet yok. Bu ortamın oluşmasında doğrudan veya dolaylı olarak katkı sağlayan bizler “Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün” sözünden hissemiz ne olmalıydı diye sorsak mı artık?

Yoksa bir “Mevlânâ yılı”nı daha mı beklemek lazım?

  29.02.2008

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut