Denemeler

Babam Mustafa Özsoy

Abdülkadir Özsoy

Ben aslında bir arkadaşımı ahirete uğurlamanın hüznünü yaşıyorum. Bu hüznün provalarını babam hayatta iken beraberce düşünür Risale-i Nur'dan teselliler olduğunu sevinerek görürdük.

Hem babamdı, hem de arkadaşım. Risale muhabbetini babamdan kapmıştım. Kendimi bildim bileli tatlı bir hüzün yaşadık. Bazan hapis, bazan sürgün, bazan yokluk ile yüzyüze geldik. Ancak bizim daima gördüğümüz şey tebessümdü. Benim ve tanıştığı insanların nokta-i istinadı idi. Tesellisi idi. Kendi dertlerini kimse bilmez, o herkesin derdiyle ilgilenirdi.

İlk öğretmenim babamdı. Kendisi öğretmenlik yaparken bana da 1. sınıfı okutmuştu. Ben 2. sınıfa başladığımda öğretmenlikten ihraç edilip hapse gönderildi. Öğretmenliğinde çok başarılı idi. Ahır gibi virane okulları çiçek gibi düzenler, iyi öğrenciler yetiştirirdi. Gündüz okulu bitirip, gece de camide namaza gelen insanlara Risale-i Nurlar'dan okur, tatlı hakikatların heyecanını köylü insanlarla paylaşırdı. Risale-i Nur okuduğu için hapse gönderildi.

Yaşadığımız çok ilginç bir olayı söylemek yerinde olur. Babam hapiste iken geçimimizi sağlayacak gelirimiz yoktu. Bir çok zaman kapımızın çalındığını, açınca da kapının önünde bir sepet ve içinde çeşit çeşit erzak ve biraz da para olurdu. Ama kimin getirdiğini bilmezdik.

*

Babamın hiçbir zaman çocuk yetiştirmek gibi bir çabası olmadı. İnce bir eğitim sistemi vardı. Bunları öğretmen okulunda öğrenmemişti. Fıtratında yerleştirilmiş bir güzel haldi. Onda gördüğümüz güzel bir örnek olmasıydı. Biz çocuklarına dahi emretmezdi. Namaz kılmamız için baskı yapmazdı. Hafta sonlarında, kendisi derse giderken, ben derse gidiyorum, derdi. Eğer gitmek istiyorsam ben de gelmek istiyorum derdim. Onun o tatlı yaklaşımı onun davasını bana sevdirdi. Bizi hiçbir zaman bir iş için zorlamadı. Bize çoğunlukla söylediği söz şuydu; "Sen bilirsin, nasıl istiyorsan öyle yap!" Diyebilirim ki, Babamın bana ve kardeşlerime en güzel mirası; Hürriyetimizi anlamamıza yardımcı olması ve Risale-i Nur muhabbetini vermesi bir de tağuta gereken duyguları hissetmemizi..

Hiç nefret ettirmemiş, hep sevdirmiştir. Babamın çocuklarına yaptıklarını taviz olarak görenler, sonradan haklı çıkmadılar. Bunları; Kur'an'la ve risale-i nurla nurlanan bir insanın başarılı uygulamaları ve hepimiz için örnek alınacak temsiller olduğu için aktarıyorum.

Babam küçüklüğümüzde bizi yaz Kur'an kursuna gönderirdi. Sabah namazını kıldıktan sonra Yasin suresini sesli olarak ezberinden okur, bana da Kur'an'dan kontrol etmemi söylerdi. Çoğu zaman böyle yapardık. Ben de işin içinde hissederdim kendimi.. Sonra ben de Yasin suresine aşina olmuştum.

Kendisine hakaret eden, zararı olan insanları da affediverirdi. Allah güzel bir ses verdiği için, küçük yaşlarımdan itibaren babamın risaleden okuduğu bölümleri ses kasetlerine kaydederdim. Defalarca dinledim, istifade ettim.

Kimseyi incitmeyen bir insandı. Bahçemizde dolaşan Komşunun köpeğine bile sert bir şekilde bağırılmasını istemezdi.

Değişik, orjinal tarzda hizmetlerden hoşlanırdı. 1973 yılında benim de merakım olan sinema ile, Minyeli Abdullah rolünü alarak kısa bir film çektik. Basit ama ilginç olan bu filmi Türkiye çapında seksene yakın yerde ikimiz beraber gösterdik. Benim gençlik merakımı bile olgunlukla ve aynı heyecanla karşılayarak, beni çok sevindirdi.

Kendisini tanıyan insanlar şunu söyler; Dışardan bakan onu bir er veya hizmetçi zanneder, ama o aslında bir komutan veya idareci gibidir.

Telefon görüşmelerimizde hasret kalmaktan dertlenir, dünyanın fena ve zeval yeri olduğunu, asıl kavuşma yerinin dışında hasretliğimizin dinmeyeceğini konuşurduk.

1998 de Hac'da beraber olmuştuk. Kabe'de beraberce namaz kılmıştık. Tevekkülü son zamanlar daha iyi anlıyorum galiba.. Önceleri sadece okuyormuşum, demişti.

Beraber kaldığımız zamanlarda sabah namazından sonra mutlaka Risale'den ve Kur'an'dan devam ettiği yeri okur, kenarına notlar alırdı. Bu notlarını da o gün mutlaka birileriyle paylaşırdı. Hatta sık ezber yaparak zihnini tazelendiriyordu. Duyduğu bir nükteyi, paragrafı hemen ezberlerdi. Vefatından dört gün önce beni ziyarete gelmişti. En son ezberlediği Tiryak risalesinden baş sayfalardan bir-kaç sayfayı (Kelime-i Şahadet ile ilgili bölüm) kendisi okudu, ben de kitaptan takip ettim. Bir-iki kelime hariç güzel ezberlemişti.

Kendisine bir latife olsun diye; Baba, dedim. Allah gecinden versin de.. Bir gün ecel gelse kabirde melekler sana; Rabbin kim diye sorsalar, sen her halde şöyle dersin. "Gidin kardeşim başka sorularınız yok mu? Onları sorun" diyerek latifeleştik. Her telefonda risaleden mutlaka bir kelime, bir paragrafı benimle paylaşır, sayfasını söyler, okumamı isterdi. Son zamanlardan aktardığı bir cümle şöyle idi: "Kur'anın menbaı kelam-ı ezelidir."

14 Şubat 2001 gecesi Metin Karabaşoğlu kardeşim bizim eve ziyarete gelmişti. Akşam 21.30 civarında Babam telefonla Konya'dan beni aradı. Metin kardeşimi kucakla, selam söyle diyerek, Sözler'den 20. Pencere'yi mutlaka oku dedi. Orada şu cümle çok hoşuna gitmiş; "...hâli bir boşlukta o acaibi icad etmek..." Sonra vedalaştık. Aradan 2.5 saat geçmişti ki; vefat haberini aldım. Yüreğimi bir kor sardı. İnnâ lillahi ve innâ ileyhi raciûn, diyebildim. Gece Kardeşimle beraber yola çıktık, ona yetiştik.

15 Şubat 2001 ikindi namazından sonra musalla mezarlığına defnederek biz arkada kalanlar olarak onu uğurladık (Teşyî ettik). Allah Cennüt ül firdevste bizleri kavuştursun.

Definden sonra duaların bitiminde, kısa bir konuşma yaparak babamın kendi sesiyle okuduğu Mesnevi-i Nuriye'den Zühre, 12. Nota'yı oradaki cemaate dinlettim. Çok ilginç bir tevafuk olmuştu. "...kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarımla vedâ eyledim. Kabrime teveccüh edip giderken, Senin dergah-ı rahmetinde, cenazemin lisan-ı haliyle, ruhumun lisan-ı kaliyle bağırarak derim. El aman! El aman! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın hacâletinden kurtar."

Bu hakikati ilmel yakîn, aynel yakîn yaşayan tecrübe eden babam şimdi de hakkal yakîn tecrübe ediyordu. Ona bedel son duası olmuştur inşallah..

Bizleri biraz daha hasrette bırakarak, güzel bir hüsnü hatimeyle günah defterini kapatıp, sevab defterinin sürprizleriyle yaşayacak inşallah..

Çok yakın dostlarından Muhterem İsmail Anbarlı ağabeyimin bir hatırası şöyledir; 1960 lı yıllarda Ankara hapishanesinde Babam dahil, yedi kişi beraber kalıyorlar. Suçları risale-i nuru neşretmek.. Kendi aralarında 4444 salat-ı tefriciye okumaya başlıyorlar. Babam hariç diğer 6 zevat tefriciyeyi tamamlamamışlar. Ağır ceza mahkemesine çıkarılmışlar. Hepsinin suçları aynı olduğu halde Babam serbest bırakılmış. Anbarlı ağabeyim, babamın vefatını duyunca Özsoy yapacağını yaptın, bizi yine terkettin, demiş.

Çok izzetli bir insan olduğu için bir bardak suyu bile başkasından istemezdi. Onun bu hâlî duasını Rabbim kabul ederek kimseye yük olmadan, izzetiyle beka memleketine yolcu oldu. Onun için bildiğimiz şey; "Allah ve Resûlünü çok severdi."

İnşallah mekanı Cennet olsun.

  29.12.2003

© 2021 karakalem.net, Abdülkadir Özsoy



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut