Sığınma

Zehra Sarı*

HERMANN HESSE’ÌN Öldürmeyeceksin kitabını okuyorum bugünlerde. Kitabın ortalarına doğru geldiğimde “Sığınma” adlı bir bölüm karşıladı beni. Başörtüsüyle yoğunlaşmış zihnime bu bölüm çok iyi geldi, âdeta şifa oldu. Bakın şöyle:

“Gönlümde baş köşeye oturttuğum bir dilek pek çok yıl bana eşlik etti, doğrusu ‘eşlik etti’ değil, kök saldı, yerleşti içime, benden beslendi, benden güç alıp palazlandı. Bu gözde dileğim kaçıp sığınılacak bir yer ele geçirmekten oluşuyordu. Kaçıp sığınılacak yer, değişik zamanlarda değişik kılıklara bürünüyordu. Vierwaldstatter Gölünün kıyısında, iskelesinde bir kayıkla küçücük bir ev oluyordu bazen, bazen de Alplerde çevredeki en yakın evden dört saat uzakta, içinde yatıp uyumak için tek bir kereveti olan bir oduncu kulübesi. Bazen bir mağaraya, bir ine dönüşüyor, bazen Güney Tessin’deki kayalık yamaçlarda, az ilerisinde seyrek ağaçlı kestane ormanı, küçük bir harabe kimliğinde boy gösteriyordu: çok yükseklerde yetişen üzüm bağları kadar yukarılarda, pencereli ya da penceresiz, kapılı ya da kapısız bir virane. Bazı zamanlarda bir vapur bileti kılığında karşıma dikiliyordu bu sığınak; benden başka yolcunun bulunmadığı bir gemide küçük bir kamara için kesilmiş bir bilet, üç ay sürecek bir yolculuk, nereye gidileceği fark etmez. Hatta kimi vakit daha da azla yetinir niteliğe bürünüyor sığınak dileği; toprakta açılmış bir çukur, küçük bir mezar görünümü kazanıyordu; üzeri iyi kötü toprakla örtülmüş bir mezar, çiçekli ya da çiçeksiz, tabutlu ya da tabutsuz. Ne var ki; hangi kılığa bürünürse bürünsün önemli olan, amaçlanan şey, hepsinden tıpatıp aynıydı. İster kırda bayırda bir ev olsun, ister vapurda bir kamara, ister Alplerde bir kulübe, ister Toskana’da bahçe içinde bir yer, ister Tessin`de kayalar içinde bir mağara, ister bir çukur... Hepsinde amaç; kaçıp sığınılacak bir köşe ele geçirmekti. O Suebyalı rahibin, dünyadan elini eteğini çekmiş, küçük bir köyceğizde yaşayıp şiirler düzen o sevimli ve hastalıklı münzevinin bir dizesini içimdeki dileğe başlık yapıyordum hep: ‘Bırak ey dünya, bırak beni kendi halime!’

“Yeter ki bir yerde bir barınak bulayım kendime, kaçıp sığınacağım, saklanıp gizleneceğim bir yer. Her şeye kavuşmuş olacaktım adeta; güvenli ve sessiz bir yer bulayım yeter ki, yanıbaşında bir orman ya da göl, en azından benden başka kimseye rastlanmayacak, tasa haberlerinin ve düşünce hırsızlarının ortalarda dolaşmayacağı, mektupların, telgrafların, gazetelerin girmeyeceği, uygarlığın gezgin satıcılarıyla karşılaşılmayacağı bir yer. Yakınında çığıl çığıl bir çay akabilirdi bu yerin ya da bir çağlayan bulunabilirdi, güneş çevredeki esmer kayaları sessiz sedasız ateşe verebilirdi. Kelebekler uçuşabilirdi bu yerde ya da keçiler otlayabilir, kertenkeleler güneşlenebilir, martılar yuva yapabilirdi ağaçlarda, benim için fark etmezdi, ama huzurumu kaçıracak bir şey olmamalıydı orada, yalnızlığımı, uykularımı, düşlerimi hiçbir şey sekteye uğratmamalıydı. Kaçıp sığınacağım bu yere benim çağırmayacağım hiç kimse ayak atmamalıydı; kimsenin böyle bir sığınaktan haberi olmamalı, beni orada kimse tanımamalı, kimse benden bir şey istememeli, kimse de bana zorla birşey yaptırmamalıydı...”

Yazar bu yazının ilerleyen satırlarında; önünü aydınlatan, kendisini uyarıp kamçılayan bu düşünün sınavlardan geçtiğini ve sonunda yerini bir hedefe bıraktığını söyler; İncil’deki bir deyiştir bu hedefi ona benimseten: “Tanrı’nın saltanatı dışarıda değil, kendi içimizdedir.”

“Hedef yine kaçıp sığınılacak bir yer; ama bir mağara, bir in değil, bir gemi değil, kendi içimde aradığım, ele geçirmeye çalıştığım bir sığınaktır bu,” der yazar ve şöyle devam eder: “Kendi içimde, benden başka kimselerin bulunmayıp, dünyanın elinin uzanamadığı, tek başına saltanat sürebileceğim, dağda ve mağaradakinden daha güven içinde yaşayabileceğim bir yer, bir tabutta, bir mezardakinden daha güven içinde, daha gizli saklı bir mekan, daha gizli saklı bir köşe. İşte hedefim; tümüyle bende olmayan hiçbir şeyin ulaşamayacağı bir belde!..”

Son günlerin gündem konusu olan başörtüsü haberleri, bana yazarın yazısının başında bahsettiği gibi bir sığınakta yaşamaya arzu uyandırmıştı; başörtülülerinin de tabiî ki bazılarınca ‘normal’ görüldüğü(ki biz kendimizi zaten normal görüyoruz çok şükür); isteyenin okuluna, isteyenin işine istediği renk ve tarzda başörtüsünü takarak gittiği bir sığınaktı. Ama sonra yazarın bu sığınağı içinde hissettiği yazının ikinci kısmını okuyunca ‘evet’ dedim, yazarın adeta cennetten bir sahneyi tarif edercesine anlattığı o sığınak bu dünyada dış âlemde olmasa da içte yaşanabilirdi; orada kimse bize zorla bir şey yaptıramazdı gerçekten...

Bu dünyada cenneti bulmak imkansızdı ama, cenneti daha çok istetecek sahneler yaşanabilirdi. Başörtümüzle okuyabilmek bunlardan biri olabilir elbette, ama bu tamamen hayır da olmayabilir imtihan dünyasında, biz bilemeyiz bunu, en iyi Rabbimiz bilir.

O yüzden Abdurrahman Dilipak’ın Vakit’te yazdığı şu yazı üzerinde düşünülmeye değer bir yazı bence:

“Allah dilerse zalimleri bile kendi dinine hizmet ettirebilir.

O, Kadiri Mutlaktır, O’nun için bir zorluk yoktur. Müslümanlar eğer üzerlerine düşeni yaptıklarına inanıyorlarsa, hiç de öyle strese kapılmamaları gerek. Sonunda Allah’ın dediği olacak ve yeni bir imtihan süreci başlayacak. Herkes sonunda söylediği-yaptığı, söylemediği ve yapmadığı şeylerden dolayı mes’ul olacak. Sonuca ilişkin umutlarınız olsun, ama aslolan bir imtihandır. Ne sorunun çözülmesine sevinin, ne de çözülmemesine yerinin. Bütün bunlar bir imtihandır, bunu asla unutmayın! Biz ya da iktidar (haşa) Allah’ın yetmeyen gücüne güç, yetmeyen aklına akıl yetirecek değiliz! Her şey yollu yolunda. Eğer siz bu sorunun çözümü için parmağınızı kımıldatmamışsanız, bu sorun çözülse de bunun size bir faydası yok; eğer siz üzerinize düşeni yapmışsanız ve sorun çözülmemişse de, siz cenneti hak ettiniz, ne mutlu size, siz çalıştınız ve başardınız, bu da başka bir imtihandır.

“Unutmayın, Allah sizi mallarınızla, canlarınızla ve sevdiklerinizle; kimi zaman arttırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir. Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler.”

  11.02.2008

© 2021 karakalem.net, Zehra Sarı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut