Durdurun dizileri, inecek var

Ali Dedeoğlu

NEFES ALMANIN, yaşamın tek şartı olduğu her yerde insanlar birbirlerine televizyonda izledikleri diziyi anlatarak güne ait yapılacak işlerine başlıyorlar. Öyle kritikler yapıyorlar ki, sanırsınız senaryonun bir ucundan onlar tutuyor.

Herkesin favorisi ayrı. Sorsanız aslında, hiç kimse çok televizyon izlemiyor, ama sadece falan diziye takılıyor. Günlerin dizilere endekslendiğini, misafirliklerin bile ona göre ayarlandığını duyunca insanın hayreti bir kat daha artıyor. Bir arkadaşımın ‘kendi gününde ve saatinde’ sloganıyla tanıtılan bir diziye yetişmek için çektiği sıkıntıyı görünce hem çok şaşırmış, hem de üzülmüştüm. Yaşadığı sınırlı zaman diliminde önem verdiği şeylerden biriydi sanal bir kahramanın yaptıkları. “Dostların yokluğu gurbettir” diyor Hz Ali. Sanırım kendisini vefasızların attığı gurbette acısını böyle dindiriyordu.

Televizyon dizilerinin yayınlandığı günlere bakıldığında, komşularımızı ya da akrabalarımızı ziyaret etmeye aslında hiç de vaktimiz yok. Çünkü her günün en değerli zamanını parsellemiş, izlenme rekorları kıran ve hayatımızın vazgeçilmezi olan bir dizi var.

Senaryodan fırlayıp, evlerimize misafir ettiğimiz sahte kahramanların çektikleri acılara üzülüp, sevinçleriyle gizliden gizliye biz de mutlu oluyoruz. Yaşadıkları hayatlarla dünyamıza o kadar rahat giriyorlar ki, bir müddet sonra aileden birileri oluyorlar. Hiç farkına varmadan onlar gibi olmaya başlıyoruz zamanla.

Belki de bir hafta boyunca dizinin final sahnesi üzerinden önümüzdeki haftanın bölümünü kurtarmaya çalışıyoruz. Artık dizileri o kadar kanıksadık ki, kendi hayatımızı da diziler gibi yaşamaya başladık.

Kurgulanmış hayatlar üzerinden kendimizi ifade ederken yaşadığımız gerçek dünya ile kendimize biçtiğimiz roller karıştığından, birbirinin kopyası sönük hayatlar yaşanıyor gözümüzün önünde.

Farklılıkların giderek azaldığı dünyamızda, insanların hal ve hareketlerini iyi incelediğimizde, kimin neyin izleyicisi olduğunu tahmin etmekte zorlanmıyoruz. Hayatımız adına dizilerin en büyük zararı, herkesin aynı konuda hep aynı şeyleri düşünmesini sağlamasıdır.

Bahardaki renk cümbüşü kadar canlı olması gereken insan zihninin, tektipleştiğini görüyoruz. Dünyayı dizilerin penceresinden izlemeye başladığımızdan beri en adi bayağılılıklar bile gözümüzde normalleşiyor ve normalleştiği ölçüde de hayatımızda yerini almaya başlıyor.

Çocuklarımızın yetişmesini de yoğun iş temposundan dolayı televizyona endekslediğimiz, çok acı bir vakıa olarak ortada. Artık aileler oturup birbirleriyle dayanışma içerisinde paylaşacakları zamanları, hangi dizinin izleneceği üzerinden didişerek geçiriyor.

Dünyaya imtihan edilmek için gönderilen bizler için yaratılış gayemize göre fıtratımızı inşa etmek zahmetine katlanmak zor geliyor. Düşünmenin vereceği sıkıntıların sonunda ulaşacağımız huzur, dünyada herşeyden tatlıdır oysa. Peygamber Efendimiz “Bir saatlik tefekkür bin yıllık ibadetten hayırlıdır” buyuruyor. Namazlarımızı modern zamanların verdiği iç huzurla Cuma namazı üzerinden eda ederken, Müslüman olmanın farklılığını ortaya koyamıyoruz.

Kur’an bize, Hz. İbrahim’in kendisini aramasını misal verirken aslında tefekkürün hikmetini anlatmakta. Tefekkür insan ruhunun gıdası, aklının dar koridorlarda yolunu kaybetmemesi için mihenk taşıdır.

Vahyin geldiği ilk günlerde çöl ortasında yaşamını sürdürmeye çalışanların dünya adına maruz kaldıkları imtihan ile günümüz insanının maruz kaldığı imtihan gözönüne alındığında, aklın uğradığı duraklarda kaybolmaması için tefekküre zaman ayırmalıyız.

Bu konuda Bediüzzaman’dan yaptığımız alıntıya yer verelim:

“Ey gözleri sağlam ve kalbleri kör olmayan insanlar! Bakınız, insan âleminde iki daire ve iki levha vardır:

Birinci daire: rububiyet dairesidir.

İkinci daire: ubudiyet dairesidir.

Birinci levha: hüsn-ü san'attır.

İkinci levha: tefekkür ve istihsandır.

Bu iki daireyle iki levha arasındaki münasebete bakınız ki, ubudiyet dairesi bütün kuvvetiyle rububiyet dairesi hesabına çalışıyor. Tefekkür, teşekkür, istihsan levhası da bütün işaretleriyle hüsn-ü san'at ve nimet levhasına bakıyor.

Bu hakikati gözünle gördükten sonra, rububiyet ve ubudiyet dairelerinin reisleri arasında en büyük bir münasebetin bulunmamasına aklınca imkân var mıdır? Ve Sâniin makãsıdına kemâl-i ihlâsla hizmet eden ubudiyet reisinin Sâni ile azîm bir münasebeti ve kavî bir intisabı ve o intisapla her iki daire reisleri arasında bir muârefe ve mükâleme ve alışverişin olmamasına ihtimal var mıdır? Öyleyse, bilbedâhe tahakkuk etti ki, ubudiyet reisi, rububiyetin has, mahbub ve makbulüdür. (Mesnevî-i Nuriye, 12. Reşha)

Günlerini hizmet eksenli geçirmeye çalışanların da program yorgunu olmaları ehlinin malumudur. Bu kadar yoğunlukta kâinat kitabını bile okumanın lüks sayıldığı zaman dilimlerinde yaşıyoruz. Ehl-i dünya ile ehl-i İslam arasındaki makasın da giderek kapandığı düşünüldüğünde, tefekkürün bizim için ne kadar lazım olduğu ortada.

Tefekkürden nasibimizi almadığımızda olsa gerek, Müslüman olmamıza rağmen, merhamet etmeyi bile unutmuşuz. Bizimle yola çıkanlar işimize yaradığı sürece kullanılan makine parçalarından farksız. Farklılıkları önemsemediğimizden yorulana yardım etmekten çok tasfiye etme derdindeyiz.

Gelin dünyaya neden geldiğimizi yeniden düşünmek için birkaç gün televizyonlarımıza veda edelim. Gerisi nasıl olsa gelir. Ne kadar tatlı bir aileniz ve çocuğunuz olduğunun farkına vardıktan sonra, onları size hediye edenin ne dediğine daha kolay kulak verebilirsiniz.

  08.02.2008

© 2021 karakalem.net, Ali Dedeoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut