Farklı yaşam sahneleri

Zehra Sarı*

ARKADAŞININ, ÇOK mutlu olmadığını hissediyordu; ama bu sadece bir his olmakla kalmamıştı son zamanda, bunun böyle olduğunu bizzat arkadaşı da söylemişti. Oysa sevdiği o çocukla evleneceğine ne kadar da çok sevinmişti; hatta bu sevgi, ona "O yeter ki kırılmasın da..." diyerek ne kalpler kırdırmıştı; anne babasını kendine darıltmış, en yakın arkadaşlarını görmezden duymazdan gelmiş, hatta hassas olduğunu düşündüğü dini konularda bile bazı tavizler vermesine neden olmuştu.

Olmasını çok istediği o şey olmuştu şimdi; sevdiği çocuk askerden gelmiş ve evlenmişlerdi. Artık, namazlarını daha huşu içinde kılabilecek; eşiyle birlikte dini vecibelerini beraberce huzur içinde yapabileceklerdi. Oysa ki eşi; bu konularda onun kadar hassas sayılmazdı, namazlarını bile tam kılamıyordu; sabah namazı vaktinde uykusu çoktu, yatsıda yorgunluğu; hatta bazen işlerin yoğunluğundan öğleyi de kılamıyordu.

Ama genç kız, evlenirken hiç bunları konuşmamıştı; oturma grubundan, en büyük ekran televizyondan; bunları konuşmaya vakit kalmamıştı. Oysaki şimdi evinde; bakanların bir daha baktığı, oturmaya doyamadıkları kanepeleri, seyretmekten başından kalkamadıkları televizyonları vardı, ama huzurları yoktu. "Beraber eşimle cemaat olarak kılarız" diye düşündüğü namazlara, kendi bile; eşini düşünmekten tam konsantre olamıyordu. Hatta kimi zaman namaz bitiyor, ama o bunu ancak selam verirken fark ediyordu.

Çoktan bazı şeylere pişman olmuştu ama, asıl onun içini kemiren; eşinin namazlarını aksatmasından çok, eşine güvenmeyişiydi. Eşinin kendi yaşlarında genç bir bayanla sabahtan akşama kadar aynı mağazada çalışması; onu çileden çıkarıyordu. Üstüne üstlük, kendinden çok daha fazla kendisinin değil, iş arkadaşı olan o kızın ismi dökülüyordu eşinin dudaklarından; böyle değil miydi geçen gün büyük tartışmalara neden olan olay? Eşi, kendisinden birşey isterken kendisinin değil; iş yerindeki o kızın ismini söyleyivermişti. Ama bu ilk defa olan bir durum da değildi. Sabah kahvaltıda "Reçeli uzatır mısın?" derken bile, eşinin dudaklarından dökülen kendi ismi değil, o kızın ismiydi.

Ama genç kadın, bugüne kadar ağzını açıp, tek kelime söylememişti huzurları kaçmasın diye. Kocasının bunu isteyerek yapmadığını, gün boyu aynı yerde çalıştıkları için dil alışkanlığından böyle yaptığını düşünüp, hep içine atmıştı. Ama o akşam içine atamamıştı. Çünkü eşi bunu arka arkaya üç kez yapmıştı. Tam üç kez kendi adını değil, o kızın adını söylemişti. Genç kadın o kızın isminin evinin havasına karışmasından rahatsız olmuştu ve eşine bu konuyu açmaya karar verip söylediğinde; eşi, çok önemsemeden "Alışkanlık" deyivermişti. "Alışkanlık. Doğal değil mi? Gün boyu, sabah 8:30'dan akşam 20X00'ye kadar onunlayım!"

Kadın son cümleyi de duyunca büsbütün çökmüştü. "Gün boyu onunlayım!" Evet eşi kendisinden daha çok zamanı bir başka kadınla aynı işyerinde çalışarak geçiriyordu.

Düşünmeye devam etmişti; müşteri gelmediği zamanlarda neler konuşuyorlardı, acaba o kız nasıl biriydi, kendisinden daha mı güzeldi, belki de eşi artık kendisini değil de onu beğeniyordu, onun yaptığı şakalara daha çok gülüyordu belki, ne de olsa onlar,artık evin ihtiyaçlarını, ailelerinin durumlarını konuşmaktan konuşup şaka yapamaz hale gelmişlerdi.

Zaten çok da görüştükleri söylenemezdi. Kocası eve geliyor, yemek yiyor; o yemekten kalkınca kendisi mutfağı topluyor, kocası televizyon seyrediyordu; çay-meyve faslında da "Şu fatura geldi, ötekinin son günü şu, eve şunu alsak iyi olur" tarzı şeyler konuşuluyor, sonra gözlere uyku iniyor ve yatılıyordu. Ertesi gün aynı sahneler tekrar yaşanıyordu. Genç kadın düşünüyordu: "Bunun için mi evlenmişti?" Aynı evi paylaşmaktan başka birşey yapmıyordu. Hani dini hayatı daha düzenli olacaktı? Hani önceden seyrettiği bir manzara, yanında çok sevdiği biri varken daha da güzelleşecekti? Hani ahiret arkadaşı da olmak istediği o insanla birçok seminerlere katılıp, insanlara "Örnek bir evlilikleri var" dedirteceklerdi?

Ama bunların hiçbiri olmamıştı. Çok hayallerle yerleştiği evinde mutsuzdu. Hem de yanında en sevdiği insan olduğu halde mutsuzdu!

Zaten artık onu çok sevdiğini de düşünmüyordu. Seviyordu işte, o kadar! İçini kemiren "O kızı mı daha çok beğeniyor ,beni mi?" düşüncesi, sevgisinden de ağır basıyordu. Bu değil miydi ona zaman zaman "Keşke evlenmeseydim" dedirten? "Evimizin geçimi için çalışıyor, katlanmalıyım" diyordu ama, sonra aklının bu yorumuna gönlünden şu karşılık geliyordu;" Tek çalışabileceği yer orası mı? Rızkımızı Allah başka yerden de verebilir. Bir kadınla bir erkeğin bütün gün aynı yerde çalışması ne kadar doğru? Benden çok onu görüyor olmasına, benden çok onunla muhabbet ediyor olmasına ne kadar sabredebilirim?"

Başka bir arkadaşının ağabeyi aklına geldi. Ortaokuldayken arkadaşının ağabeyi okuduğu ABD'den gelir, arkadaşına da bir sürü hediye getirirdi. Yıllar geçti, arkadaşının ağabeyi, okulu bitirip, çalışmaya başladı. Kendisi ABD'de olduğu için de; annesinden, kendisine uygun bir kız bakmasını istemişti; o da tatil için geldiğinde annesinin uygun gördüğü kızla görüşecekti. Arkadaşının annesinin tek bir kriteri vardı. Tamam, kendisi böyle söylemiyordu ama, dışarıdan olaya bakan birinin bunu görmemesi mümkün değildi! Arkadaşının annesi "Dindar, hanım hanım, terbiyeli, ahlaklı olsun" diyordu ama, ağzından hiç düşürmediği ve birisi "Tanıdığım bir kız var" dediğinde ilk söylediği şey, "ÇOK GÜZEL Mİ?" oluyordu. Evet, teyzenin olmazsa olmazı buydu: oğluyla evlenecek kızın, ÇOK GÜZEL OLMASI. Sîret değil, sûret güzelliğinde yoğunlaşmıştı teyze! Ne de olsa oğlu, onun gözünde çok yakışıklı bir gençti. Üstüne üstlük ABD'de okumuştu ve orada yaşıyordu. Asıl hepsinden önemlisi; "Filanın oğlu bir kızla evlenmiş ki bir görün; Allah özene bezene yaratmış" denilmesiydi. Evet insanların ağzından bu sözlerin dökülmesiydi onun en büyük gayesi!

Gerçekten de teyzenin muradı gerçekleşti. Kendi deyimiyle "Manken gibi” (ama tesettürlü manken gibi) bir kızla evlenmişti oğlu ve ABD'ye gelin göndermişti. Tatillerde gelen oğluyla gelinini, çok mutlu göremiyordu kadın! Üstelik manken gelini, kendisine de hiç güzel davranmıyordu. Fakat çok şıktı; ABD'deki en pahalı mağazalardan aldığı pantalonu, başörtüsü, ceketi, çantası ve ayakkabısı mükemmel bir uyum içindeydi. Ama bu mükemmellik teyzenin oğlunun ruh halinde yerini karamsarlığa bırakıyordu. Evet oğlu eşini seviyordu ama, gelininin "Benden güzeli var mı?" dercesine bakışları, birilerini gördüğünde "Konuşmaya değecek kadar güzel değil ki?" imaları, karşısındaki konuşmadan asla ağzını açıp bir tek kelime etmemesi (böyle yaparsa değeri düşerdi!), evi dağılıp-kirlenmesin diye arkadaşlarının eve gelmesine müsaade etmemesi ve daha birçok sebep evliliklerini yıkılmanın eşiğine getirmişti.

Arkadaşının annesi, "Evlenilecek kızı güzelliği, asaleti, zenginliği için değil; dini için nikâhlayın" hadisini bildiği halde; "Ne diyecekler?"'i daha da önemsediğinden; hadisin tam aksine hareket etmişti. Neticelerine sabretmeye çalışıyordu. Fakat bunun oğlunun psikolojisinde açtığı yaraları tamir edemeyeceğini de biliyordu.

Tanıdığı bir arkadaşı ise; kendisinden yedi yaş büyük biriyle evlenmişti. Kimileri bu kadar yaş farkı çok diye onu caydırmaya çalışmışlardı, ama arkadaşı onları tanıştıran kişilerin sözlerine çok güveniyordu. O gencin, bildiğini yaşayan bir dindar genç olduğuna inanmıştı ve çok sık teheccüde kalkıp dua ediyordu: "Allahım, benden yaşça, bilgice, teslimiyetçe olgun birisi olsun; beni Sana yaklaştırsın ve beraber Cennetine girebilelim." Bu duayı çok içtenlikle sık sık yapıyordu ve olaylar sanki o gençle evlenmesi gerektiğine kızı ve çevresindekileri iknaya çalışıyordu. Ve arkadaşı, o gençle evlenmişti. Şimdi bir çocukları vardı ve arkadaşını her gördüğünde mutluluğu sözlerine akıyor, öyle ki bu gözlerinden de okunabiliyordu. Zaman zaman ufak-tefek sorunlar da yaşadıklarından; ama eşiyle konuşarak bunları aştıklarından bahsediyordu arkadaşı. En çok dikkatini çeken; böyle bir durumda, eşinin "Bak canım; nefsimize göre değil de, vicdanımıza göre davranalım. Hadi gel Asr?ı Saadete gidip, Peygamberimizle eşleri arasındaki ilişkilere bakalım; onlar böyle bir durumda nasıl davranırdı, bir düşünelim" demesiydi! Arkadaşı diyordu ki; "Biz bunların tâlimini tartışmadan önceki zamanlarımızda hep yaptığımızdan; o an eşimin böyle söylemesi bende hiç olumsuz bir tepkiye sebep olmuyor. Aksine Peygamberin adı geçer geçmez ortada tartışmadan eser bile kalmıyor ve biz onun nurunun sorunumuzu ortadan kaldırdığını düşünüp şükrediyoruz."

Genç kız, kendi hayatına, kendi içine döndü. Çevresinde; daha saymadığı ve saymakla da bitiremeyeceği birçok evliliği gözlemlemişti ve gözlemliyordu. Kendisi daha bekârdı. Bazen bir arkadaşının evine gidip eşiyle ya da çocuklarıyla ilgili olumsuz şeyler duyup eve geldiğinde; "Ben evlenmeyeceğim, bu sıkıntıları, acıları çekmeye değmez" derken, başka bir arkadaşının evinden döndüğünde “Allahım, en kısa zamanda onlarınki gibi güzel bir evliliği bana da nasip et!" diyordu.

Peki hangisiydi doğru olan?

Evliliğe teşvik eden o kadar hadisi biliyordu, ama gördüğü evlilikler bu hadislere aykırı karar vermeye doğru itiyordu kendisini. Hele duyduğu dindar insanların bile aldatma ya da boşanma haberleri onu daha da çok düşündürüyordu. Daha geçen gün çok mutlu sandığı bir tanıdığı değil miydi ona şöyle söyleyen: "En büyük mutluluk bekârlıkta; başına buyruksun. Geçim sıkıntısından korkmuyorsa bir kız, bence evlenmemeli."

“Geçim sıkıntısı mıydı bir genç kızı evlenmeye götürmesi gereken sebep? Ya da başına buyruk, sabahtan akşama kaldırımlarda dolaşmakta mıydı asıl mutluluk?” deyiverecekti ama, anlaşılamayacağını düşündüğünden, sustu. Ellerini açtı ve şöyle dua etti: "Allahım; beni madden ve manen evliliğe hazırla. Gözümün aydınlığı olacak, beni Senin rızana ulaştıracak, Sana gelinecek yolda en büyük yardımcım olacak, Cennet bahçenden bir bahçe olacak evimizin direği olacak; Senin razı olacağın, kalbime mukabil bir kalbi bana nasip et; nefsim değil, Sen ol onun seçicisi. Ve seçtiğine beni razı et!”

Ve her yerde yeni hayat sahneleri yaşanmaya devam edecekti... Tâ ki o Büyük Gün'e kadar...

  27.01.2008

© 2021 karakalem.net, Zehra Sarı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut