Bir intiharın düşündürdükleri

Ali Dedeoğlu

İLK İNSANIN yaratıldığı günden, kıyametin kopacağı ana dek bizlerin misafir olacağı dünya meydanı, hepimiz için sürprizlerle dolu. Her gün, gözümüzün önündeki hayat denilen limandan binlerce gemi hiç haberimiz yokken sessizce demir alıyor.

Onların yerine limana yanaşanlar çoğu kez gidenlerin acısını hafifletirken, bir gün kendimizin de bu limandan ayrılacak oluşu bazen içimizi acıtıyor. Bence Yahya Kemal’in Sessiz Gemi şiiri bir bakıma hayatın hülasasıdır. Vakti gelen, ister genç ister yaşlı olsun, hayatında yaptığı ticaretin hesabını vermek için, kaptanı olduğu sessiz geminin yelkenini yaşarken doldurduğu rüzgârlarla şişirip yola çıkıyor.

Artık demir alma günü gelmişse zamandan,
Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyâhatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,
Bîçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayâtın ne de son mâtemidir bu!
Dünyâda sevilmiş ve seven nâfile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmiyecekler.
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.

Yaşayan her insan, şereflendirdiği kâinatın küçük bir nümunesi olduğundan, kâinattaki değişimler gibi, bizim de içimizde ne değişimler yaşanıyor. Bazen fırtınalar koparken ruhumuzda, gün içerisinde hem kışı yaşıyoruz hem de baharı zihin dünyamızda. İçimizdeki gelgitlere göre rotamızı bulmaya çalışıyoruz yaşarken.

Umudumuz kırılıyor, yaşamaktan yoruluyoruz. Dünya adına kazançlarımıza seviniyor, bir başka bağlanıyoruz hayata.

Velhasıl yaşadığımız dairelerde, çapımıza göre imtihan ediliyoruz. Her daim başıboş olmadığımız hatırlatılıyor içerisine binbir hikmetin gizlendiği imtihanlarda. Ne dünyadan vazgeçebiliyoruz, ne de sonsuz ahiret hayatından. Yenilmişlik ağına takıldığımızda aldığımız her nefes zamanla yaşlanıp yorulan bedenimize yük oluyor.

Dünya denilen denize attığımız oltaya takılan umutlar bizi yarın adına motive ederken, hayata bir yerlerden tutunmaya çalışıyoruz.

En son ne zaman görüşmüştük hatırlamıyorum. İlkokulu beraber okumuş, mahalle aralarında plastik topun ardından deli gibi yine beraber koşmuştuk. Evlerimiz yakın olmasa da yine komşu sayılırdık. Beraber ders çalıştık tek odasında soba yanan evimizde. Yaramazlık yaptığımız için ilkokul öğretmenimizden yediğimiz dayağın hesabı yoktu. Ailelerimizin tek erkek çocuğu olduğumuzdan, gelecek adına onların umuduyduk.

Yıllar içinde ben okumak için ayrıldım memleketimden, o ise babasını küçük dükkânında çalışmak zorunda kalmıştı. Ziyaret için gittiğim memlekette, amaçsızca dolaşırken onu gördüm karşımda. Çok sevindim.

Devlet memuru olmuş, evlenmiş ve çocukları olmuş. Uzun zamandır görüşmediğimiz için, bir yerlere oturup çay içmeye koyulduk. Yaşadıklarını anlatırken, hayata tutunmanın verdiği gurur vardı sözlerinde. Yaşadığımız ve işsizliğin karabulut gibi çöktüğü ilçemizden fasit daireyi kırıp ayrıldığından beri gurbette mutlu olduğunu söylüyordu. Umutlarını anlatıyordu yarınlarına dair. Kendisi çok sıkıntı çekmişti, çektiklerini çocuklarına yaşatmamak için herşeyi yapacaktı. Ne de olsa bu yaşta taşı sıksa suyunu çıkarırdı. Uzun ve bir o kadar da keyifli sohbetten sonra vedalaşıp ayrıldık.

Günlerden bir gün, gündemi takip etmek için elime aldığım gazeteleri karıştırırken, resmini gördüm. O kadar kaza haberini yahut başka türlü ölümlerin haberini okuyup geçerken hiç etkilenmemiştim. Bu haberi okurken sanki boğazıma kelimeler düğümlendi. Deniz kenarında oturmuş; eşine, çocuklarına ve ailesine bir veda mektubu yazıp, hayatına başına dayadığı silahla son vermiş. Yerde uzanıp duran resmini görünce bir tuhaf oldu içim. Arkadaşımdı yerde yatan. Önce modern zamanların tapınağı olan borsada denemiş şansını, olmayınca kaybettiklerini telafi edemediğinden kredi kartlarına yüklenmiş. Arkadaşlardan alınıp ödenemeyen borçlar da iyice bunaltmış.

Sonra nedense bir ceylanın arkasından koşan aslan geldi aklıma. Yıllarca Darwin’in söylediklerini kanıtlamak için servis edilen belgeseller zihin tasavvurumuzda söz sahibiydi: “Hayatta kalmak için hep güçlü olacaksın, zayıfsan yaşama şansın yok bu dünyada.”

İnsanların giderek yalnızlaştığı, zayıfların istenmediği ve tek başına hayata tutunmak için ille de canavar olmanın gerektiği, güçlü olmak için her yolun mubah olduğu zamanda yaşıyorduk.

Hayatta tutunmak nasıl birşeydi ki, başarmak bu kadar zordu. Yaşarken insanın hayatına son vermesi sonucunu doğuran bir akıl tutulmasına neden oluyordu.

İnsan bu kadar acımasızlığın pençesine düşmüşken dünyasını nasıl ahiretin tarlası yapacaktı?

Bunları düşünürken şefkatli bir büyüğümün sesi dünyamı ahiret adına bereketli bir ticarete dönüştürmek için yapmam gerekenleri manen fısıldıyordu.

“Diğer ilâç ise, şükür ve kanaat ile talep ve duâ ve Rezzâk-ı Rahîm’in rahmetine itimaddır. Öyle mi? Evet, bütün yeryüzünü bir sofra-i nimet eden ve bahar mevsimini bir çiçek destesi yapan ve o sofranın yanına koyan ve üstüne serpen bir Cevâd-ı Kerîm’in misafirine, fakr ve ihtiyaç nasıl elîm ve ağır olabilir? Belki fakr ve ihtiyacı, hoş bir iştihâ sûretini alır. İştiha gibi, fakrın tezyidine çalışır. Onun içindir ki, kâmil insanlar, fakr ile fahretmişler. Sakın yanlış anlama, Allah'a karşı fakrını hissedip, yalvarmak demektir. Yoksa, fakrını halka gösterip, dilencilik vaziyetini almak demek değildir.” (bkz. B. S. Nursî, “Yedinci Söz”)

Bunları okuyup, bir aralık durdu. Ben söylediklerini düşünürken, o şöyle devam etti.

“Bu derece âciz ve zayıf, fakir ve muhtaç olan ruh-u beşere ibâdet, tevekkül, tevhid, teslim ne kadar azîm bir kâr, bir saadet, bir nimet olduğunu, bütün bütün kör olmayan görür, derkeder. Mâlûmdur ki, zararsız yol, zararlı yola velev on ihtimâlden bir ihtimâl ile olsa tercih edilir. Halbuki, meselemiz olan ubûdiyet yolu, zararsız olmakla beraber, ondan dokuz ihtimâl ile bir saadet-i ebediye hazînesi vardır. Fısk ve sefâhet yolu ise, hattâ fâsıkın itirafiyle dahi menfaatsiz olduğu halde, ondan dokuz ihtimâl ile şekâvet-i ebediye helâketi bulunduğu, icmâ ve tevâtür derecesinde, hadsiz ehl-i ihtisâsın ve müşâhedenin şehâdetiyle sabittir ve ehl-i zevkin ve keşfin ihbarâtıyla muhakkaktır” cümlelerini duyduğumda (bkz. B. S. Nursî, “Üçüncü Söz”) ben şaşırmıştım. Ne yapacağım? Derken bir ses imdadıma yetişti:

‘Mâdem hakikat budur. Ve mâdem geçmiş musîbet saatleri, elemleriyle beraber mâdum ve yok olmuş; ve gelecek belâ günleri, şimdi mâdum ve yoktur. Ve yoktan elem yok; ve mâdumdan elem gelmez. Meselâ, birkaç gün sonra aç ve susuz olmak ihtimâlinden, bugün, o niyetle mütemâdiyen ekmek yese ve su içse, ne derece divâneliktir; aynen öyle de, geçmiş ve gelecek elemli saatleri—ki, hiç ve mâdum ve yok olmuşlar—şimdi düşünüp sabırsızlık göstermek ve kusurlu nefsini bırakıp Allah'tan şekvâ etmek gibi, "Of, of!" etmek divâneliktir. Eğer sağa, sola, yani, geçmiş ve geleceklere sabır kuvvetini dağıtmazsa ve hazır saate ve güne karşı tutsa, tam kâfi gelir; sıkıntı, ondan bire iner. Hattâ, şekvâ olmasın, ben bu üçüncü medrese-i Yûsufiyede, birkaç gün zarfında, hiç ömrümde görmediğim maddî ve mânevî sıkıntılı, hastalıklı musîbetimde, hususan Nurun hizmetinden mahrumiyetimden gelen me'yusiyet ve kalbî ve ruhî sıkıntılar beni ezdiği sırada, inâyet-i İlâhiye, bu mezkûr hakikati gösterdi. Ben de sıkıntılı hastalığımdan ve hapsimden râzı oldum. Çünkü, ‘Benim gibi kabir kapısında bir bîçareye, gafletle geçebilir bir saatini, on adet ibâdet saatleri yapmak, büyük kârdır’ diye şükreyledim” (bkz. B. S. Nursî, “Onüçüncü Söz”)

Hayata dair manen aldığım hikmetli bir dersin verdiği lezzetle kendime geldim. Arkadaşıma bu dersleri hatırlatacak birilerinin yanında olmayışına kederlendim. Ve bana bu dersleri öğreteni tanıdığım için Allah’a şükrettim.

Hayata tutunabilmek için önce kanaat, sonra tevekkül, en sonda da sabır göstermek gerekliymiş; bunu öğrendim.

Yaşarken kanaat etmesini bilenlerin, sabırla inşa ettikleri hayatlarını tevekkülle taçlandıranlarını görebilecek bahtiyarlardan olabilmek en büyük temennimdir.

Duanın herşeyin kilidini açan sihirli bir anahtar olduğu düşünüldüğünde, tüm mü’minlerin hayat yolunda umudunu yitirmemesi adına dua etmek kardeşlerimizin bizim üzerimizdeki hakkı olsa gerek.

Rabbim! Yolumuzu şaşırtma! Perdelere takılıp asıl olanı görmemizi engelleme ve hayat yolunda bunalmaktan koru bizleri!..

  11.01.2008

© 2021 karakalem.net, Ali Dedeoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut